- 1156 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Yanıtsız/Yüzleşme
Neden duygularımızın su gibi akışkan olduğunu unutup taş gibi katılaştırmaya çalışıyoruz? Kaçımız karşılıksız, beklentisiz ve karşımızdakini sırf o olduğu için, olduğu gibi sevebiliyor?
Özlenmesek de özlüyor, beklenmesek de bekleyebiliyor muyuz? Kin tutmayı mı yoksa adım atmayı mı seçiyoruz? ‘Üç günlük dünya’ diyip, kaçımız küskünlüğe son veriyor ve özür dilemenin o hafifletici huzurunu yaşatıyoruz kendimize?
Hangimiz idealleri uğruna hiç bilmediği, hiç görmediği şehirlere gidip sıfırdan bir hayat kuruyor kendine? Uzakların hayaliyle arkamıza bakmadan kaçımız çekip gidebiliyoruz?
Seçtiği hayatı yaşayan mutlu veya mutsuz azınlıktan mısınız, yoksa seçmediği hayatı yaşadığını söyleyen ve durmadan mızmızlanan mutsuz çoğunluktan mısınız? Hep yakınan, çare aramayan, her iyiliği ve kötülüğü karşılık için yapan, alacağı olmadan kılını dahi kıpırdatmayanlardan mısınız?
Yüzeyselleştirilenlerden misiniz, yoksa ötekileştirilemeyenlerden misiniz? Ruhunuzun dalgakıranlarına karşı dayanıklılığınızı sınarken, bütün halde parçalanmadan kalmayı başarabiliyor musunuz? Kıyıya vuran avare bir balık gibi mi hissediyorsunuz kendinizi kimi zaman, yoksa o balığın gözüne kaçan kum tanesi misiniz çoğu zaman?
Büyümeye can atan çocuklardan mısınız, yoksa büyüse de bir yanı hep çocuk kalanlardan mı? Çocukluğunun yitip gitmiş masum yanına, saf kalbine ve çıkarsız bakışlarına takılı kalıp, eskimiş fotoğraflarda geçmişi özleyenlerden misiniz?
Şekilci misiniz? İlle her baktığınız noktaya odaklanabilmek için kusursuz bir görsellik şöleni vaad eden bir sunum mu beklersiniz? Çerçevelerin bir santim aşağı kayması sizi de rahatsız eder mi? Koltuğa yayılmış keyif yaparken, üşenmeden kalkıp onu olması gereken hale getirmeyi kendinize görev edinenlerden misiniz? Biraz fazla mı mükemmeliyetçisiniz? Abartmayı siz de mi çok seversiniz?
Derinleşebiliyor musunuz daldığınızda maziye? Yaptığınız cesurca atılımlardan ve yapamadığınız tutukluklarınızdan hiç pişman olmadan gururla anımsayabiliyor, kendi kararlarınızın arkasında durabiliyor musunuz? ‘İnsanız ya, hata yapmak da boynumuzun borcu’ diyip, aldığınız yanlış kararların yükü hafiflesin diye ardına mı saklanıyorsunuz karanlık gölgelerinizin?
Sadece bugün için mi yaşıyorsunuz? Dünü unutup, yarını hiç düşünmeden hoyrat bir rüzgar gibi, canınız o an ne yana isterse o yana mı savruluyor özgürlük düşkünü serseri ruhunuz ve yorgunluktan bitap düşmüş zavallı kalbiniz?
Sahi, özgün müsünüz bunca taklidin içinde? Her maskeyi kendine uydurmakta zorlananlardan mısınız? Gittiği her ortama çantasında bir dolu maskeyle icabet edenlerden misiniz? Bunca çetrefilli ve alengerli; tek ayak üstünde kırk yalan halinizle hala göründüğü gibiymiş gibi yapıp kendi özüne sadık kalıyormuşçasına yaşamayı becerebilenlerden misiniz?
‘Madde midir aslolan mana mı?’ diye hiç düşünüyor musunuz? Dünya nimetlerine odaklanıp, dünyaya geliş sebebinizi unuttuğunuz oluyor mu zaman zaman? Ne kadar inançlısınız? İbadet ettiğiniz zamanlar hep kısıtlı, boş geçirdiğiniz zamanlar sınırsız mı? Dua edeceğinizde aklınızda vesveseler ve meşguliyetleriniz kol mu geziyor? Peki hangi sıklıkla açıyorsunuz ellerinizi yukarıya?
Hep ahkam kesip, bir arpa boyu yol gidemeyenlerden misiniz? Yanlış anlaşılmaktan korkar mısınız sizde? Herhangi bir konuda fikrinizi beyan ettiğinizde çok bilmişlikle suçlanmaktan, yorumsuz kaldığınızda burnu büyüklükle yargılanmaktan çekinir misiniz sizde?
Olmadığı gibi görünen, yaşamadıklarını anlatan, anlatamadıklarını yaşayanlardan mısınız?
Çıkarcı ve bencil misiniz? Benliğinizin doyumsuzluğunu iyi bildiğiniz için kendinizi egoist olarak tanıtabiliyor musunuz herkese? Hep kendine yontan, yontulduğu an arıza çıkaranlardan mısınız yoksa?
Günahı sevmediğini söyleyen ama hep nefsinin tongasına düşen günahkarlardan mısınız?
Kapı aralığından hayata sokulanlardan mı, daracık pencerelerden dünyayı seyre dalanlardan mısınız?
Sevilmeden de sevebiliyor musunuz? Yoksa sevene değer vermiyor, salt kendi duygularınızı mı kaile alıyorsunuz?
Kibirli misiniz? Alçakgönüllü mü?
Çıkarcı mısınız? Fedakar mı?
İkiyüzlü müsünüz? Çok yüzlü mü?
Kıskanç mısınız? Sahiplenici mi?
Kollarınız dünyayı kucaklayacak kadar büyük, kalbiniz tüm insanları içine sığdıracak kadar engin mi?
Okyanus musunuz? Nehir mi?
Dağ mısınız? Tepe mi?
Akıllı mı olmak istiyorsunuz? Peki kalbinizi devreye soktuğunuzda inceliklerin tılsımı sizi ürkütüyor ve mantığınızı kaybetmiş gibi mi hissediyorsunuz ? Kalpsiz olmayı mı tercih edersiniz, yoksa incelikler üzerine doktorasını yapmış bir profesör edasında donanımlı ve usta bir nezaket mühendisi mi?
Vefalı mısınız dostluklarınızda? Naif ve korunmaya müsait bir yapınız mı var? Fazla mı kırılgansınız, yoksa biraz alıngan mı? Mantığınız mı önemli insan ilişkilerinizde, yoksa hissettikleriniz mi mühim?
Zarafet size hangi rengi çağrıştırıyor örneğin? Huzur diyince ney sesine hasretlik çekenlerden misiniz? En son ne zaman kahkaha atmıştınız? Luna parkta çılgınca çığlıklar atıp, en son ne zaman atlı karıncaya binmiştiniz?
Efendi mi olmak istiyorsunuz, serseri mi?
Kahraman mı olmak istiyorsunuz? İhtiyaç sahibi mi?
Av gibi aciz olmak mı zor, avcı kadar hissizleşmek mi?
Bu hayatta herkesin bir misyonu olması gerektiğine mi inanıyorsunuz? Şah mı oluyorsunuz her oyunda, yoksa sıradan, düzeni bozmayan, sürü psikolojisine her daim uyum sağlayan vasıfsız bir piyon gibi kutuya girmek mi istiyorsunuz usulca ve sorgu sualsiz? Ne diyorlardı? ‘’Şahlar da, piyonlar da aynı kutuya girmiyor muydu oyunun sonunda?’’
Yardım istediğinizde aceleci bir tavşan, yardım ettiğinizde ağır kanlı bir kaplumbağa mı oluyorsunuz? Hızını kişiselleştiren ve duruma göre fren yapanlardan mısınız, gaz pedalına ne sıklıkta bastığını bile hatırlamayan, hakimiyetini sürekli başkaları için kaybedenlerden misiniz?
Evinde oturup suya sabuna dokunmayan, kimseye zararı olmadığı gibi, kimseye faydası da olmayan pasif iyilerden misiniz, yoksa iyiliği kendine saklamayıp herkesle bölüşen, karşılık beklemeden, almadan vermesini bilen aktif iyilerden misiniz?
Denge hayatınızın neresinde? Her şeyi ölçülü yaşayıp, konu hak ve hukuk olduğunda terazinin o ince ayarını tutturabilmekte usta olanlardan mısınız?
Kul hakkına kendi haklarınızı da göz önüne alarak dikkat edebiliyor musunuz? Yiyicilerden misiniz, yedirenlerden mi? Komşunuz aç uyuduğunda siz huzurla mışıl mışıl uyuyor musunuz?
Eleştirirken olduğu kadar eleştirilirken de yeterince demokratik ve adil misiniz? Önyargılarınızda olduğu kadar özeleştirilerinizde de sağduyulu ve cömert misiniz?
Kendinizi değişimin kaçınılmazlığına bırakıyor ve bundan gocunmadan değişen hallerinizi de sevebiliyor ve benimseyebiliyor musunuz?
Med cezirlerinizle karşı karşıya geldiğiniz yüzleşme anlarında oto kontrol yapabiliyor ve anın getirilerine ayak uydurup tavrınızı sevebiliyor ve bağrınıza basabiliyor musunuz?
Her gülümsemeyi öpebilirken, gözyaşlarınızı da öpmeyi ve okşamayı becerebiliyor musunuz?
Bütün bunları yapıyor ve gönülden hissediyor musunuz?
Yoksa siz de kaybedenlerden misiniz?
Ey aynaya bakıp kendini gören, örtülerini indiren insan…
Aramıza hoşgeldin…
fulya/aralık2011
YORUMLAR
hoşbuldum çiçeğim...
hamdım, kendimi gördüm, piştim ...
ne güzel bir yazı bu ...
herkesin okuması gereken bir hesaplaşma ...
herkesin içinden geçirip de kendine bile kabullendiremediği gerçekler ...
ben genelede kişisel gelişime yönelik kitaplar okurum ... ve bu yazı tam benlik ...
kalemin dert görmesin güzellik :)
Hepsinden en az birinden birini tecrübe ettiğimiz ve de kendini insanlardan ayrı tutan zat ve zevatların, aslında ne kadar da tanımsız kaldığını anladığımız bir dünyada, sorgulayacak aslında o kadar çok şeyimiz var ki; bizim ne olacağımızı karakterlerimiz ve de hayallerimiz belirliyor.
Biraz daha uzatılabilir, öykü halinde de elbette yazılabilirdi. Ama böylesi de çok hoş olmuş.
Hürmetle daim...
Sorduklarınızın kaçına, kaçımız samimiyetle cevap verebilir Sevgili Yazarım. İnsanoğlu beşeridir, acizdir ve ne kadar mükemmel bir donanımla donatılsa da hata yapmaya meyillidir.
Mukaddes kitabımız Kuran-ı Azümüşşan da ayet ayet Ademoğullarının zafiyetleri bildirilir bizlere. Dünyaya geliş gayemiz apaçık delillerle anlatılır. " Biz sizi en üstün sıfatla yarattık, hala mı yalanlayıcılardansınız" buyurur yüce Mevla.
" Yüreğinde zerre miskal kibir bulunanların yeri cehennemdir" lafzına mukabil hangimiz kibirden, yersiz gururdan kendimizi soyutlaya biliyoruz acaba?
Tek bildiğim asla mükemmel olmadığım ama en azından iyi bir insan olma adına gayret gösterdiğimdir. Eğer günlük yaşantımızda yazınızdaki soruların hiç değilse bir kaç tanesini kendimize sorabiliyor ve samimiyetle cevaplandıra biliyorsak o zaman nefsimi terbiye etmeye çalışıyoruz diyebilirim.
Yürekten kutluyorum yüreğinize,kaleminize sağlık.
Saygılar...