- 743 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
CEZA
İşyerinde çalışmaya başlayalı iki aya yakın bir zaman geçmişti. O artık Devlet memuruydu. Sabah 08.00, akşam 17.00 saatleri arasında çalışıyordu. Eğitim hayatının ardından çalıştığı iş yerini de okul gibi hissediyordu.
Küçük bir ilçeydi Mudurnu. Arnavut kaldırımlarıyla Osmanlıyı hatırlatan camileri, hamamları, konaklarıyla sevimli bir Anadolu kasabasıydı. İlçenin girişindeki yokuşun sonunda Hükümet Konağı, kollarını açarak karşılardı gelenleri. Sıralanmış bir şekilde Askerlik Şubesi, az ilerisindeki Sümerbank mağazasını geçtikten sonra ilçenin pazarının kurulduğu alana kavuştururdu küçük ama gösterişli cadde… Az daha ötede Atatürk heykeli, karşısında Belediye binası; tam karşısında yegane park; yolun karşısındaki taş binanın üst katında bulunan “ Meram lokantası “ vardı. İlçeye hayat veren lokanta, İlçede ve köylerinde yaşayan insanların streslerini attığı sosyal bir mekandı aynı zamanda. Özellikle Cumartesi geceleri fasılların eşliğinde kadehler tokuşturulur, zil zurna sarhoş olan insanların sesleri; Arnavut kaldırımlarda yürüyen insanların ayak seslerine karışırdı. Tarih, yaşam tarzı, gelenekleri hep bir arada, harmanlanmış bir şekilde bulabilirdi İlçeye ilk kez gelmiş yabancılar… Hem gelenekçi, hem modern yaşamın senteziydi sanki Mudurnu…İlçeyi kuşbakışı seyreden tarihi saat kulesi,insanların zamana yenilgisini hatırlatır gibi asaletiyle ayaktaydı sanki… Derenin içine kurulmuş olan İlçe’ yi ikiye ayıran dere de zamana yenilmiş gibiydi. Kirli paslı dere, ilkbaharda galeyana gelir, çağıldardı adeta…
Şubat sonunda başlamıştı işe Selma. İlk kez evden ayrılmıştı. Mesai arkadaşları da tıpkı İlçe gibi samimi ve doğaldı. Kalacak yer sorunu, arkadaşları tarafından çözümlenmişti. Yaşlı bir kadının evinde kiracı olarak kalıyordu. İş yerinin hemen yakınındaki ahşap ev, tıpkı ev sahibesi gibi zamana direnmeye çabalıyordu.
Alışmaya başlamıştı yeni yaşamına Selma. Hafta sonlarında çoğunlukla ailesinin yanına gidiyordu. Pazar günleri de tekrar İlçeye dönüyordu. Emine Teyze, ona can yoldaşı olmuştu. Huysuz bir kadındı. Huysuzluğu, o zamana kadar yalnız kalmasından olmalıydı. İki katlı evin sadece iki odasını kullanıyordu. Geriye kalan odalar ise derin bir sessizliğe, yalnızlığa gömülmüş gibi ıpıssızdı…Akşam olduğunda, karanlığın içinde kaybolmuş, cılız ışıklarla aydınlanan küçük odada oynaşan gölgeler ve Emine Teyze’nin şikayetleri yalnızlığına ortak olurdu. Emine Teyze;suratını asar ve köşesine çekilirdi. Kısa süre geçmesine rağmen onu tanımıştı Selma…
- Neyin var Emine Teyze? Bir yerin mi ağrıyor. Yoksa canın mı sıkkın?
- Yanımızdaki evde oturan Fatma var ya ! Onunla kavga ettim bugün. Pencereden kilim silkeledi yine. Kaç defa söyledim ona. Oradan tozlar buraya geliyor diye. İnat ediyor.
- Aman Emine Teyze! Bunun için mi kavga ettin. Boş ver silkelesin. Canını sıkma sen. Ben süpürürüm.
Selma’ nın sözleriyle sakinleşirdi. Yatmadan önce Emine Teyze, takma dişlerini çıkarır, su bardağına koyardı. Dişlerle karşılıklı bakıştıktan sonra uykunun kollarına atardı kendini. Güneşin ilk ışıklarıyla kalkar, hazırlığını yapar ve işe giderdi.
İş yerinde yapılacak işleri epeyce öğrenmişti. Deneyimli memurlar tarafından verilen görevleri eksiksiz yapıyordu. Sıra denetim görevine gelmişti. Adına hazırlanan yetki belgesi de verilmişti kendisine. İlçenin küçük bir çarşısı vardı. Bakırcılar, fırınlar ve ayakkabıcıların oluşturduğu çarşıda, ilk kez denetime çıkmışlardı. İbrahim, İsmail, Mustafa ve en deneyimsiz memur olarak da Selma… Geçtikleri yerde esnafla sohbet ederek ilerliyorlardı. Sema ise etrafını dikkatlice inceliyordu. Onları gören esnaf, ayağa kalkıyor ve kendine çeki düzen veriyordu.
En son girdikleri ayakkabıcıda hiç müşteri yoktu. Sırayla girebildikleri dükkan çok küçüktü. İçeriye iki üç kişi zorlukla sığabiliyordu. Mevsim kış olduğu için içeriyi ısıtan teneke sobadan yayılan sıcaklık, girer girmez yalamıştı yüzlerini.
Defterler ve yazar kasa raporların incelenmesi sonunda, yüklü bir ceza keserek çıkmışlardı dükkandan. Hemen ardından, İlçenin tek doktoru olan Dr. Kemal Aysu’ nun muayenesine girdiler.
Doktor, o sırada bir hastasını muayene ediyordu. Muayene ettiği kadını gönderdikten sonra çay ikram etti. Koyu bir sohbet başlamıştı. Ülkenin sorunları, politika ve yaşamı içine alan sohbetin ardından sıra denetime gelebilmişti nihayet…
Serbest Meslek Makbuzu hiç kesilmemişti. Bir sürü düzenlenmemiş raporlar da vardı. Denetimin sonunda, telkinler ve kesilen cezalar ile dışarıya çıktıklarında, Selma yapılan haksızlığa isyan edercesine İbrahim Bey’ e;
- Neden haksızlık yaptınız İbrahim Bey? Az önceki ayakkabıcıya ceza yağdırdınız. Şimdi çıktığımız Doktor’a çok az bir ceza kestiniz. Neden ?
- Neden mi ? Anlatayım. Şimdi sen bekarsın.Bir kaç sene sonra bu İlçeden tayin isteyip gideceksin. Burada yaşamak zorunda kalmayacaksın. Ben ise evliyim. Ve bu küçük ilçede yaşıyorum. İki tane de küçük çocuğum var. O Doktor da İlçenin tek doktoru. Gece benim çocuğum hastalandığında mecburen o doktora gideceğim. Cezayı fazla kestiğimizde benim çocuğuma bakmayacaktı Selma. Ayakkabıcı mı ? Ondan ayakkabı almasam da olur. Başka bir ayakkabıcıdan alabilirim. Devran böyle dönüyor Selma. Zamanla sende öğreneceksin bu çarkın düzenini…
Aradan birkaç gün geçtiğinde; Selma koridorda Doktoru gördü. Doktor, kasılarak Müdür odasına girdi ve kapı kapandı... Söylenecek söz kalmamış, yerini suskunluğa bırakmıştı.