GECE
Dün gece bizim evin damına bir UFO indi. Aslında tam olarak böyle değil. Baştan başlamalıyım.
Uyku tutmadı bir türlü. Beni pek uyku tutmadığı olmaz. Yastığa beş kala uyumuşumdur her zaman. Nedense uyuyamadım dün gece. Gündüz kanepede azıcık kestirmiş olmamın payı var mıdır, bilmem. Gözlerim tavana yapışık, karmaşık düşünceler savurdu durdu zihnimi. Yaklaşık her yarım saatte bir geçen trenleri saydım duvardaki saatin tiktaklarını tutturmaya çalışarak. Makinistlerin hangisinin daha dakik olduğunu, hangisinin zamanı iyi ayarlayamadığı ya da ağırdan aldığını tahmin etmeye çalıştım. Ortalama bir adam boyunda, her yarımda tek, saat başlarında zamana uygun vuran o gonglu saati hala almamış olduğumuza üzüldüm. Trenlerin arası giderek açıldı. Geçit törenini sonlandıran, en uzun ve en gürültülü yük trenleridir. Kapkara ruhlar da onlarla birlikte yolculuk eder sanki. Geçtikleri yerleri umutsuzluğa boyarlar bir süreliğine. O da bütün organlarımı sarsarak, uzatarak geçip gittiğinde sokaklar birdenbire sessizleşti. Perdeden yansıyan sokak lambasının ışığında gölgeler dolaştı tavanda. Gölgeleri bir şeylere benzettim. Çocukken gölgelerden arkadaşlar yapar konuşurdum onlarla. Kızılderili arkadaşımı aradım tavanda. Sonra sadece başını bildiğim güzel kuzumu.
“Anne sakın basma oraya”. Klozette yere yetişmeyen bacaklarımı havada sallarken, bir elimle annemin eteğini yakalamaya çalıştım. O zamanlar banyo taşlarının arasında yaşıyorlardı. Kızılderili arkadaşım, kuzu ve diğerleri.
Annem, yorgunluktan canı burnunda, elindeki kirli su kovasını küvete bırakırken duraladı, gözü nereye basmaması gerektiğini anlamak için yere kaydı, bir şey bulamayınca bana dönüp ters ters baktı. “Ne olmuş, neden basmayacakmışım?”
“Ezilmesinler” diye geveledim ağzımın içinde.
“Ne ezilir? Neler ezilmesin?”
“Kuzu...” diyecek oldum, vazgeçtim. Alay eder diye korktum. Sustum.
Annem makinaya kirlileri doldurup, kapağını kapattıktan sonra “Hadi çabuk çık sen de. Daha işim var banyoda” deyip gitti. Annem çıkar çıkmaz canlarının acıyıp acımadığını sordum.
Yıllarca kolladım onları. Üzerlerine kova, terlik konmasın diye. Hep yanımda oldular onlar da. Yalnızca tuvalet taşlarında değil, bütün gölgelerde, rüyalarımda. Yalnızca onları çizdim resimlerimde. Çadırlar yaptım onlara rengarenk.
Ne zaman, nasıl oldu, bilmiyorum, yavaşça seyreldiler, silindiler hayatımdan. Önce diğerleri gitti, en son da kızılderili ve kuzu. Bu gece de gelmediler işte. Çok mu büyüdüm, diye düşündüm. Ellerimi, ayaklarımı inceledim. Ellerimde annemin çocukluğumdaki ellerini gördüm. Ne zaman oluştu ellerimde bu çizgiler, mavi damarlarım ne zaman belirginleşti bu kadar? Ne zamandır gölgeler sadece gölge oldu benim için?
Kocama baktım. Hayret, uyuyordu. O uyuyor, ben uyanık. Sırtüstü yatmış. Günün yorgunluğunu karanlık, dipsiz uykunun kollarında atmaya çalışıyordu. Nefes alışı belli belirsiz. Yüzü ifadesiz. Ellerimizin benzerliğine şaşırmadım.
Kalkmak istedim. Vücudumun üstündeki tonlarca ağırlıktaki demir yığınını itmeye gücüm yetmedi ilkin. Sonunda çekilmeye ikna ettim onları. Çıplak ayaklarım yere değdiğinde içim ferahladı. Yine de terliklerimi aradım. Oda kapısının yanında, kirli sepetinin önünde buldum birini. Diğeri yatağın altından göz kırptı. Çıplak ayağım havada, sek sek oynayarak yakaladım onu. Ayağıma geçirip, odalar arasında gezintiye çıktım. Kendi evimde hırsız gibi. Gençliğinde en ufak tıkırtıya havlayan Cipsi, duyma yetisini kaybedeli beri güvenilmez oldu. Hepimizden daha ağır uykusu. Ölüme hazırlık yapar gibi. Kedilerse tek tek bacaklarıma süründüler. Evin hırsızına eşlik ettiler. Çıtırdayan eşyaların sessiz gürültüsünde ürperdim.
Kızların ikisi de üstü açık uyuyordu. Belli ki rüya görüyorlardı. Gülümseyen yüzlerinden anladım. Üstlerini örttüm. Küçük olan, pikenin sıcaklığını çıplak bacaklarında hisseder hissetmez bir tekme savurdu. Israr etmedim. Merdivenleri çıktım, gıcır gıcır. Terasa çıkıp göz kırpan yıldızları seyrettim bir süre. Çevredeki evlerin açık pencerelerinden farklı uyku tınıları geliyordu. Bütün şehir değil bütün dünya uyuyordu, bir ben uyanıktım.
Yıldızların bir kısmı hareketlendi sonra. Göz kırpmak yetmemiş olacak, aralarında bir oyun başlattılar. Kovalamaca oynuyorlardı. Yaramaz olanları saymaya kalktım, sayamadım. Sabit durmaları için söylendim kendi kendime. Yıldızlar bu kadar hareket etmez ki. Dinlemediler beni. Sürekli yer değiştirdiler. Bir o yana, bir bu yana. Başım döndü. Ne haliniz varsa görün diyordum ki minik uçan bir şey geldi girdi yıldızlarla arama. Kendini ortaya atıp onlara meydan okudu. Cevabını göz yakan bir ışık hüzmesi ile aldı yıldızlardan. Uçan gemicikle yıldızlar ışıktan bir torbanın içinde asılı kaldılar bir süre. Cisim yuvarlandı yuvarlandı bizim evin çatısına düştü. Öyle küçüktü ki içinden bir cüce çıkacak sandım. Upuzun ama bir o kadar sıska bir adam çıktı içinden sürünerek. Yaralıydı. Ayağa kalktığında topallıyordu. Benimse tek merak ettiğim oraya nasıl girdiğiydi. Kolay olmadığını söyledi. Bu nedenle zayıf kaldığını. İçeride kıpırdayacak alan kalmadığı için kıpırdamadan durabilmenin uzun yıllar eğitim gerektirdiğini. Tebrik ettim onu. Nazikçe teşekkür edip bu gece yapacak daha çok işi olduğunu söyledi. Kuzumu sordum ona. Anlamadı. Demek o da büyümüş çoktan diye düşündüm. Ellerini göremedim ama, eldivenliydiler. Adam topallaya topallaya yürüyüp giderken yazıklandım adama.
Yıldızlar küsmüşlerdi. Hep birlikte evlerine gidip kapılarını kapattılar. Karanlıkta kaldım. Korkmuyorum ki ben artık karanlıktan. Ama canım sıkıldı. İçeri girdim.
Aşağı indiğimde büyük kızımı yatağında oturur buldum. Su istedi. Mutfağa gidip dolaptan bardak aldım. Sürahide su kalmamış. Damacanadan sürahiye su doldururken yerler ıslandı. Öylece bıraktım. Sürahideki suyun bir kısmını bardağa boşaltıp kızıma götürdüm. Yavaşça aldı elimden. İlk büyük yudumu alıp, bardak tutan elini kucağına koydu. Gözleri yarı kapalı gülümsedi. Boş kalan eliyle ağzına gözüne giren, boyununa dolanan nemli saçlarını geriye attı. “Biliyor musun anne, çok güzel bir rüya gördüm, dedi. Bir Eskimo çocuk vardı. Fok balığı arkadaşı ile yanıma geldi. Birlikte kızak kaydık”. “Benden selam söyle onlara dedim. Sor bakalım, kuzu ile arkadaşlık eden bir kızılderili kız tanıyorlar mıymış”. “Olur, sorarım anne” derken kalan suyu da içti. Bardağı geri uzatırken kendini bırakıverdi yastığına. Üstünü örterken ellerimi gördüm. Işıldıyorlardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.