- 4435 Okunma
- 25 Yorum
- 0 Beğeni
Diğer Boyuttan İnsanlığa Mektup
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
14. 12. 2012
Merhaba insanlık... Orada mısınız?...
Ben on üç yaşınday(d)ım. adım Souzan, soyadım Barakat, Irak’lı bir kız çocuğuy(d)um ben. Babamın avuçlarından kendi kanımı içtim, melek oldum...
Bundan bir kaç yıl öncesine kadar Irak’ta yaşıyorduk, sonra ailemle Almanya’ya iltica ettik, şimdiki ikâmetim ahiret... Ve ben umuda gittiğimiz yerde, Almanya’da bir şehirde, sosyal kurum görevlilerinin denetimi altında, sokak ortasında babamın üç kurşunuyla vuruldum. Babamın, öz babamın...
Tek isteğim çocuk olmaktı. Beni kendi elleriyle getirdikleri, dilini bile henüz tam konuşamadığım bu ülkede, onların çocukları gibi yaşamaktı. Ben de okuldan çıktıktan sonra spora gitmek istedim, nadir sıcak yaz günlerinde arkadaşlarım gibi yüzmek istedim. Onlar gibi giyinebilmek, korkmadan arkadaşlarımla konuşup, şakalaşabilmek, gurup halinde eve gitmek, yanımdakinin cinsiyetiyle değil de, karakteri ile kafa yorabilmek.Fazlasını dilemedim...
Ailemle alışverişe gittiğim zamanlarda, bana kimse selam vermesin diye kafam önümde gezmek ne denli zordu bilemezsiniz. İnanın ki, babamın ben fahişe olmayayım diye harcadığı çabadan fazlasını harcadım ailem yanımdayken arkadaşlarımdan saklanmak için.
Oysa ailemin bana uygun gördüğü yaşam biçimi, benim isteklerimden, hayâllerimden çok farklıydı. Ben, bir kız çocuğu olarak okumak, spor yapmak, arkadaşlarımla eğlenmek gibi haklara sahip değildim ve olamazdım da! Benden beklenen, evin düzenini sağlamam ve üç erkek kardeşimin bakımını üstlenmemdi. Beni okuldan aldılar! Neden bilemedim... Ben çok başarılıydım aslında. Yaşadığımız ülkenin yasalarına göre, on altı yaşımı doldurana kadar okula gitme zorunluluğum olduğundan, devlet kurumları araya girdi ve okuluma dönmemi sağladılar. Evdeki baskı ve işkence daha da ağırlaştı. ’ Okumak istiyorum! Hepsi bu... ’ Birbirini tamamlayan bu iki cümle beni ailemle kopardı. Beni çok dövdü babam. Çevremde görüyordum, başka aileler çocukları mutlu olsun diye kendilerini feda ediyordu. Onlar okusun diye çırpınıyor, hiçbir eksikleri olmasın diye çabalıyorlardı. Çocukları mutlu olsun, gülsün istiyorlardı. Benim ailemde yanlış olan bir şeyler vardı. Ben de darp edilmiş yüreğimle; diğer bütün çocukların sahip olduğu yaşama hakkımı almak için gençlik dairesine sığındım. Orada beni koruyacak, okutacak ve çocuk gibi yaşamamı sağlayacaklardı. Altı ay gençlik sığınma evinde, ailemden uzak bir yerde yaşadım. Evet; annemi, babamı ve kardeşlerimi özlüyordum ama ilk kez orada çocuk oldum. Ben; ailenin temizlik sorumlusu, üç kardeşinin bakıcısı, ilk kez gönlümün istediklerini yaptım. Judoya başladım, arkadaşlarımla toplanıp, müzik dinledim okul bahçesinde, korkmadan erkekli kızlı gurubumla yollarda dolaştım, belki inanmayacaksınız ama parkta bile oynadım. Eksik ama mutluydum...
Altı ayın sonunda ailemden bir mektup aldım. Size kısaca aktarayım:
Merhaba bizim sevgili kızımız Souzan;
karşılıklı konuşmayalı çok uzun zaman oldu. Bunu kabul etsek de, etmesek de sen bizim kızımızsın ve biz senin aileniz. Bu yüzden konuşmalı ve aramızda geçenlere bir çözüm bulmalıyız. Biz; annen baban ve kardeşlerin seni çok özlüyoruz.
Bizler ne görevli, ne polis ne de hakimiz. Bizler senin ebeveyniniz. Altı aydır görmediğimiz kızımızı görmek ve onunla konuşmak istiyoruz. Lütfen bu isteğimiz kırma.
Seni seven ailen.
Bu mektup, tahminen göçmenlere yardım dairesinde çalışan biri tarafından yazılmıştı. Ailemin almancası bu mektubu yazacak kadar yeterli değildi. Mektup bana ulaştırıldığında, yaşadığım sosyal kurumun görevlileriyle paylaştım. Bir yandan mutluydum, diğer yandan içimde tarif edemediğim bir korku vardı. Ailemi görmeyi istiyordum, onları özlemiştim. Kim bilir, belki de bu yaşananlar onlara gerçekleri göstermişti. Gençlik sığınma dairesinin görevlileri ailemle irtibata geçtiler. Ailemin kaldığım kurum ve gittiğim okul hakkında bilgisi yoktu, bu yüzden üçüncü şahısların da katılımda bulunacağı, kaldığım kurumdan uzak bir mekânda bir görüşme planlandı. Heyecanlıydım...
07. 12. 2011
Bacaklarım titriyordu... Kalbim öylesine hızlı atıyodu ki, bedenimden çıkıp gidecekmiş hissine kapıldım. Elimi tutacak birilerini aradım. Az sonra merdivenlerden yukarı çıkacak ve altı aydır görmediğim annemi ve babamı görecektim. Annemin göğsüne yaslanmaya o kadar ihtiyacım vardı ki... ’ Haydi Souzan! ’ dedi velayetimi üstlenen görevli. ’ Korkma! Bizler yanındayız, sana hiçbir kötülük gelmeyecek. Eğer evine dönmek istersen, ailenden belli taahhütler alıp, sürekli seni ve aileni takipte tutacağız, yok dönmem dersen, biz senin ailen olmaya devam edeceğiz. Karar senin ve biz ardındayız. Dizlerim hâlâ titriyordu. Gayri ihtiyari elimi uzattım ve tuttu.
Yukarıya giden merdivenlere yöneldik. Tüm gücümü topladım, başımı yukarı kaldırdım ve merdivenleri çıktım. Toplantı odasının kapısına vardığımızda, göz kırpması kadar bir an tereddüt etmeme karşın kapıyı açtım. Annem ve babam onca zaman sonra karşımdaydılar... Annem bana doğru bir adım attı, gözleri rutubetliydi ve adım gibi biliyorum ki, babam tam o anda kolundan sımsıkı tutmasaydı, bana sarılacaktı. Babam donuk donuk gülümsedi, annem ’Kızııııım, Souzan’ıııımm’ diye inledi. Görevliler ve ailem tokalaştılar. Babam, ben sanki bu resime dahil değilmişim gibi yüzüme bakmadan konferans masasına oturdu. Annem, başörtüsünün göğsüne düşen kenarı ile gözündeki nemi sildi ve babamın solunda, tercümanları da sağında yer aldı. Ben ve kurum görevlileri o upuzun masanın karşı tarafına yerleştik ve kısa bir an suskunluktan sonra, ailemin tercümanı konuya girdi:
- Öncelikle sizleri selamlamak isterim. Ben, Barakat ailesin tercümanı olarak burada bulunuyorum. Aile ile herhangi bir akrabalık ilişkim bulunmamaktadır. Aile, Iraklılar Dayanışma Merkezinden yardım talebinde bulundu, ben de bu olayda sosyal danışmanlık ve tercümanlık görevini üstlendim. Aile, kızlarının evden ayrılışından beri çok üzgün olduklarını, kızlarına iyiliğini düşünerek baskı yaptıklarını ve altı aydır oldukça fazla düşündüklerini artık kızlarına destek olup okumasını sağlamak istediklerini belirttiler. Ailenin bir anda Alman kültürüne uyum sağlanması beklenemez, ancak ellerinden geldiği kadar kızlarının yaşam çizgisini engellemeyeceklerinin ve artık üzerinde baskı uygulamayacaklarının garantisini veriyorlar. Tek kızlarından ayrı kalmak istemiyorlar...
Annemin yüzü kireç gibiydi. Babamın yüzünde ise ne şevkât ne de özlemden bir iz göremiyordum. Babama döndüm ve sordum: ’ Baba; ne olacak şimdi? ’ sustu...
Anneme döndüm bu kez: ’ Ne olacak anne? ’ o da sustu...
Tercüman ve sosyal görevliler arasında insanlığımın pazarlığı devam ediyordu. Tercümanın anlattığı aile benim ailem değildi ve bunu bir tek ben biliyordum. Birden bu dialoğun orta yerine bomba gibi düşen o kelime ağzımdan fırlayıverdi: ’ Dönmeyeceğim... ’ Kendime sıktığım kurşun...
Babam yerinden fırladı: ’ Dönme de o...... ol! Ben seni döndürmesini bilirim! Sen Alman kahpeleri gibi sürtmek istiyorsun, bizim kitabımızda yok! ’
Annem ellerini acıyla yumruk yapmış, dizlerine vuruyordu.’ Etme kızım!’ dedi, ’Etme!’
Sosyal görevliler dilimizi bilmediği için olanı biteni anlamamışlardı, onlara bu görüşmeden olumlu bir sonuç çıkmayacağını, kuruma dönmek istediğimi söyledim ve tercümanı babama durumu izah etti. Babam öfkeyle salondan ayrıldı. Annem boynunu sağ tarafa eğdi ve ’Souzan’ım, ceylanım, nasıl kurtarırım ben şimdi seni, nasıl! ’ dedi babamın arkasından ağlayarak merdivenleri indi.
Bana eşlik eden görevli; bir müddet salonda beklememizin yararımıza olacağını söyledi ve benden konuşulanları tam olarak tercüme etmemi istedi. Tekrar yerlerimize oturduk. Hem ağlıyor, hem de babamın söylediklerini anlatıyordum. ’ Korkma’ dediler bana. Ben çok korkuyordum. Yarım saat kadar bekledikten sonra, ailemin gittiğine emin olup, biz de aşağıya indik. Bizi getiren araç yolun karşısında bekliyordu. Güvenli yuvama dönecektim. Onca yabancının içinde, evim olan yere. Arabanın yanaşmış olduğu karşı kaldırıma geçtim, kapıya uzandım ve annemim sesini duydum. ’ Souzaaaaan...’ Sonra ardı ardına yedi el silah sesi...
Öz babamın tabancasından çıkan yedi kurşun... İki mermi kafama, biri boynuma saplandı. Ben orada öldüm. Çok canım yandı...
Ardımdan kimileri daha fazla özgürlük için, kimileri de yoldan çıktığı için öldü demişler. Doğru; o yol benim yönüm değildi. Yanlış, daha fazla özgürlük değil, ben yalnızca daha fazla insanlık için öldüm.
Ben Dünya’nın bir yerlerinde hep vardım, var oldum, var olacağım. İnsanlık; ben orada babamın elinden kendi kanımı içerken, siz neredeydiniz...
YORUMLAR
Genç kızdan beklenen babasının ya da ağabeyinin, evli kadından beklenen de kocasının penceresinden yaşama bakması. İlginç olan da kadını böyle bir hayata iten ve korumak adına gerçekte eve hapseden zihniyetin bunu din adına yaptığını savunması. Yobaz, kadına güvenmez, potansiyel tehlike olarak görür. Kur'an'ın ise tam aksine hep kadını savunan/koruyan bir üslubu ve hükümleri vardır. Sevgi, şefkat ve merhamet sanatının öğretmenidir Kur'an. Ve Kur'an ahlakının gerçek anlamda yaşanması tüm sorunların çözümü olacaktır. Umutlu olmalı... Teşekkürler, kutlarım.
Zeynep Süberk
Yobaz düşüncenin çöktüğü günü görmek ümidiyle.
Ziyaretiniz için teşekkür ederim.
...bir yanda gelenek adına bağnazlaşma,bir yanda sözde özgürlük adına protestanlaşma bir yanda bir çocuğun babası tarafından öldürülmesi, bir tarafda Irakta 1250000 sivilin koolisyon güçleri tarafından öldürülmesi,babasız kalan çocuklar ,yetimler öksüzler,sakatlar,yoksullar,
bir yanda ülkesinde özgürlük sunan,bır ıraklı kızın hayatını değiştiren ALmanya bir yanda kan dökücü kolisyon güçlerinin içindeki ALMANYA,bütün tecavüz ve ölümlerin sorumlusu ALMANYA,
bir yanda ülkesinden ve geleneklerinden koparılmış bir baba ve travmaları ,NATO güçleri tarafından ülkesi yıkılmış sözde demokrasi getirilecek diyerek yola çıkan güçler sonrası ölü sayısı mezhep çatışmalarıyla beraber 3 milyon ölüyü bulan yıkılmış bir kabile devletine dönen Irak, malını mülkünü,ğolunu ,kızını akrabalarını yitirmiş kaybeden binlerce mülteci Iraklı, ve bu sorunlar,alilesel trajediler,habitatlarından kopan insanlar,evrim milyonlarca yıl almış bir süreçtir,
yavaş ,yavaş türler değişime uğrar sen bunları birden değiştirmeye çalışırsan ölümcül mutasyonlar oluşur,birden bire olan değişimler ölüm getirir,trajedileri engeleyemezsin
ve hasıl ,kızın babasına yüklenmek bence ,hiç bir meseleyi çözmeyecek ölümleri engellemeyecek
ama karşınızda duran asıl kapitalist ve emperyalistleri suçlayacağınıza ,eşeği dövmektense semerini dövmeye benzer,gücünüz anca göz yaşları iç.inde kızını öldüren babaya yüklenmek kolaydır,olaYLARI DEĞERLENDİRİRKEN OBjektif olmalı şartları durumları incelemeli vukunun
gerçekleştiği andan çok öncelere gitmeliyizki bağımsız gözlemleyebilelim,özgürlük bireyclik ve çıkarcılığın ön plana çıktığı bir durum değildir,özgürlük aslında kollektif zihniyetin ön plana xçıktığı
kendinden çok başkaları için ,değerler için bir yaşama biçmidir herkes kendi için yaşarsa
kaos kaçınılmazdır,ölümler kaçınılmazdır,bu trajediye NATO tarafından sözde özgürleştirilmiş bir ülkenin
mültecilerinin içine düştüğü ruhsal travmanın yarattığı ve babanın yaşadıklarından dolayı birikmiş olan olan öfkenin birden dışavurması sonucunda kızını çok seven babanın kızının hayatına son vermesidir,verirken kendi hayatınada son veriştir çünkü kız mezara girerken baba mapus yatacaktır ve kızını öldürmesinin verdiği acıyla yüyüyen ölü olacaktır,romantizm ,duygusallık bir yana kadar olmalı bu olayları planlanan toplum düzeniniin yaratılması için yapılan mutasyonlar olarak görülmelidir,bunların benzerlerin görmekteyiz ,bu olaylar içleri açılmadan nedenleri soruşuturulmadan,köklerine inilmeden toplumu hızlı bir dönüştürmeye sokmak için ve topluma bakın siz özgürsünüz halinize şükredin yoksa sizde böyle olurdunuz gibi bir mantıkla kasıtlı içi boşaltılarak ve bir misyonun parçası olarak görsel ve ytazılı basında kullanılmaktadır,
saf diller olmmalıyız,
eser güzel sayın süberk
“. İnsanlık; ben orada babamın elinden kendi kanımı içerken, siz neredeydiniz..”
Hoop hop insanlık ölmedi daha, “ammâ u lâkin” (İbrâhîmî Feyzullah Yalçın’ın kulakları çınlasın 15) can çekişiyor, ölmediyse de eli kulağında yakındır. Bütün bu emareler bunu gösteriyor.
İnsanlığın geldiği son noktayı bir örnekle izah edeyim müsaadenizle. Yahu herif arabasının periyodik gaz, fren testlerini trafikte gariban bir sokak kedisinin refleksleri ile test ediyor. Eğer kedi ezildiyse hem frenler iyi tutmuyor hem kedinin refleksleri zayıflamış demektir. İnsanlık can çekişiyor demem o yüzden. İşte bu testi insanoğlu kendi cinsi üzerinde denediğinde “insanlık” harbiden ölmüş demektir
Dikkat buyurun; insanoğlu demiyorum kastım insanlık zanaatı.
Günümüzde insanoğlu aklımıza gelebilecek her alanda bilimde, teknolojide, sporda, sanatta işin boyutunu o kadar ilerilere götürdü ki her gün yeni bir şeyler yumurtlamaya döt yetiştiremez oldu neredeyse (menfi manada). Gittik gittik gittik de heyhat bir de arkamıza baktık ki insanlık namına bırak bir arpa boyu yol almayı hepten geri gitmişiz. Ne arpa boyu, arpa tarlası, arpa tarlası. Ben diyeyim beş evlek sen de onbeş dönüm. Bizim Anadolu’da buna “işin b.kunu çıkarmak” derler. Çıkarmakla kalmayıp birde sürrealist resme soyunurlar, Salvador Dali yanlarında halt etmiş.
Bu gibi durumlarda genellikle savunma şudur; ruhsatı dinden aldım... Hastir ordan, din belediyemi ulan.(çok, çok özür diliyorum) Bu işin din ile irfanla savunulası zerre kadar bir tarafı olmadığı gibi dinden ruhsat aldığını söylemek resmen dine iftiradır(hangi din olursa olsun). Çünkü felsefeleri itibarı ile hemen hemen bütün dinlerin misyonu insani esaslıdır. Kimi eğri kimi doğru.
Mardin Münih hattında tayyare seyrüseferlerinde rötarlı kalkışların hep Doğudan Batıya uçarken olmasının altında Oryantalist mazeretlerden ziyade asırlar öncesinden bu coğrafyaya (Ortadoğu) sıkışmış kalmış akıl tutulmalarının (cehalet) olması ne yazık ki coğrafya insanının dededen toruna sirayet eden genetik şansızlığıdır. Kurtulmak mı; ya muhacirliğe çıkıp asimile olacak ya da medeni kültürlere evlatlık verilecek.
Sakın burada Mardin ilimizi hedef tahtasına koyduğumuz zannedilmesin, ismini dillendirmemiz kastettiğimiz coğrafyanın bir parçası olması hasebi ile sinemaskop şöhretinden istifade etmektir. Mardin olmaz da Bağdat olur, Bağdat olmaz da Şam olur Halep olur, Beyrut olur, Pencap olur. Olur da olur.
Tebrikler, selamlar, saygılar
Zeynep Süberk
Bu gerçek değil, değil mi? Bir korku filminden kesit olmalı. Hani insanların içine şeytan kaçıyor ya, ağızlarından kan ve tükürük saçarken ne yaptıklarını bilmiyorlar, öyle bir filmden bir sahne... Bu kadar doğasına mı döndü insanoğlu, bu kadar ilkelleşti mi gelişeceği yerde. Ben utandım, yerin dibine geçtim...
Ne güzel anlatmışsınız da, ben insanlığa inanmaya çalışırken, umarken, hatta yüksek sesle çağrı yaparken ''boşa çabalama, bunlardan bir cacık olmaz'' demişsiniz. Ama sakın ''sus!'' demeyin. :)
Saygımla sevgili Ağyar, onur verdiniz.
Gelenekler ve adetler,birey olmanın önüne geçip bireyden daha değerli duruma gelirse sonuçlar hep bu duramlara benzer,Töre cinayetleri,namus cinayetleriyurdumuzda meydana gelmiyor mu?
Zeynep Süberk
Teşekkürler ve saygılar Sayın Şiireral57.
Saadet Ün
Aslında zemini beyaz olsa, fotoğrafa da bir zararı olmaz diye düşünüyorum.
Şiir olsa yine oluyor da, uzun yazıda insanır gözleri yoruluyor ve zorlanıyor okurken... Bu göz problemimden kaynaklanıyor olabilir. Yani benim sorunum. Ama yine de bu konuyu yazmak istedim, belki benim gibi okurken zorlananlar olur diye.
Sevgiyle...
Zeynep Süberk
Zemin rengi konusunda daha dikkatli davranmaya çalışırım bundan sonra. Göz yorucu bir yansıma yapabileceğini düşünmemiştim.
Teşekkürler güzel ziyaretiniz için, sevgiyle.
Bir insan, başka bir insanın hayatına nasıl son verir ?(üstelik bu insan onun canı evladı.)
Onlar gibi düşünmüyor, onlar gibi bakmıyor hayata, benimsediği yaşam biçimi onların dayattığından
farklı diye.
Bir namus bekçiliğidir gidiyor asırlardır. Bunu yapan insanların kendi düşünceleri, bakışları kötü çünkü.
Allah işlah etsin ne diyeyim!
Yazın için tebriklerimi bıraktım sana.
Sevgiler :)
Bir insan, başka bir insanın hayatına nasıl son verir ?(üstelik bu insan onun canı) evladı.
Onlar gibi düşünmüyor, onlar gibi bakmıyor hayata, benimsediği yaşam biçimi onların dayattığından
farklı diye.
Bir namus bekçiliğidir gidiyor asırlardır. Bunu yapan insanların kendi düşünceleri, bakışları kötü çünkü.
Allah işlah etsin ne diyeyim!
Yazın için tebriklerimi bıraktım sana.
Sevgiler :)
Zeynep Süberk
Bir türlü karşıma çıkmadın namus
Nihayet bir yerde rastladım ama
Utançtan yüzüme bakmadın namus
Yaklaşıp yanına dedim nerdesin
Dedin ki yorulma gelmiyor sesin
Gayretleri boşa gitti herkesin
Kimseyi yanına sokmadın namus
Fazilet dediğin meğer masalmış
Namuslu görünmek kimlere kalmış
Zenginmiş, fakirmiş, halkmış, kralmış
Gördüm ki kimseyi takmadın namus
Hadi yandan
Hadi hadi yandan
Ben senden ne saray ne ev istedim
Seni sevenleri sen sev istedim
Kıvılcım aradım alev istedim
Bir tek mumu bile yakmadın namus
Azizken gözümde sudan ekmekten
Yoruldum uslu dur yapma demekten
Yüzyıllardır namussuzluk etmekten
Bir türlü uslanıp bıkmadın namus
Hadi yandan
Hadi hadi yandan
:) Ben bir şey demesem de olur.
İçten sevgiler.
bizde buna iki ucuda *oklu değnek denir,batı kendi doğrusunu güç yoluyla kabul ettirirken doğu buna kendi kurallarıyla direniyor,Babanın kızını kurşunlaması elbette çirkin,ama bir çocuğu alıp kendi hastalıklarıyla buluşturması çok mu doğru,uyuşturucu,uçuk fantazilerle dolu bir hayat,ve bunalım ve intihar...kim mutlu acaba medeniyet mi ilkellik mi.Bu konu çok su götürür bence.birde kız çocuğunu öldürmeden ,orda büyüt hikayende, mutlak hürriyetinin sonucunu da dinleyelim kaleminden...saygılar...
Zeynep Süberk
Benden olumlu bir örnek istemişsiniz. Rojin isimli bir şiir serim var; Doğuda dört kişinin tecavüzüne uğrayıp, ölüm ilamı çıkartıldıktan sonra, batıya kaçırılıp, orada mutlu bir yaşam kuran birinin gerçek öyküsüdür. Rojin'in hikayesi kitap oluyor, umarım okuma fırsatı bulur ve batıya bu kadar önyargılı bakmazsınız.
savrulmalar
Zeynep Süberk
Saygılarımla.
savrulmalar
insanın kanını donduran bir yazıydı
ne ilk ne de son,
çevremizde tanık olduğumuz benzer olaylar maalesef hâlâ var
içler acısı bir durum.
cehaletin gözü kör olsun!
yorumlamakta kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir an.
bu mektup okunmalı...
duyarlı yüreğinize daim saygı ile...
Zeynep Süberk
Teşekkür ederim Hilmi bey, saygımla.
evet
çok nahoş olan şeyler ama toplumsal bir sancı aynı zamanda maalesef.
enteresan olan şey
eğitim seviyesi yükseldikçe insanlık olarak dahada alçalıyoruz ne yazık ki.
cehaletin mekan ve yer gözetmediğinin tesbiti oluyor.
oysaki bilgiyi aldıkça bilgeleşmektir önemli olan
hepimizin yapabileceği bir şey er mutlaka vardır elbet,
umutluyuz
tebrikler...sevgimle
Zeynep Süberk
Doğru eğitim alan kişi asla ahlâki değerlerini yitirmez. Eğitimdeki yetersizliktir bu rezaletin sebebi.
Hoş ziyaretiniz için teşekkür ederim.
Sevgimle.
Oldum olası insan eliyle yapılan tüm ölümlere, öldürmelere karşıyım, insanın kendi eceliyle ölmesi tıpkı bir doğmak kadar doğaldır. Çok şık bir öykü okudum. Herşey biter ama insanlık sonsuza dek kalacaktır.
Güne gelen eseri, yüreği canı gönülden kutluyorum
Selamlarımla
Zeynep Süberk
Selam ve saygılarımla.
Öylesine can acıtıcı ki...okudum,düşündüm ve kendi adıma insanlığımdan utandım...Evet insan olmak ne zor şu dünyada...paramparça olmuş binbir dala bölünmüş insanlık...tek doyduğu kan ve toprak....Tebrik ederim değerli yazar hakkettiği yerde bir yazı...
Zeynep Süberk
Saygılar.
Her zaman zarif ve naif görünmüşsünüzdür gözüme. Bu ilk evvela cümlelerinizden kaynaklı bir durum. Bir de bendeki altıncı his...
Öykü acıydı. Baba nasıl kıyar evladına? Ama bitmez bu konunun soruları da yorumları da. Değişeceğini de hiç sanmıyorum.
Anlatımınız her zaman olduğu gibi sade, duru, akıcı ve etkileyici. Bilindik bir konuyu özelleştiren işte bu anlatım tarzınızdır.
Sevgiler, saygılar çokça.
Aynur Engindeniz tarafından 12/15/2011 12:25:26 PM zamanında düzenlenmiştir.
Zeynep Süberk
Sevgimle.
Gözü kör kulağı duymuyor tokun...
Öyle tanıdık ki...
Öyle ....
Can yakıcı
Öyle
Onur kırıcı
Öyle bizden
Öyle içimizde yara ki...
Kanadıkça kanıyor...
Sevgimle çok...
Zeynep Süberk
Seviyorum seni.
Zeynep Süberk
Teşekkürler ve sevgiler.
Gelenekler ve hurafelerden oluşan kendi dinini yaşayan yobaz zihniyetin nelere sebep olabileceğinin/olduğunun çok güzel bir örneği. Kur'an'ı yeterli görmeyen, asla rehber almayan, kafasındaki karanlığı "din" olarak gören, hem kendi hayatını kabusa çeviren, hem de kalbi dine ısınabilecek insanları "kaçıran" bu zihniyet İslam'a en büyük zararı veriyor.
Kur'an "oku" buyruğuyla başlıyor ve insanları bilimsel araştırmalar yapmaya teşvik ediyor; “İşte bu örnekler; Biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. (Ankebut Suresi, 43) ifadesiyle ve pek çok ayetle, gökler, yer ve yarattığı her şey üzerinde derin düşünmeye, ‘alim’ olmaya yönlendiriyor.
Bilimsel her gelişme Allah'ın üstün yaratmasına kanıt olup, insanları Allah'a götürürken, hurafeci zihniyet bilimin insanı dinden uzaklaştıracağını zannediyor. İnanan insanların donanımlı olmaları ve bu zihniyetle mücadele etmeleri çok önemli. O zaman insanlar Kur'an'daki gerçek dinin ışıl ışıl aydınlık, kolay ve ne denli huzur verici olduğunu, sevgi, şefkat ve merhametin sanatını öğrettiğini görecekler inşaALLAH. Teşekkürler, saygılarımla...
Zeynep Süberk
Ziyaretiniz ve katkınız için teşekkür ederim.
Saygılar.
Farklı kültürlerden insanların küreselleşen dünyamızda kaçınılmaz karşılaşması.
Bireyin kültür, inanç ve madde (acımasız paracı ideolojiler) cenderesinde haksızca ezilişi.
Güzel ve ibretlik bir konu.
Yazı da düzgün.
Kızın ağzından anlatılan kısım kurşunlama olayında bitirilip devamı başka bir ağızdan anlatılsaydı nasıl olurdu acaba.
Acı son, yazının başında saklansaydı, yazı güzel bir hikaye hatta skeç halini alır, son daha etkileyici mi olurdu acaba.
Kutluyorum Zeynep'i
Zeynep Süberk
Saygılar.
Çok tanıdık bir resmin tablosuydu sunulan yazı. Yıllar önce konuşuluyordu aile içerisinde. Almanyada yaşayan bir ailenin dramı. Aynı sorunlar onları da esareti altına almış zira ölüme sebebiyet veren babanın silahı değil eroin koması olmuş.
Sanıyorum asıl mesele yaşamın gerçek gayesine ulaşamamak. Cehalet yol almış gidiyor, önüne gelenide peşine takıyor. Düşünme eylemi arka plana atılmış ihtiraslar hüküm sürüyor.
Dinimizin ilk emri Oku olarak bildiriliyorsa, Sevgili Peygamberimize; bunu bilmeyen ve ya bilip de yapmayan her kim varsa, yaşanan bu zulümlerde pay sahibidir ve bedelini ergeç ödeyecektir.
Çok üzülerek okudum. İskender Palanın bir kitabında okumuştum Çok şükür ki mazlum oldum zulmeden olmadım. Bu Dünya iyilik ve kötülük üzerine kurulmuş. Birileri mazlum birileri zalim oluyor. Herkes kendine sormalı ben neyim?
Vicdanlar özüne kavuşunca belki adalet gelir. Umut ediyorum.
Sevgiler.
Zeynep Süberk
Herkes kendi içine dönmeli. Adalet insanın elinde.
Hoş ziyaretiniz için teşekkürler ve saygılar Nilgün Hanım.
Zeynep Hanım,
Bugün benim için tam bir çöküş oldu diyebilirim. Okuduklarım ve duyduklarım hüzünlendirdi.
Evet sadece bir hikâye deyip geçebilirsiniz; ama bilmediğimiz bir yerde bir hikâye yaşanırken,
bir başka yerde hakikatin de kendine yaşam alanı bulduğunu biliyorsunuz aynı zamanda.
Aslında o hakikat bu hikâyenin gölgesinde yaşam alanı buluyor kendinde.’Ne kadar uzak,
o kadar yakın’ diye bir deyişle.
Bu bir hikâye,bununla birlikte anlatımınızla birleşince,çekiciliği artıyor. Böyle yazıları sizden
okumak keyif veriyor bana.Her ne kadar hüzünden uzak kalmak istesem de,ilgimi çekiyor yazdıklarınız. Bir de duruluğu var anlatışınızın.Bu çok önemli işte.Okurken nasıl sona
geldiğinizi bilemiyorsunuz.
Bir film izlersiniz hani, oyuncular,olay,yani kısacası her şey aynı; fakat anlatış son derece
farklı. Yönetmenin anlatış becerisi girer işin içine.Ne kadar olayın içine girmiş o an anlarsınız...
Hangisi daha samimi anlatmış,ona da dikkat edersiniz.
Burada da, nasıl anlattığınız önemlidir,daha çok.
Son olarak,
Final her zaman güçlü’ olmalı derim.Finali bekler okur biraz da.
Ben, sırf bir hikâyeyi sonu için defalarca okurum.
Zeynep Süberk
Hep bir yerlerlerde yaşanıyor haksız ölümler.
Zevkle okuduğum bir kalemden böylesi hoş övgüler almak çok hoş bir his. Teşekkürlerve sevgiler :)
Harun Aktaş
Aslında bunun hakikat olmadığını düşünmek istemedim; bunun için de hikâye,hikâye'' diye tekrar ettim durdum.Bilmek istemedim hakikati.
Ama bilmek istemesem de o hakikat orada duruyor ve gözlerimin içine bakıyor...
Kirlettiler...
Zeynep Süberk
Ama değişecek, değiştirilecek, adım gibi eminim.
Zeynep Süberk
Sevgim çokça.
Davidoff
Offff. İnsanlığın kulağı sağır, gözü kör, dili lâl oldukça gerçeğe ve böylesine yakınken insanlıktan uzaklığa (hayvanlığa demeye dilim varmadı çünkü onlar sadece doymak için doğanın dengesini var kılıyorlar) uyanamayız ki o gaflet uykusundan daha asırlarca.
Bu yazının içseliydi. Ki yaktı içerimi.
Bir de senin aktarışın ve tanıklığın var ki, işte öpüyorum farkındalığını çok çok.
Zeynep Süberk
insanlık; kendi nefesini kendikuyusunda boğan bilinmezlik!..
senin yazılarında da şiirlerinde de anlayamadığım bir güç var...
iyi ki yazıyorsun... iyi ki...
Zeynep Süberk
Teşekkür ederim yanımda yöremde, yörüngemde olduğun için.
İçten sevgimle.
Mehtap ALTAN
sözümü tutmaya çalışıyorum bu arada bilgin olsun...
Zeynep Süberk
üzücü bir mektup
bazen azrailin olur karşı kişinin ' nato kafa nato mermer ' anlayışı
ne yapsan boş
sevgiler
Zeynep Süberk
Sevgimle.