TÜRK HALK MÜZİĞİNDE BİR DUAYEN; MEHMET DEMİRTAŞ
Hazırlayan: Bekir Yalçınkaya
Halk türküsü dediğimizde, aklıma öncelikle gelen sanatçılardan birisidir Mehmet Demirtaş.
Öyle, kendisine uzaktan bakıp yakın yorum yapanlar gibi bir bağım yoktur Demirtaş ile..
O’nu uzaktan uzağa dinlediğim yıllar, ta.. 1980’lere uzanır. Bağlamada tezene vuruşu, sesde insani içlendiren bir hâl verişi, eserlerinde tabii ve anonim geleneğimiz içinde, hep milli olanlarını derleyişiyle, bana hep bir Mehmet Erenler’i, bir Neşet Ertaş’ı, bir Refik Başaran veya Hacı Taşan’ı hatırlatan Demirtaş ile daha ziyade çok yakından tanıma kaidesi itibariyle 1987’li yıllardan sonra ahbablığımız başladı. Gazetecilik hayatımızın verdiği, ki özellikle Sincan’ın ilk göz ağrısı sayılan Yeni Ufuk’un cazibesi, bir çok edebi, siyasi ve sosyal kanattaki insanı çektiği gibi, Demirtaş’ı da çekme gücünü ortaya koydu. Sonra Mehmet Demirtaş’la; 1994 yılı Mayıs’ında Sincan’da hayata geçirdiğim KTV Televizyonu’nda başlayan sanat üzre dostluğumuz, sivil hayatta da hep mesafe katederek devam etti ve halâ da etmekte..
20 yılı aşkın bir zaman.. Bizde şiir ve nesiri yoğurup ehil kalıplara yerleştirirken, Mehmet Demirtaş’ta da saz ve sözü çıraklıktan, en usta hâle çevirmiştir. Uzun Hava’da insanın içini nefasetiyle dolduran ve düşünce âlemini sarıp sarmalayan bir üslûp geliştiren Demirtaş, yine kendisine KTV’de proğram verdiğim o yanık ses ve tiz sazıyla, Barak’ta büyük ustalığı bulunan Halit Araboğlu gibi, bu alanda da kendini göstermiştir. Barak ustalığından Bozlak gibi bir çok sanatçının ağır yükü olan, icrası zor eserleri de mükemmel bir maharetle çalıp söyleyen bu türkü üstadının kişilik tarifine uygunluğunda da olumsuzluk aramak abesle iştigaldir.
Ankara’nın Etimesgut İlçesi’ne bağlı bir köy olan Bağlıca’da, hemen hepimizin ilk yaşları itibariyle meslek bildiği çobanlıktan büyüme, türkü tenennümünü belki de koyun ve kuzu meleyişinden alan Mehmet Demirtaş, öz Anadolu çocuğu ruhuyla yetişmenin geleneğini, mutlak surette eserlerine yansıtmıştır. Ankara dediğimizde aklımıza ilk gelen ve Milli Mücadele’nin Ankara Ateşi olarak kabul gören Seymenlik’te sanatıyla rol almış, Türk adı ile müstesna bir millet olan kendi köklerinin derinliğini muhafazayla, ananevi bir alışkanlığı sürdürmüştür.
Demirtaş; hiçbir zaman amiyane tabirleri içinde barındıran, salla-malla, arabada beş evde on beş veya mezesi rakı-şaraba varıp dayanan ve edeb mekânına ters gelen ifadeli e
serleri okumamış, Türk Halk Müziği’nin resmiyetine tâbi olmuş ve aldığı TV sahnelerinin bir çoğunda ya Seymen, ya da otantik asıllı kıyafetler giyinmeyi tercih etmiştir.
DEMİRTAŞ İLE 20 YIL
Bir insanı tarif ederken, uzaktan tanıyıp yakın anlatma sanatını icra edenlerimiz oldukça fazla.. Bu itibarla çelişkiye düşmek bir zaruret..
Ben Demirtaş’ı öyle uzaktan veya halka malolmuş zamanı itibariyle tanımış değilim. Demirtaş’la benim; karakteri, sanat yönü, gayesi, emeği, arzuları ve mali yönde elde edip edemedikleri cihetince bilinmeyenlerini anlatabilecek bir dostluğum var. 1994’te KTV’deki Genel Yayın Yönetmenliği’min kapısından girdiği andan, proğram alması için yaptığımız görüşmelere kadar ki o kısa anda, bir idareciye nasıl davranacağını bilen, dürüst sözleri ve ciddi meslek aşkı, sonra saygıda üstünlüğü ve verdiği her sözde duruş sadakatiyle bölgede benim gönül tahtıma yerleşen ender sanatçılardandır o..
Sincan’da; kendi sanat dünyasına uymayan küçük bir dükkânı var. Mütevazi bir pasajda, ama konsantre bozucu, kendisindeki başkasına saygı adabını ihlâl eden bir basitlik veren, tam kendini müziğe verdiği anda da emeğini suya döken, hattâ onu öfkelendiren, sitem üstü kızgınlıklara iten bir dükkân.. Yıllar sonra, yoğun bir edebi çalışmanın ağırlığın hafif bulduğum bir gün, işte o sanat şevki vereceği yerde, öfke dağıttıran dükkâna giriyorum..
Demirtaş’tan önce, beni adeta onun bu küçücük mekânını istilâ eden sazları, kasetleri ve raflarına sıkıştırdığı müzik materyalleri karşılıyor.. Yanında birkaç dostu var.. Birisi kitap okuyor. Bir diğeri Demirtaş ile ilgili doküman ve randevu işleriyle meşgul.. Diğer birkaç kişi, Demirtaş’ın kendine has bakışları, yüz-göz mimikleri ve vücut diliyle verdiği manzarayı seyretmenin hazzında..
“Selâmünaleyküm dost!” diyorum.
-Bekir Abi! diyerek ayağa kalkıyor, malûm çevrede, malûm oturma biçimiyle yerleştiğimiz Demirtaş Müzik Market’te, misafirimi tanıştırıyorum.
-Yeğenim Mikail, taa.. Antalya’dan senden bir hatıra koparmaya geldi.
Memnun oluyor. Sonra oturup KTVli günleri yâdediyoruz.
Uzun uzadıya konuşuyoruz. O muhteşem proğramları.. anamızdaki muhabbetleri.. Yıllırca, geleneksel müziğimiz adına, hiçbir içkili âleme sapmadan, eroin-esrar içmeden, kadın ve kız tavlama sanatını uygulamadan edeb dahilinde geçirdiğimiz o hasret ve haslet yüklü zamanları bir ben hatırlatıyorum, bir O’..
“Bekir Abi ne güzel günlerdi o günler!” diyor.
Evet.. Demirtaş böyle diyor da, bizim o günlerde dediklerimize şahidlik edecek fazla bir dökümanımız yok ki.. Devrettiğimiz KTV’yi Kanal A yapanlar, ne yazık ki o uzun yıllara ait bütün kasetlerimizin üstüne deneme çekimleri yapıştırdılar.. Elimizde yarınlara emsal bırakacağımız birkaç model ve misal kaset bile yok elimizde.. Sadece kopyası, proğrama katılan insanlarda var ise var.. Pek tabii bir de RTÜK’te..
Her neyse.. Kendimize özel zannedilen, aslında ana gayesi, kendisini topluma aksettirme olan bu hatıravari metin içinde tanıtmak istediğim Mehmet Demirtaş’ın kendi iç dünyasını, yine kendi dilinden dinleyecek olursak: “Mehmet Demirtaş, kendi ölçülerim içinde en çok performansa değer veririm. Konsantremin bozulmasına tahammül edemem. Bu benim müzik dünyamı da ruh âlemimi de bozar. Abi, bu dükkân’da kendime ait bölümü ortadan kaldırdığımdan bu yana, insanların zamanlı zamansız, ahıra girer gibi girmesinden şikâyetçiyim.. Bizim toplumumuz sanatçının ruhunu tam olarak bilemiyor. Sanatçı, eğer konsantresi bozulursa ne eser verebilir, ne de moral dengesini tam tutabilir..
Onun için, bizim açımızdan Türk Halk Müziği hak ettiği yerde değil. Biz ise halkımızın açısından henüz hak ettiğimiz yere gelemedik. İnsanlarımızın ekserisi sanatçıyı dinleme sanatından yoksun.. Tabii sanatçılarımızın içinde de toplumumuzun istediği yönde ve ölçüde eser üretmeyen bir takım arkadaşlarımız var. Ben kendi kültürümüzün içinde olmadığı, Türk Halk Müziği ekolünü taşımayan hiçbir eseri değerlendirmem..” diyor. İşte Mehmet Demirtaş bu..
Ki ben O’nu 20 yıl önceki büyüdüğü noktadan, çok daha gönül, ruh ve sanat itibariyle büyümüş olarak, bir misafirimin özel isteği karşılığında buldum.. Demirtaş, ifade buyurduğum bu sözlerin hiçbirine aykırı değil. Tamamen bunlarla iç içe. Daha doğrusu, bu sözlerin yer aldığı bu sayfalar, benim onun adına imzaladığım bir güven, dürüstlük ve doğruluk teminatı, senedimdir..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.