- 2807 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
İNTİHARLARIM…
Ah, Ah! Şu benim muhacir yüreğim…
En güzel anlatıcı doğadır. Susarak anlatır kendini, kimse çiçeğin gürültüyle açtığını duymaz, kelebeğin kozadan çıktığını... An gelir... Çiçek açar, kelebek uçar. Kozadaki kelebeğin, daldaki tomurcuğun kimseye danıştığı duyulmamıştır... Kelebeğin konduğu hangi dal, hangi çiçek yakınmıştır ki ?
Kalkıp gitmeyi de bilmeli insan, konup göçmeyi de, hangi parmakta uğur böceği sonsuza dek kalıyor ki... hep ona uç uç.... Diyoruz. Çalan gonga kulak vermeli zamanı gelince ha!... Yoksa, gelsin diye yoluna bakanlar, gitsin diye gözüne bakar.... Gözüne gözüne, gözünün ta içine....İçine… Zamanı gelince gitmeyi de görebilmeli insan gözünün içine bakılmadan. Gitmek vazgeçmektir bir şeylerden, vaz- geçmeyi de bilmeli insan, vaz geçmek zordur elbet vakti saati geldiğinde ... İşte o zaman "HAYDİ BANA EYVALLAH......!" Demeli kimseye danışmadan... Hangi yaprak danışıyor ki dalına? Kurutuyor kendini sonra haydi bana eyvallah…!
"Hay benim muhacir ruhum.... Kendine göçen ruhum, kendinden göçen ruhum, yer yüzünde yer yok mu sana?......"
Yer yüzünde yer yok bana….
Ölmeliyim… Yerin içine girmeliyim. Haydi bana eyvallah… Deyip, 1983 yılıydı denemek istemiştim. Silifke’de Susanoğlu Beldesi’nde tatil yapıyorduk. Cehennem sıcağı kumlar üzerine kuruluydu çadırımız. Ben dışarıda yatıyordum. Sivrisinekler… Gece geç saatlere kadar onlarla boğuşuyor, bitkin düşünce uyuyakalıyordum. Sabaha karşı yeniden saldırıyorlardı.
Ölmeliydim..
Artık hiçbir şeyle boğuşmak istemiyordum. Öğleden sonra plajın ötesinde kayalık bölgede keşfe çıkmıştım. Kendimi suya atmak için yüksekçe bir yer beğendim. Oradan kayalara tutunma ve çıkma olanağım yoktu. Kumsala kadar da yüzemezdim. Hele akşam karanlığında bu işi yaparsam kimse de göremez bulamazdı… Planımı beğenmiştim. Yer ölmek için çok güzeldi…
Akşamüzeri yeğenlerimi koklayarak öptüm. Uzaktan ailemi izledim. Usulca uzaklaştım. Kayalıklara yerime gelmiştim. Yerimde iki genç canlı yem yapmak için büyük bir zevkle küçük kefal balıkları avlıyordu. Oltaları hiç boş çıkmıyordu. Önce yerimin kapılmış olması canımı sıkmıştı. Sonra onları izlemeye koyulmuştum. Gün batmış, hava kararmaya başlamıştı ki, tam o sırada milyonlarca sivrisinek bir anda ortaya çıktı ne kadar da büyüklerdi… Baş etmek olası değildi. Öyle bir canımız yanıyordu ki balık tutan gençlerle birlikte ben de kaçmaya başladım. Ölmeye razıydım ama….Sivrisineklere dayanamamıştım...
Sabaha karşı çatı arasına çıkarken bir yandan başarısız komik girişimimi düşünüyordum. Çatı arasında yeterince ip vardı kendimi asmak için. İpi bir kenara koydum. Cebimden kalem kağıt çıkardım. “Ölümümden kimse sorumlu değil…” Diye başlayarak bir şeyler yazacaktım. Çünkü kendini asmanın raconu böyleydi. O anda “Bir intiharın anatomisi” başlıklı bir köşe yazısı aklıma geldi. İntihar etmek üzere olan birisi “Ölümümden kimse sorumlu değil…” Diye başlayan yazısını yazarken, “Hep de böyle yaparlar…” Deyip başkalarının intihardan önceki yazılarına güldüğünü düşünüp, mektup yazmaktan vazgeçmiş, o gülümseme O’nu intihardan da vazgeçirdiği için bunu bir köşe yazısında paylaşmıştı. Nereden aklıma geldiyse… Bir de sivrisinekler…
Hay benim tatlı canım… Bir daha denenemedim.
Hey be hey boğulmayı düşlediğim denizler
Ne kadar da sığmışsınız meğer…
YORUMLAR
İnsan ruhu hiç bir zaman çözülememiştir...
Öncesinden bahsedilmeden anlatılan düşünceler zinciri..
Yazar çok gizemli düşünceler içindeyken gerçeklerle bu düşünceleri ne güzel bağdaştırmış..
Acaba boğulmayı düşlediği denizlerin sığlığı mı yoksa ruhundaki fırtınaların yarattığı dalgalarının zayıflığı mı daha çok etkiledi onu....
Doğruyu seçip iyi ki yazmış...
Tebrikler...
hocam yazı okumadan bir yorum yapıcağım sonra unutabilirim sizdemuaçir bende muaçirim biz hep böyletuhafmı oluyoruz ben dün intiharlailgili yazdım bugün siz
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
Güner Kutluk
İlle de biri yakınır, bir savcı da dava açarsa... :)
eh! o zama ben de bir avukat olarak kendimi savunurum...
Sanatı, sanaktçıyı kendi kendini kontrol altında tutmaya zorlarsanız sonu gelmez. Bugün A partisi, yarın B düşüncesi... bunu yazma şunu çizme..... Böyle bir şey yok.
Doktorlarla ilgili yazılmaz, adaletin manevi şahsiyeti.... askerliğin otu, üzümün çöpü durumuna düşeriz.
Özgürce irademizi koyarız.... Sonucuna da katlanırız.... Aksi halde kaygılarla üretemeyiz...
Adıma duyduğunuz endişe için mutlandım. Teşekkür ederim... Saygılar...
Güner Kutluk
Yazınızdan etkilenip intihar teşebbüsü yok, rahat olun bu öykü olayı 1983 yılı yazında yaşandı....
Ölmeliyim… Yerin içine girmeliyim. Haydi bana eyvallah… Deyip, 1983 yılıydı denemek istemiştim. Silifke’de Susanoğlu Beldesi’nde tatil yapıyorduk. Cehennem sıcağı kumlar üzerine kuruluydu çadırımız. Ben dışarıda yatıyordum. Sivrisinekler… Gece geç saatlere kadar onlarla boğuşuyor, bitkin düşünce uyuyakalıyordum. Sabaha karşı yeniden saldırıyorlardı.
Hey be hey boğulmayı düşlediğim denizler
Ne kadar da sığmışsınız meğer…
Çünkü hayat, her zorluğuna rağmen yaşamaya değer :)
Güner Kutluk
ağacın kuşun güzelini...
ormanın, kadının (insanın) güzelini..
hele hele güzeller güzeli yaşamak yok mu?....
Harika bir şiir ..
Duyguların şavaş ettiği bir savaş meydanı gibiydi..
Tebrikler..