- 2648 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
MASAL BAKIŞLI ADAM...
Vapur beyaz gelinliğini giymiş nazlı, zarif bir gelin edasıyla yanaşıyordu BURGAZADA İSKELESİ’ ne.
Ahenkle çalan düdüğü adayı coşkuyla selamlarken. Efsanevi, şiirsel aşkların her zamanki sırdaş tanıkları martılar da, yaşanacak ölümsüz bir aşkın habercisi gibiydiler yine çığlık çığlığa..
İskele bir anda şen, neşeli, cıvıl cıvıl insan kalabalığıyla doldu.
Yakışıklı genç bir erkek, yanında küçük bir kız çocuğuyla birlikte bu kalabalığın arasındaydı. Bir süre sonra iskeleden uzaklaşmış, adanın nasılsa tenha bir sokağında ilerliyorlardı.
Genç adamın bir iki adım önünde yürüyen yanakları gamzeli küçük kız, o gün yaşayacaklarını yaşamı boyu hiç unutamayacağını. Kendilerini ziyarete geldiğinde odasını paylaştığı en yakın arkadaşı olan anneannesine, “Ağzında neden hiç dişinin olmadığı?” sorusunu ona soramayacağını nasıl bilebilirdi…
“İşte geldik. Bak şu ev” dedi önünde yürüyen küçük kıza genç adam.
Evin bahçe kapısına doğru yöneldi küçük kız heyecanla..
“Sana şaka yaptım. O ev değil” dedi gülümseyerek. Ve bu şakayı birkaç kez sürdürdü. Küçük kız da her defasında bu şakaya tüm yüreğiyle inanıp, koştu evlerin bahçe kapılarına doğru.
Bahçelerden taşıp, sokakları kucaklamıştı renk renk çiçeklerle dopdolu dallar. Hiçbir kimyager ortalığa yayılan bu ‘mis kokuların’ formülünü bulup çıkartamazdı beli ki…
O gün çok sevinçliydi küçük kız. Hemen her kız çocuğunun yaptığı şeyi o ilk kez o gün yaptı. Sekerek yürüdü birkaç adım da olsa. Dönüp gülümsedi genç adama çocukça bir mahcubiyetle ardından.
Bahçe kapısı açık olan bir evin önünde durdu genç adam. “Hadi gel. Şaka yapmıyorum bu kez” dedi.
Bir genç adama, bir evin bahçesine baktı küçük kız…
Çok genç bir kadın, bahçe kapısına uzanan merdivenleri iniyordu yüzünde tatlı gülücüklerle.
“Buyurun..Hoş geldiniz” dedi.
Kapıdan önce küçük kızı geçirdi genç adam, sonra kendisi girdi.
Yaşlıca bir kadın, elinde bastonuyla merdivenlerin başında durmuş, gülümseyerek bakıyordu gelenlere.
“Hoş geldiniz” dedi.
Adam eğilip kadının elini öptü.
“Hoş bulduk” dedi ve ardından yanında duran küçük kıza döndü.
“Yeğenim. Ablamın kızı. Bizde misafir” dedi.
“Hoş geldin çocuğum” dedi yaşlı kadın küçük kızın lüle saçlarını okşarken.
“Hoş geldin prenses. Dayın seni bugüne kadar nerelerde saklıyordu hı!..” dedi genç kadın da çocuğun yanaklarına içten öpücükler kondururken
Gel bakalım, şöyle otur önce” diyerek onun bahçe salıncağına oturmasına yardım etti. Yaşlı kadın da yanın oturdu ve elini tuttu.
“İsmini söyler misin güzel çocuğum?” dedi şefkatle gülümseyerek.
Kendinin bile zor duyabileceği bir sesle “Tülin” dedi..
Genç adam genç kadının uzattığı eli dudaklarına götürürken, çarpışan bakışları birbirlerine duydukları derin aşkın gücüyle yıldırıma dönüşmüş yürekleriyle birlikte bedenlerini de tutuşturmuştu adeta...
Suyeşili gözlerini, masal bakışlı adamın gözlerinde bırakarak girdi içeriye.
Döndüğünde elindeki kocaman tepsiyi masaya bıraktı ve birkaç kez daha gidip geldi.
Masa çeşit çeşit yiyecek ve içeceklerle doldu bir anda.
O güne kadar tatlarını bilmediği kurabiyelere bayıldı küçük kız.
Bardaklar da ne kadar çok parlıyordu öyle!..
“Hepsi ev yapımı. Şuruplar da tabi” dedi yaşlı kadın.
“Çoğu bahçemizin ürünlerinden. Şuruplar ve marmelatlar annemin eseri” dedi kızı. Şurupları üzerlerinde güneşin renklerinin oynaştığı pırıl pırıl kristal bardaklara doldururken.
“Gemimiz İtalya’dan yeni döndü. Küçük şeyler..Hatıra olarak kabul ederseniz...” dedi bu arada genç adam.
Küçük bir paketi yaşlı kadına uzattı önce. Biraz daha büyük olanını da genç kadına.
Üzeri işlemeli gondol biçiminde ilginç bir ilaç kutusuydu yaşlı kadının armağanı.
“Armağanı beğendiğini. Kendisinin zevkli ve düşünceli biri olduğunu” söyledi genç adama. Bu gerçek bir hanımefendi olan yaşlı kadın.
Çerçevesi kelebek kanadını andıran çok şık bir güneş gözlüğü ve ucunda zarif bir çıpa asılı olan zincir kolye de genç kadının paketinden çıktı.
Bir ara “Öğlen uykusuna yatmasını, uyandığında birlikte dondurma almaya gideceklerini” söyledi küçük kıza genç kadın.
Söz dinledi küçük kız. Ancak, hiç uyuyamadı…
“Dayını çok seviyorsun değil mi?”
Gülümseyip, başını salladı..
“Peki ya beni. Beni de sevdin mi?”
Bu kez daha çok gülümsedi ve başını daha çok salladı..
“Hadi, daha hızlı yürüyelim. Dondurmalar erimesin.”
Elini tuttu küçük kızın. Koştular, koştular...
Biraz da oyun olsun diye.
“Eleni ablanı sevdin mi?” dedi vapurda küçük kıza, masal bakışlı adam.
“Evet. Çok sevdim.” dedi. Çukur çukur oldu gamzeleri…
Yıllar sonra şirin bir Beldede bahçesi çeşitli meyve ağaçlarıyla donanmış tek katlı bir evin bahçeye açılan mutfağında bir kadın, birkaç çeşit meyveyi rendeden geçirip porselen tabağa aktardı ve üzerine bir parça tarçın serpiştirdi. Daha sonra yanında kendisini sessizce seyretmekte olan 11-12 yaşlarındaki kız çocuğuna döndü. “Hadi kızım. Bunu anneannene götür” dedi.
Kız, serçelerin sabah konserlerini verdiği dalları yerlere sarkan yemyeşil ‘can erikleri’ ile dolu ağacının altında oturmuş, taze yeşil fasulyeleri ayıklamakta olan anneannesine baktı…
Pembe beyaz cildinin altında görünmeyen minik renkli ampullerin olduğunu düşledi yine..
Dişsiz ağzı ‘hep gülümsüyormuş’ gibi geldi ona yeniden…
“Anne, anneannem neden kendisine takma diş yaptırmıyor? O güzel yiyeceklerden yiyemiyor hiç. Yazık…”
“Dişinin ölçüsünü vermişti. Yaptıracaktı. O sırada dayını kaybettik…
‘Diş benim neyime bundan sonra…’ dedi..”
Beyaz bir vapur kalkıyordu Burgazada İskelesi’nden ağır ağır…
Bir kaç martı uğurluyordu onu isteksizce...
“Sen buralısın. Tanırsın…Kim bu kadın? Gözlerinin rengi ne kadar güzel. Suyeşili..
Biraz tuhaf biri galiba..Bir şey kaybetmiş gibi kumsalda aranıyor ne zamandır” dedi kadın.
Sahildeki çay bahçesinde karşılıklı oturdukları kadına.
Kadın bakmakla bakmamak arasında döndürdü başını.
“Uzun bir hikaye..Derin bir sevdanın enkazı da diyebilirsin..” dedi acılı bir sesle.
“Yıllar önce, çok yakışıklı bir deniz subayıyla yaşamışlar efsaneleşen bu aşkı..
Kısa bir süre sonra bir gemi faciasında şehit olmuş..
Haberi duyduğunda çılgına dönmüş. Sahile koşmuş hemen. Çırpınıp durmuş. Çığlıkları karşı sahillerde yankılanmış adeta..
Boynundan hiç çıkarmadığı kolyesini o sırada kaybetmiş..
O günden sonra onun ne ağladığını gören olmuş, ne sesini duyan..”
“Yoksa, hala o kolyeyi mi arıyor buralarda?”
“Evet!”
YORUMLAR
Kronikteydim.
Gerek yapı yönüyle ve gerekse o yapıya uygun geliştirilen öyküleyiciliğiyle yetkin bir üreti.
Kutluyorum.
Erdemle.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Ben gerçek yaşanmışlıkları paylaşmayı seviyorum Ve bunlar beni mutlu ediyor. Bu da bir kurgu değil.
O fotoğraf dayıma ait. Her karesi ve her cümlesii çocuk belleğimde olduğu gibi yer eden bu yaşanmışlığı paylaşmak istedim. Dayım DUMLUPINAR FACİASINDAN 2 önce izne ayrılmış. 6 ay sonra bu acıya dayanamamış ve aniden aramızdan ayrılmıştı...
TÜLİN ÖZTUNÇ
O fotoğraf dayıma ait. Her karesi ve her cümlesii çocuk belleğimde olduğu gibi yer eden bu yaşanmışlığı paylaşmak istedim. Dayım DUMLUPINAR FACİASINDAN 2 önce izne ayrılmış. 6 ay sonra bu acıya dayanamamış ve aniden aramızdan ayrılmıştı...
DİLEK YILDIZI
Paylaşımınız için sonsuz teşekkürler
TÜLİN ÖZTUNÇ
O fotoğraf dayıma ait. Her karesi ve her cümlesii çocuk belleğime olduğu gibi yer eden bu hazin yaşanmışlığı paylaşmak istedim. Dayım DUMLUPINAR FACİASINDAN bir hafta önce izne ayrılmış. 6 ay sonra bu acıya dayanamamış ve aniden aramızdan ayrılmıştı...
Esenlikler dilerim
çok güzelsıcak bir hikaye sonu hüznlüydü çok güzel yazmışsınız tebrikler
TÜLİN ÖZTUNÇ
O fotoğraf dayıma ait. Her karesi ve her cümlesii çocuk belleğimde olduğu gibi yer eden bu hazin yaşanmışlığı paylaşmak istedim. Dayım DUMLUPINAR FACİASINDAN 2 önce izne ayrılmış. 6 ay sonra bu acıya dayanamamış ve aniden aramızdan ayrılmıştı...
Esenlikler dilerim.
Bildik bir öyküyü bilmediğim lezzetlerle okudum.... "şiirsel aşkların her zamanki sırdaş tanıkları martılar da, yaşanacak ölümsüz bir aşkın habercisi gibiydiler yine çığlık çığlığa..."
Kutluyorum.... Saygılar...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Yorumunuza teşekkür ederim.
Esenlikler dilerim.