- 870 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ACABA ŞENMİSİN KEDERİN VAR MI..?
Kasabaya gelen sirkteki palyaçonun hikayesini çoğunuz bilirsiniz.
Adam, kasabanın doktoruna gider ve çok mutsuz olduğundan, hiç bir şeyin kendisini neşelendirmediğinden yakınır. Doktor: “Kasabaya gelen sirke gitmediğiniz anlaşılıyor. Önce gidip oradaki palyaçoyu seyredin. Sonra gelin. O zaman konuşuruz. Gelirseniz tabi…” der karşılık olarak.
Adam, doktorun yüzüne bakar ve: “Sirkteki o palyaço benim doktor!” der acı bir gülümsemeyle…
“İnsan hayatı pamuk ipliğine bağlıdır” diye bir söz vardır, ki çok da doğrudur.
“Dünya” dediğimiz gezegendeki konukluğumuza nerede, nasıl ve ne şekilde veda edeceğimizi bilmemiz mümkün değil kuşkusuz. Ancak hem kendimizin, hem başkalarının hayatını bir anda karartma ihtimalinin olabileceğini bilmemiz olası yine de.
Kiminle iki çift laf edecek olsanız hemen herkes, manevi değerlerin, ahlaki güzelliklerin hızla tüketildiğinden. Sosyal yaşamın temeli ve en önemli gereksinimi olan insan ilişkilerinin giderek daha da zayıfladığından dertlenir çaresizce. Yaşları ilerlemiş olanlar ise bu yitimlere daha çok içlenir ve sözleşmiş gibi: “Ah..nerede o eski terbiye, o eski saygı, o güzelim komşuluklar…” sözleriyle sanki geçmişin yasını tutarlar için için.
Vefat eden bir komşunun ölmüş olduğunun, günler sonra evinden gelen kokudan anlaşılması. Hatta köpeğiyle yan yana yatan iki cansız bedenle karşılaşması da günümüz acı gerçeği değimlidir maalesef.
Son zamanlarda artan intihar ve cinnet olaylarına bakıp, bunlara yorum getirirken, dönüp bir de kendimize bakmamız ve bu çok ciddi konuda bizim sorumluluğumuzun olabileceğini de düşünmemiz, irdelememiz gerekmez mi?
Bir insan sahip olmak istediği pek çok şeye sahip olmuş olsa da. Gıptayla, hayranlıkla izlense de. Başarılı, önemli, değerli biri de olsa…
Çeşitli sürprizle dolu bu hayat yolunda, ayağını kıstıracağı beklenmedik tuzakların pusuya yatmış olabileceği gerçeğini aklından çıkarmamalı yine de.
Karmaşık bir makineye benzetilen insan yapısının bir anda insana ne oyunlar edeceğini kim bilebilir…
Hiç ummadığımız kimselerin bile bir anda uçurumun tam kenarında. Bıçağın en keskin yerinde yürüyor olabileceklerini unutmamak gerek. Bu nedenle birbirimizi de…
Öncelikle merak edelim birbirimizi. Arayıp soralım. İçten, samimi bir iki cümleyle gönül alalım. Olur olmaz şeyler için harcadığımız zamanımızın birazını da birbirimize ayıralım. Elimizin altındaki onca iletişim araçlarını sevgimizi, ilgimizi birbirimize iletmek, hissettirmek amacıyla kullanalım daha çok.
Edinilen alışkanlıklardan kurtulmak ne denli zorsa. Edinebilmek de o kadar kolaydır. Bilirsiniz…
Yaşamı boyu gölgeyi kendine, günışığını daima başkalarına armağan eden meleklerden de melek annemin, çocuk yaşlarımdan itibaren edinmemi sağladığı değerli bir alışkanlığı bu günlere kadar taşımaya çalıştım ben de zevkle.
Yüreğim sıkkın, yüzüm bulutlu olsa da, aydınlık coşkulu bir sesle “Günaydın!” diyorum telefonun öteki ucundaki bir tanıdığıma. Ve ardından mütevazı kahvaltı masama konukluğunun beni çok mutlu edeceğin söylüyorum. Sesimin “içini ısıttığını” söylüyor. Ve güle söyleye oturuyoruz masaya.
Bir arkadaşımın annesinin ölümünün seneyi devriyesi olduğunu hatırlıyorum. Ya telefonla arıyorum, ya uğruyorum hüznünü paylaşmak için.
Bir başka arkadaşımın evlilik yıldönümü. Bir şeyler karalayıp usulca atıyorum posta kutusuna evi yakınlardaysa. Ya da ellerimle yetiştirdiğim küçük saksı çiçeklerinden armağan ediyorum.
Kızımın bir arkadaşının doğum günü. Arayıp kutluyorum. Şakalar yapıyorum. Kızıma: “Annelerimizi değiştirelim!” diye mızıldanıyor…
Ziyaretlerine habersiz gitmemin kendilerini çok sevindireceğini bildiğim dostlarıma ‘çat kapı’ yapıyorum. Tatlı çığlıklarına komşular çıkıyor kapılara.
Teyzesiyle birlikte yaşayan kültür dostlarımızdan bir erkek arkadaşımızın, hastanede tedavi gördüğü süreçte ben de yaşlı teyzesine refakat ediyorum evlerinde.
Aniden bastıran sağanağa yakalanıp, ağaç altlarına sığındıklarını gördüklerimi evime davet ediyorum balkondan seslenerek.
Yolda yürüdüğüm sırada, gideceği semti soran bir genç kıza durağa kadar eşlik edip otobüse binmesine yardımcı olmaya çalışıyorum.
Özellikle sıkıntılı, acılı günlerinde yanlarında olmaya can atıyorum tanıyıp bildiklerimin.
Esenkent sırtlarındaki küçük, müstakil evinin küçücük bahçesine ‘gözleri okşaması’ niyetiyle ektiği soğan ve maydanoz tarhlarından topladığı iki küçük demeti çatama atıveren Fatma Hanım, benim de onları canım komşum Ülkü’cüğümle paylaştığımı bilseydi çok gülerdi mutlaka.
Verdiği sözde pek duramayan. Randevularını unutan. Oldukça da vefasız olan bir arkadaşıma küçük sitemler ediyorum ara sıra.
“Ay, Tülin Hanımcığım!..O güzel sözlerinle boynuma dizdiğim inci kolyeye bir inci tanesi daha eklendi.” diyor içtenlikle.
Çarşıda, pazarda, sokakta, parkta rastladığım ve hiç tanımadığım insanlarla ayaküstü iki laf etmeden, şakalaşmadan, haklı uyarılarda bulunmadan geçirdiğim günü yaşanmamış sayıyorum.
Dağarcığıma doldurduğum renk renk sevgileri dağıtıyorum avuç avuç. Çünkü biliyorum ki bunların hepsi bedava!
Ve üstelik Bir Ömre Bedel…
YORUMLAR
Güzel yazınız için teşekkürler.
Yazınız ara ara aklıma takılan ik konuda yeniden düşünme fırsatı verdi.
Biri, depresyonun ne kadarı beynimizde ne kadarı ruhumuzda sorusu. Pozitif bilim herhalde bu soruya güler geçer. Ama bir yandan da düşünüyorum, modern toplum olmadan önce biz, bu kadar intihar bu kadar cinnet var mıydı acaba? Beynimizde serotonin azalıyor diye depresyona giriyorsak eğer, ninemizin dizine uzanmanın ya da dere kenarında oturmanın bu serotonin mübareğine nasıl bir etkisi vardı ki, bu da geçer ya Hu deyip gönlümüzü iyileştirebiliyorduk doktorsuz ilaçsız. Ne ağır konu!
İkincisi- ikincisi neydi unuttum..evet ikincisi de daha çetrefilli kişisel bir sorun. Güleryüz göstermek işimin bir parçası olduğundan bir süre sonra neyi kimin rızası için yaptığımı unutuveriyorum ve profesyonelliğin kalbimin çevresini çelik konstrüksiyon gibi sarmaması için arada sizler gibi iyi kalpli insanların yazılarını okumaya çok ihtiyacım oluyor.
Yakındaysanız ben de birgün kahvaltıya gelebilir miyim?
Selamlar.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Yine bilinen bir sözdür: İnsan kendi kendinin doktoru olmalı, derler ya hani. Boş verelim psikologu, psikiyatrı bana kalırsa. Bakın mesela, eskiden hasta bulamazlarken şimdilerde aylar sonrasına randevu verebiliyorlar ancak. Çok da şanslı bir branş bence. Her hasta onlar için kalın bir ders kitabından çok daha öte bence. Kahvaltı konusuna gelince. Kaç kişi isterseniz toplayıp gelebilirsiniz. Yalnız çok mütevazı bir masa olacaktır. Bilgilerinize…
Yer: Kadıköy/Çağdaş konukevi…
cizgilikagit
Yaşama pozitif bakış açınız ve yardımseverliğiniz için sizi kutlarım Tülin hanım..."Dost arıyorum" der şair...
İnanın bu günlerde palyaçodan bile beter haldeyim...Milleti güldürürken benimde içim kan ağlıyordu.
Umarım bir gün bende sizin gibi bir dosta rastlarım.Yazınız en azından moral çıtamı yükseltmiş oldu.
Teşekkür ederim.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Sevgiyle kalın..