- 595 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİR DEMET GÜL
Üzülmek, sevinç, kaygılar...
İşte bu üçü bir arada olan üç duyguyla, yaşamanın açılımı eşittir hayatın ta kendisi...
Bazı sabahlar neşe içersinde uyanırız, enerjimiz öyle çoktur ki gün içinde yapacağımız işleri sıralar ve bundan keyif alırken, işler sanki gözümüzde hafifler ve mutlu oluruz...
Ama öğlene doğru bir söz, iş yerinde ki bir karmaşa ya da felaket tellalı bir telefon canımızı sıkabilir... O sevincin yerini artık üzüntü kaplamıştır.Canımız feci sıkılmış belki de voltalar atmaktayızdır...Elimizde bir sıgara, ne yapsak diye kara kara düşünürüz...
Akşama doğru öyle güzel bir haber alırız ki yüzümüz aydınlanır, mutlu oluruz. Ya da iş yerinde ki bir terfi, belki de uzun süredir göremediğimiz bir arkadaş, dost çıkagelmiştir...Kimbilir belki de yeni bir aşk girmiştir gönül penceremizden ve ayaklarımız yerden kesilip, üzüntümüz buhar buhar gökyüzüne çıkmış, kaybolmuştur...
Akşam olmuştur belki eve doğru giderken ya da iş yerinde tam mutluluğun tadını çıkartırken, birileri içine eder, ve sen başlarsın kara kara düşünmeye...ne yapsam ? ne etsem ? acaba öylemi ? acaba böylemi ? şöyle söylesem ne düşünür ? böyle yapsam doğru mu olur ? gibi...tam bir kaos ya da karmaşalardan dolayı kaygılar yaşarsın...
İşte sevinç, üzüntü ve karmaşa üçü bir arada, nescafe gibi yani tam kıvamında...işte o anda hayatın ta kendisi diye düşünüyorum...
Aslında üzüldüğümüz anlarda sevinmeliyiz...Evet sevinmeliyiz, çünkü mutlaka daha önce önlem almadığımız bir konuyla karşılaşmışızdır ve bundan ders alıp, üzüntümüzü hafifletmemiz gerekir...Unutmayalım ki o yaşadığımız kötü olayı bir kaç gün sonra arkadaşlarımıza, gülerek anlatacağız...Ve o an o anlatacağımız anı düşünerek hafifleyelim...
Çünkü bize bizden başka yardım edecek kişi yoktur...
Sevinçlere gelince o anda, bir çok kişi yanımızdadır ve bizden daha çok onlar coşku yaparlar ve belki de sevincimiz içimizde kalır...Ya da paylaşarak çoğalır...belkide en yakın arkadaşımız bu olaya niye sevinmedi diye üzülürüz ama genelde pek problem yoktur...
Ama ya kaygılar ?...ah o kaygılar ,endişeler bir kurt gibi yer içimizi en çok onlarla savaş verir dururuz...artık onları aileden biri gibi görürüz...İşte o anda kendimize sorular sorup cevaplar verirsek, bir oyun gibi düşünürsek, ondanda kurtulmayı ve kaygıları bir kenara atabiliriz diye düşünüyorum...
Örneğin çok sevdiğimiz bir insanın kelimeleri bizi üzdü ya da kafamıza soru işaretleri takıldı...Hemen aklımıza önce onun karekterini düşünerek başlayalım...Ve ilk soru ! O bunları benim iyiliğim için mi söyledi ? O bunları beni ikaz etmek için mi söyledi ? O bunları benim düşünmnem gereken şeyleri hatılatmak için mi söyledi ? gibi ve arkasından hemen, gelsin cevaplar... Ne kadar soru cevap şeklinde oynarsak, karamsarlık kaosu yerine, hem kendimizi, hemde karşımızdakini bir an için anlamış oluruz ve o sıkıcı anlardan kurtuluruz diye düşünüyorum...Şu an bunları yazarken kendimde bir şeyi çözdüğümü itiraf edebilirim...
İşte, bir gün bitimi böylece tamamlanmış oluyor...Sevinci, üzüntüsü, kaygısıyla birlikte...Ve artık yorgun düşmüş bir şekilde, uyuma vakti gelmiştir...Ta ki ertesi günün üçü bir aradasını yaşamak için, dinlenmek için, tatlı rüyalar görmeye....
Düşlerinizde gördüğünüz güzellikleri sağlıkla yaşamanız dileğim ile sevgiyle kalın...
ayşe yayman
04.09.2006
YORUMLAR
hayatın tanımını yapmak
ve yaşamı anlatmaya çalışmak,
aslında bence herkes için bir genelleme mümkün değil,
hayatın bir döneminde bir haberle üzülüp bir başkasıyla sevinebiliyoruz bu doğru,
ama öyle bir nokta varki,
hissizleştiğimiz yer yani,
ne bir şeye sevinmek
ne de üzülmek gelmiyor içinden insanın,
maalesef ya da ne yazık ki..
güzel tespitler,
tebrikler, ve sevgiler..