SULTANAHMET SİMİTÇİSİ ...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Şişli’nin Kuştepe semtinde şafak sökerken, karanlığın eteğine yayılıyordu aydınlık. Sokaklarda arabaların homurtuları daha başlamamıştı. Hafiften çiseleyen yağmur, esintinin gücüyle sallanan manav Ahmet’in dükkanının tabelasının gıcırtısından başkada ses yoktu. Dallarda, sabahın bereketinden feyizlenmek isteyen serçelerin, sığırcıkların tatlı ötüşleri bambaşka bir ahenk katıyordu semtin sessizliğine. Koro halinde ötüşüyorlardı ’’kalkın sabah oldu’’ dercesine. Ortalığın tam aydınlanmasını bekleyip, vakti zamanı geldiğinde hepsi birden dağılacak, rızıklarını aramaya kanat çırpacaklardı. Her canlı gibi sabah erkenden nasiplerini arayacaklardı semtin sokaklarında... Allah her canlıya yeterince rızık dağıtıyordu her sabahın doğuşunda. Onlar da rızıkları bulabilmek için sabahın erken saatlerinde kalkıyorlardı. Rızık peşine koşanları Allah görüyor, onları sebeplendiriyordu...
Her sabahın doğuşunda, dünya yeniden kuruluyordu Yaradan’ın emri ile... Kuştepe semtinde de taze bir başlangıç ’’merhaba diyordu’’ güne. Ayşe ana da her sabah olduğu gibi erken kalkmıştı. Oturma odasında, seccadesinin üstünde diz üstü oturmuş, elindeki tesbihini çekiyordu namazını eda ettikten sonra. Yüreğindeki iman zenginliği, çevresindelere imanın nurunu saçıyordu yüreklere... Onun gönül zenginliği ummandı, Okyanusdu. Oturdukları semtte sevmeyeni yoktu. Kimin bir derdi olsa ona koşar, hayır dualarını alırdı. Hele genç kızlar kapısını her gün çalarlardı. Onun derin bilgilerinden faydalanmayı, çokça bildiği sevda masalları anlatmasını isterlerdi. Meramlarını, aşklarını, sırlarını anlatacakları en güvendikleri kişiydi Ayşe ana. Mahallenin delikanlıları da zaman zaman yanına uğrar, o nurlu ellerinden öperek hayır duasını alırlardı. Ayşe ananın oğlu Alperen’de annesinin dizinin dibinde eğitilmiş, Kuran-ı kıraat’ı ile okumasını, namaz surelerini, namaz kılmayı ve bir çok duaları öğrenmişti.anasından O da, mahellenin gençlerine öğrendiklerini aktarmaya çalışırdı semtin kahvesinde. Gençlerle birlikte eğlenmesini, gezmesini zamanında yapardı. Hiç bir zaman gereksiz zaman harcamazdı. Babası, boş zaman geçirmemesini hep tenbihlerdi. Kahvehanelerde sigara dumanlarına gömülen, oyun masalarında gereksiz ömür tüketenlerin hallerini örnek gösterirdi ona...
Alperen babasını elim bir trafik kazasında kaybettiğinde henüz dokuz yaşında, kız kardeşi Bilge Hatun ise beş yaşındaydı. Babaları taksicilik yaparak geçimlerini zar zor sağlıyordu. Taksi kendilerine ait olmadığı için de, kazançları kıt kanaatti. Dış cephesindeki sıvaları düşmüş cumbalı evlerinin üç göz odası, küçükce bir bahçesi vardı. Evlerinin içinde yeni denecek eşyaları yoktu, ikinci el pazarlarından alıp getirirdi babaları. Anneleri Ayşe ana, temizlik işlerine giderdi haftada bir kaç gün. Çoz az para alırdı. Zenginlerin milyarlık evlerini temizler, isterlerse yemeklerini yapar gelirdi. O kadar mütavazi, alçak gönüllü bir aileydi ki bunlar, Tanrıya şükreder, hamdü senalar ederlerdi. Fakir hallerine hiç isyan edişleri olmamıştı. Ne de; kolay yollardan paralar kazanmayı...
Alperen ve Bilge Hatun, okula giderken giydikleri elbiseler genelde zengin ailelerin verdikleri elbiselerdi. Bu elbiseleri istemeyerek giyseler de, kadere boyun bükerdi iki kardeş. Gelecek yıllara güzel hayaller kurarlardı. Zengin olmayı, çok paralar kazanıp alamadıkları elbiseleri bavullar dolusu almayı, en pahalı mücevherler, lüks arabalar ve daha nice pembe hayallere dalıp giderlerdi fakirliklerinin çaresizliklerinde. Gelecekten umutlu yarınlar çizerlerdi düşlerinde! Bir gün sınıfında çok varlıklı bir ailenin çoğu olan Bülent, Alperen’in gözlerinin içine bakarak;
’’- Ne öyle ya, her gün aynı elbiseyi giyip çıkarıyorsun! Başka elbisen yok mu da bunları giyip duruyorsun? Bak bana, her gün yepyeni en pahalı elbiseler giyiyorum... Senin giydiğin elbiseler sanki onun bunun hayır için verdiklerine benziyor! Ben senin hiç yeni bir şey giydiğini görmedim,’’ derken kahkahaları koyvermişti...Alperen, fakirlik sanki ’’suç’’muş gibi başını önüne eğiyor, bir kelam bile edemiyor ama içine kin ve nefretini topluyordu. Öfkelerini yarınlara biriktiriyordu bu şımarık zengin çocukları için...
Ayşe ana, eşinin vefatından sonra, yapayalnız kalmıştı iki çocuğu ile. Onlara saçını süpürge etmiş, en zor şartlarda çalışarak altı yıl geçmiş; Alperen on beş, Bilge Hatun on bir yaşına basmıştı. Alperen, ortaokul üçüncü sınıfta, kardeşi Bilge Hatun ilkokul dördüncü sınıfa devam ediyordu. Her ikisi de çok başarılıydı okulunda. Her yıl teşekkür ve takdirname getirirlerdi annelerine. Ayşe ana, gece gündüz onlara dua eder; vatana, millete, aileye hayırlı evlatlar olmasını Allah’tan isterdi. Bu hayır duaları onlara kalkan olur, türlü türlü kaza ve belalardan korunurlardı. Talihsiz bir kaza sonucunda kaybettikleri babalarının ardından başlarına kötü bir olay gelmemişti. Oturmalarını, kalkmalarını, cemiyet arasında konuşmalarını ölçülü tutarlardı. Ana ve baba terbiyesi zerk edilmişti yüreklerine.
Bir bahar günü, Mayıs ay’ının dokuzunda Alperen ve Bilge Hatun kardeşler eve döndüklerinde Ayşe ana; onları yanına çağırdı;
- Gözümün nuru oğlum, melek yüzlü kızım, akşam sizlerle konuşmak istiyorum özel olarak, dedi.
Çocuklar merak ettiler annelerinin ne konuşacağını. Alperen kardeşine, kardeşi Alperen’e şaşkın şaşkın baktılar. ’’Kötü bir haber mi var?’’ dercesine endişeliydi ikiside. Evlatlarının yüzlerindeki solgun ifadeyi gören Ayşe ana;
- Yavrularım, güzel şeyler konuşacağız... Korkmayın, bir şey yok, diyerek gülümsedi ve her ikisinide kucaklayarak yanaklarından öptü.
Analarının tebessümünde içlerleri ferahlayan iki kardeş derinden ’’ohh be’’ çektiler. Akşamın olmasını sabırsızlıkla beklemeye koyuldular.
Akşam ezanı okunmaya başladığında Ayşe ana abdestini alıyordu. Alperen ve Bilge Hatun, akşam yemeği için mutfakta hazırlık yapıyorlardı. Alperen Bilge Hatun’a;
-Anam abdest aldıktan sonra ben de abdest alacağım abim. Sen’in abdestin var sanırım. Sen de, ben ve anam namazı kılana kadar yemek hazırlığını tamamlarsın.
-Tamam mahallemizin en yakışıklı abisi. Ben yarım saat önce Kuran okumak için abdest almıştım, abdestim var. Siz namazı kılarken soframızı hazırlarım. Sonra, ben de namazımı hemen kılar, yemeğe otururuz , dedi Bilge Hatun.
Üçü namazı kılıp, yemeklerini yedikten sonra sofra toplanıp, ortalık süpürüldükten sonra, Ayşe ana baş köşedeki mindere oturdu. Bilge Hatun, çay yapmak için mutfağa daldı. Alperen, anasının sağ tarafındaki mindere çöktü dizleri üzerine. Anasına gülümseyerek sordu;
- Anacığım, bizimle ne konuşacaktın bugün? Bizi merakta koydun ya?
- Oğlum az sabret, Bilge Hatun’da gelsin de...
Bilge Hatun mutfaktan seslendi;
-Tamam, geliyorum anaaaa... Çayı demledim.
Bilge Hatun mutfaktan gelip anasının sol yanına oturdu.Her iki kardeşte analarının gözlerinin içine bakıyordu söze başlaması için. Anaları her ne kadar da ’’Kötü bir durum yok!’’ dese de, endişeleniyorlardı çocuklar. Alperen dayanamayıp söze girdi;
-Anacığım, söze başlada artık heyecanımız yatışsın olmaz mı? dedi anasının gözünün içine bakarak.
Ayşe ana, elindeki tesbihi önüne usulca koyarak söze başlamadan her iki evladını ana yüreği ile süzdü, yutkundu. Söze nereden başlayayım derken Bilge Hatun;
- Hadi ana, seni dinlemeye tam tekmil hazırız, dedi yürek gülüşü ile.
Ayşe ana, kızının bu sözünden sonra hemen başladı konuşmaya;
devam edecek...
Zafer Direniş
...
18 Aralık 2011 Pazar 15.00 Lahey
YORUMLAR
merhaba ablacığım ne güzel bir yazım böyle başlamamla bitmesi bir oldu evet devamı ne zaman söyle bakım merakta bırakma ablam güzel yüreklim canım kardeşim haikasım şiirlerinde olduğu gibi hikayenide beyenerek okudum hadi daha fazla merakta bırakma olurmu beklıyorum ablacığım sevgi ile kal
Günde görünce çok sevindim.Öyle güzeldi ki, anlatım, konu.Tabi bizi merakta bıraktığınız için biraz küstüm:( Kutlarım yürekten.Selamlar, saygılar uzaklara çokça...
direniş
selam ve saygılarım çokça.. uzaklardan...
Güne yakıştığı kadar yüreğimize de eski günlerin tatlı telaşını hatırlatıverdi. duru, akıcı ve sürükleyiciydi.
"Eksik bir yazı(edebiyat) varsa onu da sen yaz" demişler. Evet hakikaten şiir yazanlar çok Nesir yazanlar az ve gittikçe azalmalar oluyor.
Öykünüze gelince hakikaten beğendim ve anlatım tarzınız çok iyiydi.
Sizi kutlarken sevgi ve saygılarımı bırakıyorum
direniş
selam ve saygılar... Uzaklardan...
Kur'an okunan, namaz kılınan bir evden Rabbim esirgemez bereketini.
O kadar güzel anlatmışsın ki dostum içim ısındı okurken, huzur buldum.
Yüreğinize sağlık.
Selam ve saygımla.
direniş
selam ve saygılar... Lahey'den
bir solukta okunan ve devamı merakla beklenen bir öykü
ve ustaca, akıcı bir anlatım
güne yakışmış
kutlarım ağabeyim, selam, saygı ve hürmetlerimle
direniş
selamalr ne sadesinden yollandı... uzaklardan...
Sana öykü yazman için ısrar etmekte ne kadar haklıymışım. Bir de yapabilir miyim diyordun. Çok başarılı bir öykü Zafer Abi. Devamı gelir inşallah.
Kutluyorum. Selamlar saygılar.
direniş
saaygı ve selamlarım çokça... uzakalran...
Çocukluğumun İstanbul'unu yaşattın bana can yoldaşım. Yedi yaşındaydım henüz ilkokula yeni başlamıştım çok iyi hatırlıyorum annemin beni ve kardeşlerimi alıp galata köprüsünden yürüyerek Eminönü, gülhane parkı ve sultanahmete gidişimizi.O zamanlar ulaşım araçları o kadar azdı ki İstanbul yeşillikler içindeydi.Böylesi kalabalıklar hiç yoktu, fırından çıkan simitlerin mis gibi kokusu yayılırdı etrafa,fakirliğimiz gururumuzdu,Anneye babaya saygımız sonsuzdu,büyüklerimize ne kadar hürmet ederdik.''Ah İstanbulum Ah'' medeniyet denilen dişi canavar aldı seni benden insanlarımın ruhları katılaştı,insanlık bir tuhaf oldu duyarsızlıklar kol geziyor.Ne komşuluk kaldı ne de kapını çalan dostlar.O zamanlar bir lokma ekmeğimizi paylaşırdık,komşumuz aç ise bizler uyku uyuyamazdık.Bir lokma aşımızı paylaşırdık.Nerede kaldı o eski günler sanki bir rüyaydı yaşandı bitti ve artık asla o günleri yaşayamayacağımız bir toplum olduk.
Şimdi bakıyorum da sadece gözyaşlarımla andığım o günlerimi ne çok arıyorum.Şu an her şeye sahibiz ama ne yazık ki dostluklarımız bir merhabadan ileri gitmiyor,çünkü dostlukların yerini çıkarlar aldı.Keşke o günlerdeki gibi helalinden kazanılan bir lokma ekmeğim olaydı da insanlık böyle olmasaydı.Ne kadar özlem duyuyorum o eski günlerime.
Sevgili can yoldaşım beni yılların ötesine yolculuk yaptırdı bu güzel hikayen,ah cumbalı ,ah basma perdeli tek sofalı karşılıklı kurulmuş iki divanlı evim şimdi nerelerdesin...
Harikaydı ne diyeyim can yoldaşım,hikayen hak ettiği yerde yakışmış kırmızı kurdele devamını hemen en kısa zamanda bekliyorum.İyi ki varsın.Tebriklerim İstanbul büyüklüğünde .Var ol.
Sevgilerimin en derini ile
Bahar
direniş
Yorumuna ve desteğine ne kkadar çok teşekkür etsem,azdır bile. Sen benim en büyük manevi desteğim ve editörümsün yoldaşım. Allah seni başımdan eksik etmesin koca reisim...
Selamlarımı, sevgilerimi gül kokulu bohçama sarıp yolluyorum taaa uzaklardan.. tabi buselerimde saklı bohçamda... onu da ara bul :)))
hafiften öpüldün :)
Güne çok yakışan bir öyküydü. Tekrar tebrik ederim Zafer Bey. Saygılarımla.
direniş
Yorumuna yürekten teşekkürler can kardeşim
selamlarım en sadesinden... uzakalrdan..
Tebrikler kardeşim, bak devamını çabuk yaz meraktayım ha:)
Selamlar.
direniş
Harika bir anlatım. Beğenerek okudum Zafer Bey. Saygı ve selamlarımı sunuyorum.
direniş
Hoppalaaa, ben de merakla Ayşe ana ne diyecek diye sonuna kadar soluksuz okudum ama arkası yarın. Hadi bir fikir sunayım, Ayşe ana evlenecek mi yoksa:)
Çok güzel ve akıcı bir hikaye, kutlarım kardeşimi, selam ve saygılar.
direniş
direniş
direniş
Desteğin için teşekkür ederim... sağolasın...
selamalrım çokça lahey'den...
IRIZA
Saygım, sevgimle, sonsuzdur.