- 2833 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YUKARISEYİT'TE BİR GÜN -1 -
YUKARISEYİT’TE BİR GÜN – 1 –
Çökelez Dağlarına başını koymuş, sırtını üç yanı açık Sarı Germe yaylasına yaslamış, ayaklarını; söğüt dallarının gizemli gölgeleri altında Büyük Menderes’in hırçın akan suyuna daldırmış olan köyümüzde, bir gün kültür gezisi yapmak için yola çıktık. Tarihi derinliğine girerek, kültürel açıdan ve günlük yirmidört saat kalıbına sığmayacak bir seyahattır. Bazı deyim ve atasözlerini kimden duydumsa; onların ismini bazen açık olarak, ama bazı isimleri ya lakapla, ya da anonim olarak yazdım. Yukarıseyitlilerden derlediğim deyim ve atasözlerini, artık bu gün unutulmakta olan bazı kültürel törenleri tırnak içine alarak yazdım. Elbette bu deyimlerin ve atasözlerinin bazıları başka yerlerde de söylenmiş olabilirler; lakin, bazı deyim ve atasözleri topoğrafik ve coğrafi olarak bizim oralara aittir.
Güneşli bir gündü... Beş arkadaş Değirmen Deresi’nden yola çıkıp, köyümüzün mezarlığına geldik. Musluk’un önünde durduk. Kırmızı küpten birer bardak su aldık. Birinci arkadaş, şimdi kaldırılmış olan mezarlıktaki Serenli Kuyu’ya gelip, eski yazı ile hicri 1215 yazılı taşa dayandı. Badem, çalı, pelit, palamut, karaselvi ve çam ağaçlarının altında sûkunet içinde yatmakta olanların hece taşlarına baktı ve “Bu gün bana ise, yarın sana” yazdığını okudu. Üçüncü arkadaş da “Ecel geldi cihane, baş ağrısı bahane” yazılı bir başka mezar taşını gösterdi. Birinci arkadaş, ağaçların diplerine yapışmış olan gölgelere bakarak; “Azapsız kabir gerek, süresiz sabır gerek” duasını etti. Bu arada Kireç Çukuru tarafından bir köylü geldi. Hayrola pek neşelisin diye sorduk; o da, “Eşeği sıpayı sattık, kaygıyı tasayı attık” der demez gülümseyerek yanımızdan ayrıldı. O gider gitmez bu sefer Köpek Yolu’ndan mezar içine saparak gelen bir çocuk; “Bu herif, eşeği sattı, şimdide “Dıkman’ın kara doma gibi dönüp duruyor” diyerek ardından baktı. Üçüncü arkadaş “Sus çocuk! Bir duyarsa “şimdi çıngar çıkarır” nasihatını yaptı.
Bizde “Kesik” denen yere yöneldik. Üç köylü kırmızı çamurdan kerpiç kesiyorlardı. Onlara selam verdikten sonra “Allah kuvvet versin” temennisinde bulunduk. Dördüncü arkadaş, “kerpiç ile ev yapacağına tuğla alıp yapsan olmaz mı?” sorusunu sordu. O da “Doğru söylersin ağam! Ya ben de olacak, ya da beni bilende” izahıyla belirtti. Bu arada babuçlarının tabanına basmış birisi kerpiç kesenin sözünü duyunca; “Atma Recep, din kardeşiyiz! Devletliye paranı, eşine sırrını bildirme demiş atalarımız. Bu da onlardan birisi”, deyince kerpiç çamurunu çiğneyen kel olanı; “El deliye biz akıllıya hasret gideceğiz” deyip çamura sert sert hışımla bastı. İkinci arkadaş, “Sinirlenme arkadaş, sana bir kucak taş ile gelene, sen bir çanak aş ile git” dedi. Kel adam da kuşluk vakti kel başını kaşıdı. “Ne yapacaksın ağam! Olmayacak oğlan bitmeyecek yere arpa ekermiş, dönermiş dönermiş sarpa ekermiş. Bizimki de öyle bir şey” diyerek işine koyuldu.
Oruçların Ev Altı’na geldik. Güneşlenen koca karılar, “Çingen çingene çatmayınca, kasnak boğaza geçmezmiş” diye kuş yuvası gibi dişsiz ağızlarını açarak sohbet ediyorlardı. “Köpek neylesin takkeyi, tingilderken düşürür” diyen yaşlı kadın, yanındaki komşusunu dürttü. Öbürü de “Ana gezer kız gezer, ala dana ev bozar” dedi. Balıklar Yüze bakan yerde oturan kadın ise, Bunun böyle olacağı baştan belliydi. Eee! Ne demiş büyüklerimiz; “Yabandan alma düveyi, çeker gider boğayı” cümlesini bitirince kıkır kıkır güldü. Eşkiya Mezarı’nın arka tarafındaki tarlalarından gelen iki kadın, onların muhabbetine dahil oldu. Genç olanı, “Kendi işini göremeyen gelin eltisine yardım edermiş” deyip soruttu. Diğeri de ortadaki mevzuyu tam anlamadan; “Erkek eşeğinden, kadın döşeğinden belli olur” hükmünü belirtti. Aile içi sürtüşmeler üzerine sohbet eden kadınlardan birisi, “Göğe direk, denize kapak olmaz!” dedikten sonra pürgüsünü düzeltti. Koca Zeynep teyze de, “Akıl olmayınca başta, ne kuruda biter, ne yaşta” diye açıklama yaptı. Onların yanından ayrıldık.
Ara sokaktan Horozların evlerine doğru geçtik. Mahalle meydanında horoz döğüştürüyorlardı. “Hayrola köylüler?” dedik. İçlerinde en zayıfı İstanbulluya, “Kaz kazla baz bazla, kel tavuk kel horozla!” diye bağırdı. Senin bu horoz ötmüyor” dedi. İstanbullu da, “Horozum güzel olsun da isterse ötmesin!” karşılığını verdi. Hacı Dayı, “Senin horoz da, ho deyince Homa’ya gidiyor!” deyip güldü. Kendi horozunun uzun boyunlu olmasını metheden Çapkın Emin’e, “Uzunlarda hüner olsa, çamlarda hıyar olurdu” açıklamasını yaptı. Biz de gülümsedik. Orada bulunanlardan birisi, “Arkadaş sen hâlâ aynı berbere tıraş oluyorsun!” diye kahkaha attı. Yaşlı Çoban, “Bırak yahu şu işi, sen de Ellezin eşek derisi kadar sürdün!” deyince biz oradan ayrıldık.
Çamaşır yıkayan kadınların yanına vardık. “Eskiniz ağarsın!” der demez, yaşlı olanı, “Varsa kirli çıkınınız, mendiliniz yüyelim!” karşılığını verdi. Sağ olunuz hanım ablalar! Onlar yine işlerine koyuldular. Hanım abla, bir mendilim var. Eğer onu yıkarsanız kaç para vereceğim diyen İkinci Arkadaş’a, yaşlı kadın; “Oğlum, para ile eşeği hana bağlarlar. Kime yıkatacaksan git para ile ona yıkat!” diye çıkıştı. Ben de o arkadaşa, “Gördün mü her yiğidin ayrı bir yoğurt yiyişi varmış” deyip gülümsedim. Çamaşır yıkayan kadınlara teşekkür edip, Bekleme’ye doğru yola koyulduk. Ak Karı’nın bağda üzüm toplayanlara “Kolay gelsin” dedikten sonra Fatma halamı gördük. Her Gün Güzel denen kadınla beraber oturmuşlar, sohbet ediyorlardı. Birinci Arkadaş, “İşiniz gücünüz yok mu?” sorusunu yöneltti. Fatma Halam; “Var amma bağ, tarla, git başında ağla” açıklamasını yaptı. “İyi tohum kullanıp, çalışılsaydı; emeğinizin karşılığını alamaz mıydınız?” sorusuna; Halam, “Akıl olmayınca başta, ne kuruda biter, ne yaşta” veciz sözünü söyledi. “Haydi hoşça kalın!” vedasıyla oradan ayrıldık.
Bekleme’ye geldik. Orada Çangal Hasan, “Halimem! Halimem!” diye söyleniyordu. Onu teskin etmek isteyen bir köylü, “Hep deli hüp deli, beşikteki çip deli” dedikten sonra Dördüncü Arkadaş’a baktı. O da gördüğü manzara karşısında etkilendi, “Ölüsü olan bir gün ağlar, delisi olan her gün ağlar” diye hayıflandı. Her halinden bizim köyden olmayan birisi; Çangal Hasan’ı izledi ve; “Ne derdi var bu amcanın?” sorusunu sordu. Zavallı evlenemedi. Onun için feryat ediyor. O yabancı; “Siz bunu İstanbul’a götürseniz, hemen tedavi ederler ama üç dört sonra olur bu iş” der demez yine aynı köylü, “Üç dört ay mı dedin arkadaş?”. Yabancı da “Evet!” karşılığını verdi. O köylüde “Bize bir koca lazım, o da bu gece lazım” cevabını verdi.
Onları orada bıraktık. Soğuk Kuyu’ya vardık. Saymaların Mustafa oturmuş ve “Devletliye yakın geç, yok yoksuldan sakın geç!” narasını attıktan sonra bize baktı. “Bizim köyün uzunluğu var eni yok, aklı var süreği yok!” felsefi görüşünü ortaya koydu. Tam bu sırada onun yanına gelen Güngörmez, “Varsa pulun cümle alem kulun, yoksa pulun cehennemdir yolun” açıklamasını ilave etti. Tam o sırada Kavaracı “Yukarı mahallede bir yalan söyledim, aşağı mahallede kendim de inandım” izahını ekledi. Elindeki ananatla yanımıza gelen Hesapçı Dayı, “Bağ dibinde izin olsun, üzüm yemeye yüzün olsun” dedikten sonra yanımızdan ayrıldı. Kabaş Mehmet, “Bu iş, Kabakçı’nın muskası gibi uzadı” cümlesiyle sözünü tamamladı.
Kocagöl’e geldik. Koyunlarını sulayan Çoban Süleyman, bizi görünce “Bu hafta bir taş attık!” Allah izin verirse gelecek ay nişanımız olacak. Oğlumuz vatan borcunu bitirdi. “Baş göz etmenin zamanı geldi”. Onun bu sözlerini duyan Birinci Arkadaş, “Arkan kalın her halde?” cevabıyla hayretini gösterdi. “Serçeden korkan kumdarı ekmez” çıkışıyla karşılık verdi Çoban Süleyman. Biz de onu “Koyunun kaval dinlediği gibi” dinliyorduk. Üçüncü Arkadaş, “Kayı Pazarı her hafta kurulur ama karı pazarı bir kez kurulur”, aman dikkat edin der demez Sarı Hüsem, “Haydi bakalım hayırlısıyla; pazara kadar değil, mezara kadar olur” inşallah, diye dua etti. Ta o sırada Topal Ayşe Ebe, yanımızdan geçiyordu. Bizim konuştuklarımızı işitince; “Üzülme Süleyman, sabır ile koruk helva olurmuş” sözünü söyledikten sonra yanımızdan uzaklaştı. Camal Ramazan, Kocagöl’ün kenarına oturmuş ve derin derin düşünüyordu. Gördün mü Ahmet dedim “Irgatın şaşkını güne karşı otururmuş”. Sonra ona selam verip Hakkıların oraya saptık.
Hakkılar bir duvarı açık eyvan gibi bir odada ekmek yapıyorlardı. “Bereketli olsun!” der demez, bize, “Buyurun, size de bezirme yağlıyalım!”. İsterseniz bir “yumurta cızdıralım” der demez; “Allah razı olsun!” karşılığını verdik. Bir yandan da yapsalar diye birbirimize fısıldadık. Neden istemiyorsunuz diyen Huriye Nine, “Yerin, göğün beğenmediği” Kısa Şerif bile on yumurta cızdırtmış da yine karnı doymamış. Hepimiz bu söze karşılık kahkaha ile güldük. Yufka açıyorlardı. Bu arada birer tane bezirme yaptılar. Üstüne tereyağı sürdüler ve bir de peynir ektiler. Ne yedik ama ne yedik. Karnımız “Ramazan davulu gibi şişti”. Şişmanladık deyince Meryem Ebe, “Gözünüzün önünde duracağına, karnınızda dursun” afiyet olsun, yarasın!” duasını yaptı. Gülümseyen gözlerimizle, sevecen seslerimizle, onlara teşekkür ederek yanlarından ayrıldık.
Hakkıların odaya geldik. Çingen Tahir, ailesi ile odanın önünde oturmuş sepet örüyorlardı. Bu arada annesi bir şeyler anlatıyordu. Çingen Tahir, annesine “Haydi oradan kara karı; açlığından nefesin kokuyor, yine beylikten kalmıyorsun” der demez annesi de, “Kahve de, karabiber de karadır ama, beylerin paşaların sofrasında ikram edilir” sitemini etti. Odanın içinden gelen genç bir adam; “Arpa darı unun olsun, güzel çirkin karın olsun” diye çıkıştı. Genç kadınlardan birisi, Çingen Tahir’in ördüğü sepetlerin sapını koluna geçirdikten sonra; “Şekerim var ezilecek, mahallem var gezilecek” dedikten sonra eteklerini yellendire yellendire Aşağı Çeşme’ye doğru yürüyüp gitti. Tahir anasına “Yünmüş arınmış kazan taşı gibi apak” karı, beni gelenlerin yanında mahçup ettin! Narasını atınca, yaşlı anası, oturduğu yerde sağa sola sallandıktan sonra; “Dört günlük yiyeceğimden kalırımda, bir günlük diyeceğimden kalmam” dedikten sonra kaşlarını çattı. Ortalık karışıyor, kavganın içine girip “Odun yaran ile karı dövenin yanına yaklaşılmaz” deyip oradan uzaklaştık.
Kocabaşlıları gürültüleri, kavgaları içinde bıraktık. Aşağı Cami’ye doğru yürürken dut ağacının dibinde tembel tembel oturan birisi; adeta iş olsun der gibi “Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?” sorusunu sordu. İkinci Arkadaş, “Büberlerden Zıngıllara kadar gezdik. Şimdide Molla Omar’a un öğütmeye gidiyoruz” diyerek; gereksiz bir soruya içi boş cevap verdi. Bu arada okulun olduğu yerden ak sakallı Durmuş dede ile oğlu geliyordu. Aralarında anlaşamadıkları bir konu üzerine hareretli bir şekilde konuşuyorlardı. Yanımıza gelince Durmuş dede, “Oğlum bu yağın yeter emme inşallah Allah beni, sana düşürmesin!” çıkışını yaptı. Oğlu da “Babacığım, hamama giren terler, hem de kar yağdığı zaman tozar” karşılığını verdi. Biz de merak ettik. Oğlan babasının yanından biraz ayrılınca, ona, “Hayırdır inşallah!” sorusunu sual ettik. O da “Anamın öldüğü babama yaradı, babam da köyce köyce karı aradı!” cümlesini söyledi. Dördüncü Arkadaş onun yüzüne bön bön baktı. O da durumu fark etti. “Geçen sene anam öldü. Babam durmadan beni evlendirin diyor. Kavgamız bu” açıklamasını söyledi. Üçüncü Arkadaş, “Baş göz edin o zaman!” diye söyledi. “Yahu, bundan sonra babamı ancak kabak suyu paklar!” dedikten sonra “Çal’da bir hanım varmış da” diye mırıldandı. Genç adam daha sinirli olarak: “Çallı’nın eşek bağladığı kazığı sökeceksin” demiş atalarımız hiç duymadın mı? Der demez babası Soğuk Kuyu’ya, o da, “Aklıma kurt düşürdün” deyip Davulculara doğru çekip gitti.
(Devam edecek) Halil GÜLEL
Düsseldorf / 21.12.2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.