- 794 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kürtün'de Av...
Kürtün’de Av
Ilgın’da tövbe ettiğim tavşan avı üzerinden yıllar geçmişti. Kürtün’de sürekli yemek yediğim lokantada bir tüfek asılıydı. Kimin diye birkaç kez sordum. “ Kimin olması önemli değil, ihtiyaç varsa alabilirsin” Demişlerdi. Karlı bir hafta sonu “Tek Kırma” denilen fişek koymak, yani doldurmak için namlusu fişek yatağından itibaren kundağından bölünebilen tüfeği ödünç aldım. Yan yana iki gözlü olanlarına “Çifte”, iki gözü üst üste olanlara “Süperpoze” deniliyordu. Bakkaldan da birkaç fişek aldım. Yukarılara, dağlara doğru patika yollardan yürüdüm.
Dağlarda olmak bana hep güven, özgürlük ve güçlü olma duygusu vermiştir. Dağlarda dağlarla birlikteydim. Hiç yalnız olmadım dağlarda, zor olan kentlerdeki yalnızlık dışlanmak, ötekileştirilmek… Kentte yabancı olmak, yalnız olmak zor …
Herkesle yalnızsam kendimle doluyum,
Cıvıl cıvıl yüreğim,
Akortlayamıyorsam kimseye gönül telimi
Solo çeker kafam,
Söyler yüreğim…
Ah! Şu benim yalnız yüreğim… Muhacir yüreğim, kendine söyleyip, kendine dinletemeyen yüreğim… Sözüm geçmez sana, sana akıl kar etmez…
İstanbul gibi koca bir kent beni bunaltmıştı, daralmıştı yüreğim, kendimi dağlara atmak için can atıyordum. İşte istediğim yerdeydim. Ancak bu sefer dağlarda olmak da teselli etmemişti beni, eksik olan bir şey vardı yaşamımda… Bana ait olmayan bir şey, benden olması gereken bir şey, neydi biliyorum ama yoktu… İstanbul’da da yoktu, dağlarda da yok. Bu yokluk beni her yerde bunaltıyordu… Halbuki İstanbul’dayken bir ulaşabilsem dağlara, kimsesizliklerde, ıssızlıklarda ne kadar mutlu olacağımı düşünmüştüm.
Karda ayak seslerim, rüzgarın namlunun ucundaki ıslığı, bazen de taaa aşağıdaki derenin rüzgarla gelen sesi…
Bağıra bagıra türküler söyleyecektim dağlarda, bunu çok özlemiştim.
Hüseyinim geçiyor gençlik çağlarım
Ya beni de götür ya sen de gitme….
Diyecektim… Hatta diyemeyecektim. Bu türküyü söylerken ağlayacaktım… Kimse görmeyecekti… Babam ilk defa beni Kürtün’e uğurlamadan önceki akşam bağlama çalarken usulca bu türküyü söylemişti. Söylerken de gözlüğünün üstünden bana bakmıştı…
Mesaj alınmıştı…
Hüseyin’i dağlardaydı, Oldum olası dağlara acımışımdır. Ben dağ olmayı bilirim. Dağ olmak zor zenaat, dağ olmak zor, sana yaslananlara arka olacaksın bir kere, asla ihanet etmeyeceksin. Orman barındıracaksın her şeyden önce, orman… Orman deyip te geçme, ağacı, böcüsü börtüsü içinde, kurdu kuşu içinde… Kuytularında çobanlar barınacak, ateşler yanacak üstünde, dağ ateşleri… Eşkiya barındıracaksın… Ferman padişahındır diyenlerin olup, bağrına basacaksın, zulmeden padişahlara direnenleri. Bu yüzden sana sığınanları asla vermeyeceksin… Bu senin varlık sebebin olacak…
Çırpına çırpına kendini sana vurup, oyarken altını denizler, sen dim dik ayakta durup kıyı olacaksın onlara… Başına topladığın bulutlarla avunacaksın… Aşkları için delecekler seni, onların adı FERHAT olup, sen delindiğinle kalacaksın…
Ah! Ah benim deli olmadan divana olan yüreğim… Dağlanmış yüreğim…
“ Tutamyar elinden tutam…Çıkam dağlara dağlara ” “Dağlar dağladı beni, gören ağladı beni…” Başı duman pare pare, yol ver dağlar…” “Dağ başını duman almış…”
Dağlarda, dağlara takmış, kendimden geçmiş haldeyim. Değişik duygu ve düşünceler içinde karlarla kaplı Kaçkar dağlarında, patika yollardan Topkara mahallesine yaklaşmıştım. İlerilerden bir insan silueti yerinde duramıyor, zıplıyor el kol işaretleri yapıyor… Islıkla bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Kime olduğunu, ve ne anlatmak istediğini anlamaya çalışıyorum. Anlamak çok zor.
Hüseyinim geçiyor gençlik çağlarım
Ya beni de götür ya sen de gitme…
Mırıldanıyorum. Bağıra bağıra söyleyecektim. Sesim çıkmıyor. Boğazım düğümlü, yutkununca yutulmayan, öksürünce atılmayan bir şeyler var yine tıkılan boğazımda…
İlerden bağırıp işaretler yapan kişi yaklaştıkça işaretlerin bana yapıldığını, durmamın istenildiğini anlıyorum. Durup yaklaşmasını bekliyorum. Gelen bir öğrencim. Heyecan ve panik içinde;
- Öğretmenim, burada ne yapıyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?
Allahım! Burası neresi ? Ben neredeyim? Neyim ? Kimim? Neden buradayım? Nereye gidiyorum?… Ne kadar zor sorular. Hiç bir şey bilmiyorum… Elimdeki tek kırma tüfeği fark edip,
- Ava gidiyorum. Dedim.
- Bu tüfekle mi Dedi.
- Evet, ne olmuş ki?
- Öğretmenim, canınıza mı susadınız ? Bak biraz daha gelseydin ayı kapanına yakalanacaktın. Ayağın kırılırdı. Buralarda tuzaklar, kapanlar doludur. Bilmeyen yakalanır, sakatlanır. Rasgele gezilmez. Hem o tek kırma ile ne vuracaksın ki? Ayı, kurt çıkarsa ne yapacaksın?
- Yavrum, ayıyla, kurtla işim olmaz, ben tavşan kuş ne bulursam onları vuracağım. Dedim. O tür küçük hayvanları aşağıda dere kenarlarında, mezarlıkta bulabileceğimi, yukarıların tehlikeli olduğunu söyledi. İnanmıştım. Döneceğime söz verdim, teşekkür ederek ayrıldım. Geldiğim yerden geri dönmek uzun zaman alacaktı, aralardan biraz tehlikeyi göze alarak çok çabuk inebilirdim. Yol ve güzergah hesabı yaparken tanımadığım iri bir kuşun uçtuğunu gördüm. Ateş ettim. Vuramadım. İleride konduğu yeri fark ettim. Yeniden doldurdum tüfeği, yavaşça yaklaştım. Horozu kaldırdım kuşu gördüm atış pozisyonuna geçtim. Başka bir dala zıpladı. Pür dikkat kuşa bakarak bir adım attım. Kaydım, düştüm. Düşerken tüfek elimden kurtulmuştu. Önümden aşağıya doğru hızla kayıyordu. Ben de peşinden...Bir an tüfeğin dolu olduğunu, horozunun kalkık ve emniyetinin açık olduğunu hatırladım. Bu benim sonumdu. Nereye olduğunu bilmeden bir yandan karlı buzlu yamaçtan aşağı doğru her an patlayabilecek bir silahın peşinden kayıyordum.
Kulaklarımda yıllar öncesindeki tavşan sesi yankılanıyordu. Tövbe etmiş, tövbemi bozmuştum. Bir kuşa kurşun sıkmıştım… İlahi adalet ve ilahi son… o kaydığım birkaç saniye içinde neler gelmiş geçmişti gözlerimden. O sırada aşağılarda hizamda bir çalı gördüm. Tüfek takılmadı. Ben tutunabildim. Kendime gelinceye kadar kıpırdamadan bekledim. Tüfek, bir alttaki çalıya takılmıştı. Büyük bir özenle aldım. Bildiğim bütün duaları ederek namluyu kara batıra batıra, dallara çalılara tutunarak patikaya ulaştım. Tüfeği temizledim. Kalan fişeklerle birlikte teslim ettim. Bu benim av için son kez bir tüfeği elime alışım olmuştu…
Ah! Ah! Tövbesini bozan yüreğim. Hain yüreğim, zalim yüyreğim…
YORUMLAR
Oldum olası dağlara acımışımdır. Ben dağ olmayı bilirim. Dağ olmak zor zenaat, dağ olmak zor, sana yaslananlara arka olacaksın bir kere, asla ihanet etmeyeceksin. Orman barındıracaksın her şeyden önce, orman… Orman deyip te geçme, ağacı, böcüsü börtüsü içinde, kurdu kuşu içinde… Kuytularında çobanlar barınacak, ateşler yanacak üstünde, dağ ateşleri… Eşkiya barındıracaksın… Ferman padişahındır diyenlerin olup, bağrına basacaksın, zulmeden padişahlara direnenleri. Bu yüzden sana sığınanları asla vermeyeceksin… Bu senin varlık sebebin olacak…
Hey beee ! anlatıma bakın...
Tebrik ederim hocam nefis bir yazıydı....
Dağ olmak zor zenaat....