- 511 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Herhangi Bir Mesai Günü
HERHANGİ BİR MESAİ GÜNÜ
Herhangi bir mesai günü…Ders bitiminde, öğretmenler odasında yorgun bedenlerimizi dinlendirmeye çalışıyoruz. Ben, öğretmenler odasının hemen girişinde, kapının tam karşısında, pencerenin dibindeki ilk masada oturuyorum. Ayak altı bir yerdeyim yani..
Masanın üzerinde değil tabii, stend-upçılara malzeme çıkarmayalım durduk yere.
Oturduğum köşe kimsenin pek rağbet etmediği bir yer. Önemsiz bir kuşe-i uzlet anlayacağınız. Köşemin diğer müdavimleri tarih öğretmenimiz Heredot Necati, biyoloji öğretmenimiz Alaattin Bey, zaman zaman da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenimiz Şakir Fazıl Bey. Muhabbeti koyulaştırdığımızda, kırmızı bir havucu andıran burnunu çekerek “Geyik kokusu aldım buradan.” deyip yanımıza sokulan felsefe öğretmenimiz Erdinç Bey’le karemiz tamamlanıyor.
Öğretmenler odası okulun birinci katında yer alıyor. Aydınlık, genişçe bir oda burası. İki sınıf büyüklüğünde. Yazılı bir kaideye dayanmasa da temayül haline gelmiş gibi, herkesin öğretmenler odasında oturduğu belirli yerler var.Odanın tam ortasında, etrafına 35-40 kişinin oturabileceği genişlikte, U şeklinde bir büyükçe masa yer alıyor. Masanın haricinde de geniş ve modern sehpalardan oluşan oturma köşelerimiz mevcut. Benim köşem, bunlardan birisi.
En popüler köşe, kapıya en uzakta bulunan köşe. Çünkü orası kapıya uzak olduğu ölçüde okul idaresine de uzak. Rağbet görmesi biraz da bu sebeple. Bir de televizyona yakın. O köşe, televizyondan haberlerin izlenip, günlük kritiklerin, fikir alışverişlerinin yapıldığı bir tartışma ortamı.Siyasi düşünceler, o köşede rahatça tartışılabiliyor. Ölçü, saygı ve edep sınırları çoğu zaman korunarak, belli bir dozajda fikir çarpışmaları yapılıyor o köşede…
U şeklindeki büyük masa daha çok bayan öğretmenlerimize terk edilmiş durumda. Ancak tamamen değil tabii. Edebiyat öğretmenimiz Tarık Bey tüm heybetiyle masanın en hakim köşesini işgal ediyor. İşgal sözcüğünü mübalağa sanmayın. Bu pek nazik gövdenin, kendini koltuk zanneden şu nesneciğe tahakkümü ancak böyle izah edilebilir.
Masanın diğer ucunda, Tarık Bey’le gölge yarışında ona toz yutturacak olan İngilizce öğretmenimiz Malik Bey var. Gerçi Malik Bey bu sene kendisini, okulun müdür yardımcısının yardımcısı ilan ederek idareden pek çıkmıyorsa da onun dev-asa varlığı hep aramızda.Günde bir kez uğrasa da o iri gövdenin kapıdan girişi, odada arz-ı endam edişi, süzülüşü, oturuşu, kalkışı bize tüm gün yetebiliyor. Malik Bey deyince, okulumuzdan iki-üç sene önce ayrılan beden eğitimi öğretmenimiz Özer Bey’in çok iddialı esprisini hatırladım. Özer Bey, kısa boylu, güdük, çocuk ruhlu, sevecen bir arkadaşımızdı. Hâlâ öyledir herhalde.Bu zat-ı muhteremin en büyük zevklerinden biri Yeşilçam filmleri izlemek, oradan ezberlediği, aslında hepimizin de ezbere bildiği sahneleri ses ve vücut dili taklitleriyle bize sunmak ve bizi güldürmekti. Öğrenciler ona Hababam Sınıfı’ndaki beden eğitimi öğretmenine pek çok yönden benzemesinden dolayı “Badi Ekrem” derlerdi. O, bu durumu bilir, bilmezlikten gelir; içten içe de tarifsiz bir haz duyardı.
Badi Ekrem, pardon Özer Bey , Malik Bey’in herhalde yarı kilosundan daha hafif çeker.Malik Bey yanlışlıkla üzerine düşse kırılmadık kemiği kalmazdı Özer Bey’in. Bu çok açık seçik hesap ortada iken, bile bile, eceli gelen köpeğe rahmet okuturcasına Özer Bey, defalarca Malik Bey’e şu espriyi yapardı: “Malikçiğim, şu pantolonunu ver de kendime bir takım elbise diktireyim….”Bu cümlenin ardından öğretmenler odasında kahkahalar havada uçuşurdu. Hemen akabinde ise ortalık toz dumana karışır, bir koşuşturmaca yaşanır, arbede arasında Özer Bey’in “…Oy anam…, söz abi bu son… bir daha mı tövbe…ayağını öpeyim, kolum, koptu galiba…ayyyy…!’’ yalvarışları duyulurdu. Ortalık sakinleşip, sular durulunca da Özer Bey’in ağzından her defasında “Esprimi yaparım, dayağımı yerim kardeşim.” cümlesi dökülürdü. Bu bir nevi rahatlama reçetesi gibiydi ve sanki Özer Bey’e doktoru tarafından, belirli aralıklarla uygulaması tavsiye edilmişti…
Özer Bey’i geçenlerde, okulun voleybol takımının bir maçı için gittiğimiz Giresun Kapalı Spor Salonu’nda gördüm. Çalıştığı okulun adını söyledi. Bazı arkadaşlar onun bu yeni okulunda yaşadığı ilginç bir olayı duymuşlar, teyit ettirmek için Özer’i zorladılar. Başlangıçta inkar etmeye çalıştıysa da ardından, yalan yanlış duyacağınıza doğrusunu benden dinleyin bari, diyerek anlatmak zorunda kaldı yaşadıklarını. Bu gözünü sevdiğim ,beden eğitimi dersinde bir öğrenciye bağırmış, çocuk dik kafalık edince de kafasına şöyle bir fiske dokunduruvermiş. Öğrenci bağırıp çağırarak okulun bahçe duvarından atlayıp kaçmış. Bizimki -serseri bir öğrenciyi sindirdim, bu, yeni okulumdaki konumum ve diğerlerine de gözdağı vermek açısından çok iyi oldu, diye muzaffer bir komutan edasıyla öğrencilerin önünde Badi Ekrem yürüyüşü yaparken kaçan çocuk, ağabeylerini ve serseri birkaç arkadaşını alıp, aynı duvarın üzerinden bahçeye girmesinler mi? Gönül “ girmesinler tabii ki” diyor ama nerde…Özer Bey önde, onlar arkada okulun bahçesinde bir koşuşturmaca başlamış.Allah’tan bizimki iyi koşar. Beden Eğitimci olması herhalde hayatında en çok o gün işine yaramıştır arkadaşın. Kendini tuvalete zar zor atabilmiş ve kapıyı kilitlemiş. Tuvaletten cep telefonuyla çok güvendiği arkadaşlarını arayıp durumunu anlatmış ve acil yardım istemiş. Ancak iyi gün dostu arkadaşları belaya bulaşmak istememiş olacaklar ki pek ilgilenmemişler. Polisi aramasını öğütlemişler ona…”İşte o an sizi ve eski okulumdaki arkadaşlık ortamımızı aradım.” dedi Özer. Evet, okulumuzda gerçekten de iyi bir arkadaşlık ortamımız var. Bunun kıymetini iyi bilmemiz lazım…İnsan, hayatındaki güzelliklerin değerini ne yazık ki onu kaybedince anlayabiliyor, ne acı değil mi?
Özer Bey’e ne mi olmuş? Hala yaşıyor…Geçenlerde baba olduğunu duydum.Onu çocuk piş pişlerken düşünmek bile oldukça gülünç. Eh, ikisi birlikte büyürler herhalde. Belki çocuk babasından önce büyür, kim bilir…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.