- 1551 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİLİYE MEKTUP
“Sevgili Ruhumun ikizi;
İşyerimin filmlerde olduğu gibi beş altı basamakla inilen merdivenleri yoktu ki; bu akşam iş çıkışında, kararsız adımlarla inerken en son basamakta birkaç saniye durup düşündükten sonra, elimdeki izmariti bir kenara fırlatarak ani kararla bir tarafa yürüseydim. Öyle olmadı elbet! Yazdan kalan çok güzel bir akşam vardı ve bende hiç düşünmeden kabanımın yakalarını kaldırdım, ellerim cebimde saatlerce seni düşünerek yürüdüm sevgilim... Gurbette özlem çekmenin acısını bir tek sen anlarsın diye, hayalinle konuşarak hasret giderdim.
Her taraf sokak ve vitrin lambalarıyla aydınlatılmıştı. Arabalar ise oyuncakmış gibi geldi bana. Kaldırımlar nehir yatağı misali insan akıyordu. Nedense, sanki hepsi benim gelişimi beklercesine, ters yönde yürüyorlardı! Allah’tan, benimle aynı yönde yürüyen tek tük insan vardı da, başka bir gezegende olduğumu düşünmedim. Buranın insanları da, arabaları da, ışıkları da bana çok yabancı geliyor. Tek yabancısı olmadığım elbiselerim, sen ve senin hayalin. İyi ki sen varsın sevgilim.
Sabahları yine zor bela uyanıyorum. En kötüsü ise saatlerce dolmuşu bekledikten sonra kalabalıktan dolayı binememek. Öyle ya da böyle, ucu ucuna işe yetişiyorum. Kahvaltımı iş yerinde yapıyorum.
Sigarayı günde iki pakete çıkardım. Beni nasıl düşündüğünü biliyorum. Şimdi yüzünü buruşturarak neler mırıldandığını duyar gibiyim! Hadi üzülme, bak üzülürsen dayanamam yeni bir sigara daha yakarım...
Göz nurunla dokuduğun kazağı hiç çıkarmıyorum üzerimden. Altına buradan bir pantolon aldım çok yakıştı, severek giyiyorum aşkım.
Saat gece yarısı oldu. Eve az önce geldim. Öyle içimle yaşadım ki seni, “Yanımda ki sen miydin, yoksa orada kalan mıydı hayalin,” bilmiyorum? Yatmayı düşünüyordum ama sana yazmak için vazgeçtim. Mektubuma esrarengiz bir hava katmak için ilerleyen satırlarımda, “Bu mektubu büyük ihtimalle göndermeyeceğim aşkım” diye yazsam da inanma, yalan! Biter bitmez hemen postaya atacağımı biliyorum.
Sen sevgilim, aşkım, onurum ve gurur kaynağımsın. Sadece bunlar değil elbet. Hatta bunlardan daha önemli ve kıymetli olan şeysin... şey!... Şey?
İnan bilmiyorum aşkım. Bu, varlığını hissettiğim ama ne olduğunu bilip de anlatamadığım, tarifi çok zor bir duygu sevgilim!
Aşkın, sevginin, onurun ve sevgilinin ne demek olduğunu biliyorum. Hatta onları tutup okşayacak kadar bedenimle hissede biliyorum. Gerekirse yarım yamalak tariflerini bile anlatırım sana. Tek bildiğim, bu tarifini yapamadığım güzellik her ne ise, aşk ve sevgi onunla gerçek olup anlam kazanıyor. Hayat ancak onunla yaşanabilir.
Yüreği sevgi dolu olan her insan etrafına sevgiyi, mutluluğu ve iyiliği aşılamak ister. Elinden geldiğince anlatmaya çabalar. Yine de, nefretin ve kinin her türlüsü değişik şekliyle dünyanın dört bir yanında tüm hızıyla devam edip duruyor. İşte, o tarifini yapamadığım, varlığını hissedip ama göremediğim, aşkın ve sevginin gerçek tamamlayıcısının yaşayıcısı olarak çok mutluyum. Eğer o gerçek tamamlayıcının ne olduğunu birisi bularak insanlara tarif edebilse, inan tüm kötülükler son bulur. Yunus’un, Mevlana’nın, Kerem ile Aslının ve nice gönül dostunun, bu tarifsiz duyguyu anlatamamamın ezikliğini şiirlerinde, hikâyelerinde yaşadıklarını da biliyorum.
Bu tarifsiz duygunun, içimden taşarak dünyamı dolduran mutluluğunun ser-hoşluğuyla, mektubumun ucunu yakar mıyım ve arasına kurumuş bir çiçek koyar mıyım, bilmiyorum! “Ama mektubu sana göndermeyeceğimi biliyorum sevgilim!...”
Şuan aramızda binlerce kilometre varmışçasına seni çok büyük özlüyorum sultanım. Öyle bir özlem ki bu, seni, yürek çarpıntını duyacak kadar yakınımda hissediyorum... O tarifsiz duygunun her şeyimizi gerçeğe dönüştüren aşkıyla, seni ömrüme hayat diye çok seviyorum.
Ruhunun İkizi.”
Adam mektubun ucunu yakmayı düşündü, vazgeçti. Çünkü yakacak yer kalmamış, kâğıdın her yerini yazarak sonuna kadar doldurmuştu. Arasına koymak için etrafında çiçek aradı bulamadı.
Mektubu itinayla katlayıp zarfa yerleştirdi. Kokusu sevgilisine gider umuduyla, zarfın ağzını bolca ıslatıp yapıştırdı, masanın üzerine koyarak, adresini yazdı; “Sadece Sevgilime….”
Belki göndermekten vazgeçerim, endişesiyle telaşla kabanını kaptığı gibi evden çıktı. Birazdan adresi eksik yazdığını fark ederek geri döndü ve tamamladı; “Dünyanın en mükemmel insanı ve en güzel kadınına...”
Yağan yağmura aldırmadan, şimdi çok daha sakin kaldırımda hızlı adımlarla yürümeye başladı. İç cebine koyduğu mektubu ıslanmasın diye üzerini sıkı sıkıya eliyle bastırarak tutuyordu. Yanından süratle geçen arabanın tekerlerinden sıçrayan su ile sırılsıklam olmasına bile aldırış etmeden yürümeye devam etti. Karşı kaldırıma geçti, bu saatte açık olan ve her sabah sigarasını aldığı büfeciyle öylesine selamlaştı. Az ileride bahçeli kahvehanenin duvarına asılı olan posta kutusunu gördüğünde adımları bilinçsizce daha da hızlanmıştı. Önünde durduğunda, yerinden çıkacakmış gibi atan yüreğini, hızlı adımlarına bağladı. Hafiften eğilerek, bir eliyle posta kutusuna dayandı, diğer eliyle de çarpan yüreğine bastırarak dinlendi. Cebinde kırışmış olan zarfı önce düzeltti, kısa bir süre baktı, sonra da posta kutusuna attı...
Yüzünde çok büyük bir görevi tamamlamanın huzurunu gösteren tatlı bir tebessüm vardı. Elleri cebinde tekrar yürümeye başladı. Sigara yakmak için arandı, kalmamıştı. Büfeciye uğradı sigara istedi. Parasının üzerini beklerken, büfeci kasayı iyice karıştırdı, vereceği beş yüz bin lirayı bulamayınca adama: ”Yerine mektup pulu versem olur mu?” diye sorduğunda, adamın kahkahalarına bir anlam verememiş ve delirdiğini düşünerek korkmuştu...