- 3422 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşarken Sevebilirdik...
Yaşam bu, sadece merak ettiklerimiz kalır geride ve sadece kaygı ve ürperti kalır geride hayal kırıklıklarından sonra, unutulacak ne varsa ki hepsi sıralanır an be an yine beyin kuytularında...
Aslında yaşarken sevebilirdik ama... Olmadı... Olamadı... Belki de hiç istenmemeliydi...
Belki de hiç yaşanmamalıydı hayatın o kısmına ait zamanlar... Şimdilerde pişmanlık gibi görünse de bu düşünceler, o zamanki an zamanlarının çokluğunda tarifi olamayacak kadar haz dolu yaşam kesitleriydi bir zaman dilimine kadar...
Sadece sevginin kutsal bağıydı yaşananları bir birine bağlayan zincirlenmenin sebepleri...
Verilebilecek en büyük değerlerdi sevgideki kavşağa gelinceye kadar geçen zamandaki yürek bağları, saygıya ve de çok sevmeye dahil bir geniş bolluktaki yürek vurgunları...
Ölmekle kalmak arasındaki istek, sevmekle, sevgiyi reddetmek kadar bir çıkıştaki karar anlarında bile hem fikirlik oluşmuş iki yürek arasındaki bağ, kendi kendine sağlamlaşıyordu...
Pişmanlıkların ve de riyaların baş ardı edilmiş duru bir sevginin içindeki var oluş savaşıydı gün gün iki yüreğin atışlarını yavaşlatan...
Her an, her istek sevgideki süreklilik için yapılması gerekenlerin de üstünde bir özveri ile sevmenin içinde kalma savaşımı, herkese, her şeye, rağmen ve üzerlerine gelen güçlere rağmen var güçle savaşımın sevgiyi yaşarken sevebilmek içindeki uğraşlarda dar geçitli yaşamları vardı...
Kendilerini birbirlerinden kıskanmalarının ardında aşırı bağımlılık, aşırı sevme duygusunun mahkumluğu vardı...
Tek düşündükleri tek istekleri yaşarken sevebilmekti...
Her attıkları adımlar bu isteği pekiştirmek içindi...
Dünümü, bu günümü bağladığım tüm geçmişim sen derken bir ürperti kalktı içimden acınası halimle...
Aslında her şeyimdin demek gibi bir haldi içime kilitlenen...
Nihayet bir yazı karşısında susmayı tercih ettim hem de içim içime sığmayarak...
Belki de susmak en fazla konuşmaktı...
Ama konuşmamam var ya tam da tırnaklarımla mezarı deşmek...
Ama
tercihim belki yaşamın düz ucunda kalmak olurdu...
Belki de kendimden parçaları döküştürürken içime sığmayan tek şey vardı yetiksiz kalmak...
Susmak buysa konuşmaya lâl olmak nasıldır onu da bilirim aslında...
Ama yine de katılmak yaşamın kaldırımlarında ezilircesine yaşama, yine de olsun...
Kavgalarımız vardı bu şehirde, kavgalarımız şehrimle değildi, şehrimdeki sendin kavgalarımın sebebi, sendin kavgalı yaşamalarımın sebebi, senle başlar, hayatımla devam ederdi şehrimdeki kavgalarım ve hep kaybeden olurdum nedensiz hem de, çok sevme ile sevilme arasına sıkışmış gelgitlerdi asıl kavgalarımın sebebi, her kavga sonunda yoksullaşır zavallılaşır, boyun büküklüğü ile yeniden devam ederdim yaşamın aksaklıklarına...
Nar kızarıklığındaydı yüreğimiz, zavallılaşmanın verdiği uzaklık korkularıydı düşünceleri saran... Kaybetme korkuları ile doluşan telaş, karanlıkları delercesine titretirdi bedenlerimizi...
An geldi yıkıldık an geldi devrildik ve an geldi düştük bir birimizin üstüne ve an geldi paldır küldür devrildik, dünyanın bozlak ayazı sarıldı boynumuza boydan boya yıkıldık yarık toprağa ve yarık topraklarla tarif edecekler artık bizi...
Karanlık bir gecenin tam da ortasında, göz gözü görmezlikteki sis dağılımının tam da içinde, ıslak kaldırımın kesme taşlarındaki su birikimlerinin tam da ıslaklığına basmakla çıkan sesin ürpertisinde, gözlerini kısmış, elleri ceplerinde, bir adam...
Geçmişe dönük düşüncelerinde kıyasıya dolaşırken, hiç düşünmeden ağzından boğuk bir hırıltı ile çıkan sesle...
Yaşarken sevebilirdik, evet yaşadığın anlarda sevebilirdik, öldükten sonra toprağı tırnaklarınla deşmek veya usulca okşayarak sevmek neye yarardı...
Usulca toprağı elin ayaları ile sevmek, tırnaklarınla toprağı deşmek neye yaradı?
Yaşamın tam da ortasından kopup gitmek, neye yarardı?
Yaşarken sevebilirdik can, hem de daha daha çok sevebilirdik birbirimizi son sese son nefese kadar da olmasa yakının da kalana kadar sevebilirdik biz bizi...
Veya yaşamın tam da yarısına gelince daha da çok sevebilirdik belki de son nefese kadar...
Uykudayken önce bir masalın içinde buluruz kendimizi...
Sarsıla sarsıla kıvrılıyoruz yatağımıza, ağlamalar sessiz oluyor, can acısı gibi dudaklar titriyor, seslerin boğuk tınısı içimize akıyor, görüntü karelerinde sarsılıyoruz, ulvi bir müzik içimizde hissettiriyor kendini, dudaklarımız eşlik ediyor sanki yumuk gözlerimizle, pişmanlıkların darbeleri katar katar içimizde birikiyor, her şey sevmenin içindeki titreşimlerle darbelere ulaşıyor, kıvranıyoruz, geçmişin mor kareleri tersleşiyor bedenimizde, haykırmak beyhude çırpınış, kasılıp kalan bedenimiz sanki yokluk çerçevelerinde, yanağımızdan aşağı süzülen ıslaklık, aymazlıkla çene altlarımıza ulaşıyor, dar bir yaşam karesine sığmış bir dünya yaşam geçmişi, her şey görmez bakışların içinde iç seslere dolanıyor ve durmayasıya her gece bu titreyişler sarıyor bedeni ve her şey sevmeye kök salıyor...
Uzun bir solukla göz kapakları açılıyor ve ter basmış beden bir kıvranışa daha atıyor kendini...
Akılda tek kalan yıldız karmacası...
Ala bir aydınlık bu sadece görüntüden düşlerde kalanı. İçte hüzün bırakan tek başına görkemli cümbüş bu yıldızların oynayışı... Gidip kaybolan ışıklar, gelip bedeni yakan ışıklar, derilerin soyulması bu sevdaya dahil olmuş yalnızlıklar... Sesini arıyorum, kulak diplerinde oluşacak belalar hep yalnızlığa atacak biliyorum.
Kör bir gecenin arsız hislerinin son çırpınışları bunlar gene de bir sen varlığının peşinde koşuyor farkındasızlıkla bedenim ve yine de yaşarken sevebilirdik diyor...
Araf’ta hissedersin kendini, bir adım ötesi boşluk, bir adım gerisi sensizlik, çaresiz bir baş dönmesine atar bu ezgi ki içinde hep senli yalnızlık, belki de puslu ve sisli bir arayıştır, gayrisi yalnızlık sesidir bu hırıltılar...
Belki de pişmanlıkların gölgesi...
Güne baktım, düne baktım, geri kalan bir hiçlik, sadece geride bir yokluk, sadece önde bir utangaçlık...
Yarını düşündüm, ters bir zaman kayması, kendime baktım, bir kayıplıkta, sana baktım bir utanç...
Gibiydiler hayatımıza yön verenler, gibi kaldık yanlarında, sessiz sakin ve de iç seslerimizle.
Sadece yokluklarını gördük yan baktığımızda geçmişe ve gibi gibi oldu yaşamımız onlarla...
Geç kaldık belki de çok şeye, çok şey yaşamış gibi olduk yokluklarla ve unuttuk bir gün eller gibilerden biri olduğumuzu ve süzüldü gözyaşlarımız umarsızca, can yakarak yastıklarımıza.
İşte o anlarda dudaklarımızdan fışkıran cümle pişmanlıkla “yaşarken sevebilirdik” olurdu...
Ah Eylül ah... Hazan... Döküntü mevsimi... Bir sevgi verdin bir sevgi aldın... İçimdeki yangınları tutuşturdun, yıllar yıllar oldu hâlâ söndüremedin, bir dünya ateş sıkıntısını attın içime, kavurdun içimi, bulandırdın gözlerimi, bir kararttın ki dünyamı, ne söndü ne de tekrar aydınlatılır oldu...
Yaşarken sevmekle, toprağı tırnakla deşmek arasında ne kadar da çok fark vardı aslında, oysa sevgili ne de çok fark vardı be sevgili...
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Mustafa YILMAZ
yoğun duyguların şelale olup yürekten taşması..
yüreğinize kaleminize sağlk..
sevgi ve selamlar..
Mustafa YILMAZ
bu şehirde, kavgalarımız şehrimle değildi, "ŞEHİRDE KAYBOLAN YÜREKLER" diye sitede paylaştığım bir yazıyı hatırlattı bu sözleriniz.
kaleminize sağlık.....