- 1644 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Obsesif Kompülsif Nevroz ( 2 )
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Dar sokak, yokuşun sonuna kadar parke taşlarıyla döşeliydi. Sokağın her iki yanında dizilmiş ikişer katlı ahşap Ermeni evleri, yılların acılarını, mutluluklarını ve çoktan unutulmuş anılarını ahşaplarına işlemişler, işledikçe de kendi kaderleri gibi siyaha boyamışlardı!...
Siyah beyaz eski İstanbul kartpostallarından görmeye alıştığımız her ayrıntının kokusu, sokağın başından sonuna kadar hissediliyordu. O resimler sanki burada çekilmiş tiler. Paslı vita tenekelerinden yapılmış saksılarının içinde unutulmuş ve susuzluktan yarısı kurumuş çiçekler, cumbalı evlerin pencerelerinde ki demir korkulukların kenarlarından aşağıya sarkıyorlardı. Pembe yanaklı utangaç kız çocukları gibi boyunlarını bükmüştüler.
Bu görünümüyle sokak; İstanbul’un gökdelenlerine inat, hala yarım asır öncesini yaşıyor ve yaşatıyordu. Pencere kenarlarında ve çatıların üzerilerinde ki rastgele monte edilmiş çanak antenler de olmasaydı, belki de hiç kimse bu sokakta şu an, iki binli yılların yaşandığının farkında bile olmayacaktı!...
Yaşlı adam, sağdan ikinci evin kapısının önündeki taş basamağa poşetlerini bırakarak elini cebine attı. Cebinden, arkasında kalın ve eski bir çaput bağlı olan kocaman anahtarını çıkartıp, titreyen elleri ile anahtarı göbeği hizasındaki anahtar deliğine soktu. İki defa sağa doğru çevirip, kapının pirinç elceğini aşağıya doğru bastırıp itti. Kapı, gıcırtıyla açıldı.
Evin kendine has küflü kokusunu hiç yadırgamadan, ayakabılarını dış kapının basamağında çıkartarak, poşetlerini de alıp içeriye girdi. Sağ ayak baş parmağı, erimiş çorabından dışarıya fırlamıştı...
Kapıyı kapatıp, içeriden iki kez kilitledi.
Üç dört adım attıktan sonra, soldaki küçücük mutfağın kapısından içeriye girdi. Elindeki poşetleri, mutfak lavabosunun altındaki gerili ipe asılı perdeyi kaldırarak, boş zeytin yağı tenekeleri olan daracık boşluğa bıraktı.
Mutfağın karşısındaki diğer odanın kapısına doğru seslendi;
- Ayşa !... Akşam yemeğine sana fırında patates yapacağım!.
Hiç bir cevap alamadı. İçeriden sadece televizyonun sesi geliyordu...
Lavabonun içerisinde ki, bir kaç parça yıkanmamış kirli kap kaçağa aldırmadan, mutfaktan çıkarak, üzerindeki paltoyu koridorun duvarında çakılı bulunan kocaman paslı çiviye astı ve mutfağın tam karşısındaki odaya doğru ilerledi...
Pencerenin dibinde ki tahta divanda yaşlı bir kadın uyuyordu. Kadının üzerindeki pike burnuna kadar örtülmüş, sadece gözleri görülüyordu. Küçücük bedeni, pikenin altında neredeyse kaybolmuş, çit sıktığı eşarbı gevşemiş, beyaz saçlarının bir kısmı saten yastığın kanaviçe desenlerine karışmıştı.
-Yine açık bırakmış bu televizyonu. Bir türlü öğretemedim şu kumandayı kullanmayı!.
diye söylenerek, kadının uyuduğu yastığın altından kumandayı eline aldı.
Televizyonda yine bir izdivaç programı vardı.
Kendi kendine;
-Yetmişinden sonra koca bulacak herhalde bizim hatun?
derken, muzipçe gülümsüyor ve kafasını sağa sola sallıyordu.
Tek kişilik, ceviz ağacından iskeleti olan koltuğuna geçti. Kumandanın tuşlarına basarak kendine göre bir haber kanalı buldu.
-Sen mi geldin bey?
dedi kadın.
Haber spikerinin tok sesiyle uyanmıştı.
Üzerindeki pikeyi beline kadar açarak, yavaşça tahta divanın üzerinde doğruldu. Sol tarafını, geçen yıl geçirdiği bir felçten dolayı tam olarak kullanamıyordu. Daha, yeni yeni bastonunu kullanarak tuvalete kadar gidebilmeye başlamıştı. Geçirdiği onca sıkıntıdan sonra buna bile şükrediyordu!.
-Bu gün nasılsın?
diye sordu yaşlı adam.
-İyim bey. Beni merak etme!. Ne zaman şu televizyona baksam dalıyorum farkında olmadan.
-Patetes ile soğan aldım gelirken beşer kilo.
dedi ve ekledi adam;
- Artık bol bol yeriz!.
-İyi yapmışsın.
diyerek cevap verdi yaşlı kadın.
-Akşama sana fırında patates pişireyim.Şöyle bol kıymalı.Gör bak nasıl yapılırmış!. Güzel olur haa!...
Son cümleyi tekrarladı yaşlı kadın;
-Güzel olur!...
Kadının gözleri daldı bir an.
"Yaklaşık bir yıldan beri yemekleri kocası yapmaktaydı. Onun bu durumuna da üzülmüyor değildi hani!. Fakat yaşlılık işte!. Elden bir şey gelmeyince, iyileşmek için dua etmekten başka yapacak hiç bir kalmıyordu ki!.
Altı ay öncesine kadar kız kardeşi gelip gidiyordu bazen karşıdan. Bayağı zahmet vermişti ona da üstelik. Dizlerindeki ağrıdan ve tansiyondan muzdarip idi kız kardeşi de. Altı ay önce, bir akşam üstü onuda ambulansla hastahaneye kaldırmışlar, on günlük tedaviden sonra taburcu etmişlerdi. O günden sonra, sıcaklarda evden çıkmamasını tavsiye etmişti doktoru.
Gidişi gelişi zaten bu trafikte üç saat sürüyordu...
Şimdi nasıldı ki acaba ?."
Aradan yaklaşık yarım saat geçmişti...
Yaşlı adam;
-Ben artık mutfağa geçeyim hanım!.
dedi.
Ayağa kalkarak kumandayı yaşlı kadına uzattı. Mutfağa doğru ağır ağır yürümeye başladı. Ayağındaki uyuşukluk biraz olsa da düzelmiş gibiydi.
Az sonra, mutfaktan seslendi;
-Soğanı da bol olsun mu hanım ?
Yaşlı kadın, cılız bir ses tonuyla içeriden cevap verdi;
-Suyunu da bol koy bey!... Yanmasınlar sonra!...
ahad…
YORUMLAR
yazınız güzel anlatım akıcı ama neden bu kadar karışık bir isim koydunuz , garip geldi..daha sade olabilirdi
ahad karacan
Kısaca tıpta " takıntı" hastalığının adıdır karışık gördüğünüz başlık. Çay bardağı ile ilgili paragrafı okursanız göreceksiniz. Teşekkürler...
psikolojik kişilik değerlendirmesi gibi olmuş.
herkesin kendine paylaşım çıkarabileceği bir hikâye.
çokça beğenim ile değerli yazar.
iyi günlerr...
ahad karacan
Kendisiyle Obsesif Kompülsif Nevroz ( 1 ) ile tanışma fırsatı bulduğum yazar, hikayelerininde dinlendirici, akıcı ve duru bir anlam kullanırken, diğer yazı türlerinde kişiyi düşünmeye iten,içi dolu, anlam yüklü bir anlatım seçiyor gibi geldi:)
Takip edeceğim yazarlardan olduğu kesin.
Tebrik ederim gün seçkisinin yazarını, sevgiler / saygılar
İşte edebiyat. Lafı dolandırmadan, arı duru, etkili bizden bir anlatım ve dil, bizden bir kurgu. Hep dediğim gibi, bu sitede kitabını okumak istediğim üç yazardan biri de sizsiniz. İnşallah bu en kısa sürede mümkün olur.
Kaçırdığım çalışmalarınıza döneceğim şimdi. Henüz vaktim varken, sabahı Ahad Karacan edebiyatıyla savmak iyi olacak.
Kutluyorum.
Saygılar.
ahad karacan
Herkesin kendinden bir şey bulabileceği bir öykü... Ben de alışverişe çıkıp bir kahvehane sandalyesinde ya da yol kenarı bankında soluklanmadan evine ulaşamayan bir koah.lı yaşlı olarak kendimi buldum öykümde; sadece eşim ne kadar hasta olursa olosun mutfak işlerini yapmak zorunda kalıyor, çünkü yumurta kırmayı bile beceremiyorum.Anlatımınız profesyonelce. Özenli yazmanız beni hep etkiliyor. Saygıyla