- 2788 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ULAŞILMAZ BABALAR...
ULAŞILMAZ BABALAR...
1969 yılında Önder ağabeyim Akşehir Öğretmen Okulunu kazanmıştı, yatılı okuyordu. Bazı hafta sonları Ilgın’a evimize gelir, pazar akşam üzeri dönüşlerinde aile töreni ile uğurlanırdı. Babam onu uğurlarken sarılır boynundan koklayarak öperdi. Ben de bir an önce büyümek hep bir yerlere gitmek isterdim, giderken babam bana da sarılır öper, koklardı nasıl olsa. Ah! Babacığım.
Bizim kuşak baba sevgisini sınırlı tadan kuşaktır. O yıllarda babaların çocuklarını öpmesi, sevmesi, sevgi göstermesi yadırganır, ayıp sayılırdı. Öyle bir terbiye ile büyüdüklerinden çocuklarını öpmeye sevmeye utanırlardı. Babamızın bizleri ne kadar çok sevdiğini bilirdik. Ama hep aramızda dokunulmaz, ulaşılmaz bir sınır vardı. O’na erişme yolunun gurbetten geçtiğini anlamıştım. Ancak gurbete giderken çocuk öpülür koklanır, bu da yadırganmazdı…
Üç beş yaşlarımda iken kızamık olmuşum, ateşli yatarken sayıklamaya başlamışım. “ Baba, ellerin çocukları dam yiyelim diyorlar. Dam yenir mi? Hem dam yapışık.” Demişim. Annem bunu babama söylemiş, babam başıma elini koymuş, yanıyorum. Bana sormuş “Yavrum, canın bir şey istiyor mu?” “Muz istiyor” Demişim. O yıllarda muz Ilgın’da her zaman bulunmaz, ancak haftada bir pazartesi günleri kurulan pazarda açılan manav dükkanlarında belki olabilirdi, ben muz istedim diye babam Ilgın’dan Konya’ya gitmiş, sarı bir çanta almış, içine muz doldurmuş, akşama yetiştirmiş.
Ben O’nun sekizinci çocuğuyum. İlk beş kardeşimiz doğumdan sonra bir iki ay içinde ateşlenip, ağlaya ağlaya ölmüşler. Altıncı kardeşimiz Önder Ağabeyim de, babam askerde iken 1953 yılı 31 Mayısta doğmuş. O da ateşlenmiş ağlamaya başlamış. Naci Amcam, o günün güç koşullarında babama telefon etmiş, “Abi Önder’de hastalandı, pensilin diye bir iğne çıkmış ben onu deneyeceğim.” Demiş. Babam da “Naci istersen acıtma çocuğu, nasıl olsa o da ölecek…” Demiş. Amcam babama rağmen Önder ağabeyime penisilin iğnesi yapmış, ağabeyim penisilinle yaşama dönmüş. Son üç kardeş penisilin sayesinde yaşam mücadelesini kazanmışız.
Hanım, bana sorardı;
- Çocuk hastalanınca neden hep muz getiriyorsun? Bu soru nasıl yanıtlanır ki? Boğazıma bir şey düğümlenir. Konuşamam…
Babam Çifteler Köy Enstitüsü mezunudur. O da çocuk yaşta gitmiş gurbete, gelip gitmek ne mümkün? Yazdan yaza ancak gidilir köye, kim ziyaretine gelebilir ki? O da çok özleyince sılayı Konya tarafından esen rüzgarları koklar ağlarmış. Bize anlatırken de, o günlerin çaresizliğiyle sesi titrer, tıkanır, ağlardı, gizlemezdi insancıl, çocukçul duygularını.
Ilgın’da ilçeye elektrik üreten büyük bir jeneratör vardı, gece 24.00’de susardı, akşam sessizliğinde bütün ilçede elektrik motorunun sesi her yerden duyulurdu. O jeneratöre biz elektrik motoru derdik. Akşam oturmalarından dönüşte geç saatlerin sessizliğine değişik bir çınlama ve ıslığıyla renk katardı o motor sesi. Motor kapanmadan önce onbeş dakika içinde iki kez ışık zayıflar sinyal verilir, tam saat yirmidörtte de kapanırdı. İlçe karanlığa boğulurdu.
Babam akşamları bize kitap okurdu, İnce Memed, Tırpan, Yılanların Öcü, Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali öyküleri ve niceleri çocukluk yıllarımda geç saatlere kadar babamın bizleri etrafına toplayıp okuduğu kitaplardı. Gece elektrik motoru susunca ışıklar da sönerdi. O, bizim dinleme isteğimize bakar, hevesli isek gaz lambasını yakar, onun titrek ışığında okumaya devam ederdi. Ne kadar uykumuz gelirse gelsin kitapları O’nun sesinden dinlemeye, büyülü alemlerine güvenle dalmaya hiçbir zaman hayır diyemezdik. Biz uyuyuncaya kadar okurdu. Kitap okurken hüzünlü yerlerde sesi titrer, yutkunur biraz ara verirdi, Kuyucaklı Yusuf’a, Hasan Boğuldu’daki Hasan’a, İnce Memed’e üzülürdük, babamızla birlikte biz de içimiz çeke çeke, sessiz sessiz ağlardık. Zulmeden ağalara içten içe kızardık.
Yıllar çabucak geçmişti. Geçen yıllarla, benimle birlikte yanıbaşımdaki babama olan hasretim de büyümüştü. Şöyle bir sarılsaydık. Ben de bir yerlere gidebilseydim…
Liseyi bitirmeden, bir yerleri kazanıp gitmem olası olmadığı için her gün türlü çeşitli planlar kuruyordum. Ne yapıp etsem de babama bir sarılıp, öpüp koklayabilsem. Ağabeyimi öpüp kokladığı gibi beni de … Ah babacım! Seni çok seviyorum.
Bir akşam yatma vakti geldi.
- Haydi yavrum iyi geceler. Dedi.
- Baba bir dakika. Deyip yataktan fırladım, boynuna sarıldım, yanaklarından öptüm. Sıkı sıkı sarılmıştım. Ağlıyordum, O da ağlıyordu, sarıldı, sıkıştırdı, boynumdan kokladı, öptü… İçini çekerek çıktı… Evet artık bu tadı almıştım. Yineleyebilmek için gurbete gitmeliydim. Bir daha bunu deneyemezdim.
Selçuk Eğitim Enstitüsü Fen ve Tabiat Bilgileri bölümünü kazanmıştım. Gurbete çıkış o çıkış… Her ayrılışımızda bir daha göremeyecekmiş gibi sarılır boynumdan koklayarak öperdi… Tatillerde evde olmaktan çok keyif alırdım. Ancak, ayrılışın sarılma keyfini özlerdim hep…
Ah! Ah! Şu benim muhacir yüreğim…
YORUMLAR
Muhacir yürek yerinde durmaz elbet...
Sağolun dostum ! bizi çok güzel duygularla donatıyorsunuz..
İçten yazılarınız ve ustaca kaleme döktüğünüz olaylar ile adeta ruhumuz besleniyor..
Kaleminiz daim olsun,yüreğiniz susmasın..
Güner Kutluk
Güner Kutluk
saygılar....
Yüreğim titreyerek okudum inanın.Her cümlesinde tüylerim diken diken oldu.Çünkü ben de çok severim babamı ancak bizde de ulaşılmaz aşılmaz yollar vardır.Ama bizimkisi başka şeylerden.Tee ki evlenip yuvadan uçana kadar.İşte o zaman dediğiniz gibi sarılıp öpüp koklaştık babamla.Ama acı olan illa ayrılıklar yaşanınca mı sarılabilmeli...? Bence değil.Şimdi yine ailemin yanındayım.Babam her akşam yanıbaşımda ama aramızda aşılmaz uçurumlar var :(
Yüreğinize sağlık.
Güner Kutluk
İçten yorumunuz için şükranlarımı, saygılarımı sunuyorum.