- 435 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
O Tohumlar
Ellerimi uzatıyorum boşluğa. Etrafta kimse yok, istediğim kadar gülünç duruma düşürebilirim kendimi. Yerlerde sürünebilir, yokluğunun resmini çizebilirim kendimi soktuğum o acınası şekillerle. Bir tıkırtı oldu şimdi. Hemen geri çektim elimi, kendime geldim, geri döndüm an’a.
Annemmiş meğer. Bir anne yüreğine dokunacak her tür ifadeyi sildim yüzümden hemen. Geldi kuruldu karşıma. Birkaç dakikalığına uğramışa benzemiyordu odaya. Örgüsünü de yanında getirmişti. Beni hizaya sokmak için annem kılığında dikilmişti karşıma yine yaşam. En çok kaçmak istediğim anlarda, varlığıma dikilmiş bir çift göz peyda olurdu birden. Yine ileri bir an’a ertelenirdi gerçeğim. İçinde bulunduğum o andaysa biri kalırdı benden geriye. Bedenimi ödünç almış yalancının teki…
“Gittin mi arkadaşına?” dedi annem yüzümde cevabı yakalamaya çalışarak. Hemen anladı gözlerimdeki karanlığın asla ele vermeyeceğini beni. Yüzümdeki gülümsemenin bana ait olmadığını da çözdü tabii. Bedenimi ele geçirmiş o yabancıya başka tek bir soru bile sormadı.
Acaba anlamış mıydı o arkadaşın eve getirip onunla tanıştırdığım o hanım hanımcık kızlardan çok başka biri olduğunu? Erkek olduğunu hayal bile edemezdi. Ama hiç değilse bir parça farklı, kaşlarını kınamayla kaldırdığı türden şeyler yapabilen tekinsiz kızlardan olduğunu düşünmüş olabilirdi. Yoksa bu endişe kıvrımı yerleşmezdi dudağına.
“Hadi anne çık artık odadan!” dedim içimden belki de yüzüncü kez. Annem oralı değildi. Anlatsa mıydım acaba her şeyi? İçimde dışarı çıkmaya ihtiyaç duyan o kadar çok şey birikmişti ki! Bir erkek arkadaşım olduğunu bile bilmeyen birine nasıl söz edebilirdim ki kalbimi acıtıp duran o belirsiz, çözümlenemez duygudan? Ayrıldığımıza bile emin değildim ki seninle! Aramamıştın günlerdir. Sözcüksüz bir veda olarak görmüştüm bu suskunluğu. Ama yine de eğer kelimelere dökülmediyse hiçbir şey mutlak değildir diyen bir ses vardı içimde. Onu susturamıyordum birtürlü. Kendimi kandırmak anlamına geldiğini bilsem de telefonumun çalmamasına onlarca neden uyduruyordum.
Annem bana her zamanki gibi zerre kadar ilgimi çekmeyen bir dünyadan kesitler sunuyordu. Ben böyle zamanlarda sıkıntımı dağıtmak için geliştirdiğim o yöntemi uygulamaya başladım yine: İçeriğe değil annemin bu anlatılanlardan yansıyan felsefesine odaklanmaya çalıştım. Zaten tüm bu anlattıklarıyla kendisini anlatmıyor muydu aslında? Hatta sadece O değil hepimiz de aynı şeyi yapıyorduk. Birini överken ya da kötülülerken onun aracılığıyla savunduğumuz değerleri ortaya koyarak kendimizi aklamaya çalışıyorduk aslında.
İşte yine bu yolu izledim ve esnemeden, yüzüme bıkkınlık ifadesi yerleşmeden onu dinlemeyi başarabildim. Evet, yine sözünü ettiği her şeyden aynı kadın resmi çıkıyordu: Başı dimdik, onurlu bir kadın… Acısından ölse gururundan taviz vermeyen…
Aramadığın üç gün boyunca bir kez olsun seni aramak için telefonu almamıştım elime. Bu davranış tarzında annem ne kadar da vardı! Böyle karşımdaki koltuğa kurulup komşulardan, akrabalardan söz etme yoluyla ne tohumlar atmış durmuştu zihnime kimbilir… Bilinçli mi yapıyordu bunu, bilmiyorum. Ama kalbim böylesine ağrırken bile hala telefonu elime almayacak kadar senin karşında güçlü durabiliyorsam o gururlu kadına borçluydum bunu. Onun attığı o tohumlara…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.