- 2638 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Tanrı Parçacığı...Rahim...
Tüm hikâyeler, bir varmış bir yok muşla başlar ya hani… Ben de öyle başlasın istedim işte… Yer, zaman ve mekân biliniyor elbet… Bir aşk bunları yazdıran bana… Her öyküde saklı gerçek; bende de saklı elbet…
Aramak ve bulmak insanlığın özüdür… Aşk özdür… Aşk sözdür… Ve aşkın keşfi, yaşamın keşfidir bence… İnsanın kendisini keşfidir aşk… Ve ötekinin peşine düşebilmektir belki de…
Yaşamın bu yüzünden, görünen yüzünden kaçabilmek, uzun, geri dönülemez bir tünelin içine girebilmek, orda yitebilmektir aşk işte… Aşk, görünmeyenin peşine düşmektir belki de…
Yağan yağmurların, karların, sonsuz okyanusların diplerine dalabilmek… Bazen yerin en diplerine, bazen en yüksek katlarına çıkabilmektir aşk… Işık oyunlarının içinde kaybolmak… Gökkuşağının tüm renklerinde yitebilmektir aşk bence… Kim yazdırabilir ki bunu… Bir kadın yazdırabilir elbet…
Aşk şaşırmayla başlıyor bence… Ve şaşırmayan aşık olamıyor… Şaşırma duyguları var oldukça; içimizde aşk gizemini koruyor hep… Sıradanlaşmak… Alışmak… Bilindik olmak; aşkın gizemini öldürüyor işte…
Kaç hayat yaşayınca yorulur insan… Ve kaç kez şaşırır ve kaç kez ölür ki… Ve kaç aşk yaşar ömrünce insan… Şaşırarak ölmek… Güzel görünüyor… Haydi, aşkın peşine düşelim biz de… Aşkın peşine… Zor gelen… Zor bulunan aşkın peşine işte…
İnsan nereye giderse gitsin… Hangi uzak yerlerin peşine düşerse düşsün… Bir parça kaçtıklarını da götürüyor işte… Aşk; içindekileri bırakabilip gidebilmektir bence… Bundadır aşkın nadideliği… Sadeliği… Derinliği… Yakıcılığı bence…
Einstein’ın görecelik teorisinde, evren bir büyük patlama sonucunda oluşmuş… Ve evrenin de bir yaşı var elbet…14 milyara yakın bir zaman… Dile kolay… Demek; kadınlar hayatımıza gireli çok olmuş işte…
Ve her şey saniyenin iki trilyonda bir anında gerçekleşmiş… Elbet kadınlarda… Büyük patlama deniyor adına bilimde… Dinde ise büyük uyku hali işte…
Ve öncesinde fizik kuralları yok… Her şey enerji yüklü… Zaman yok… Akmıyor zaman… Bir vardı; başka da bir şey yoktu işte… Sıfırdan zamana, sonsuz ‘’an’’dan dan ‘’ana’’ yolculuk başlayacaktı böylece…
Akıl her şeyi görüntüsüyle algılayabiliyordu elbet… Nokta zaman, nokta mekân ve nokta anı akıl anlayamıyordu… Sıfır hacim, sonsuz kütle, noktanın sonsuzluk halinde saklıydı… Bilim bu ‘’an’’ın peşindeydi işte…
Büyük patlamayla birlikte atomu oluşturan parçacıklar saçılacaktı etrafa… Üstelik de kütlesiz… Sonra bir el ‘’ol ‘’diyecekti… Ve kütleli parçacıklara dönüşecekti her şey… Evrene, canlılara ve bizlere işte…
Ve ‘’ol ‘’denirken… Bir yere ihtiyaç vardı elbet… Bir eve… Bir mekâna yani… Yersiz olunmuyor, yersiz de doğulmuyor ki… Dünya denecekti adına işte…
Fizikçiler buna ‘’alan’’diyorlar… Ve bu alanda her şey ‘’higgs bozonuna’’ dönüşüyor… Bu alan ‘’higgs alanı ‘’oluyor… Bundandır adına ‘’tanrı parçacığı’’diyorlar işte…
Bu alan ‘’rahim’’ mi yoksa… Ve bu alan keşfedilirse; rahmin sırları da mı çözülecek sizce… Ve kadına ihtiyaç duyulmadan canlılar mı dünyaya gelebilecek… Henüz oluşturulamadı böyle bir yer… Sığınak… Korunak… Ve ikinci yaşama barınak… Canlıya dönüşebilen yer işte…
Bu alan öyle kolay kolay oluşmuyor… Ve oluşunca da hemen yok oluyor… Milyarlarca sperm hücresinin bu uzun yolculukta çarpışması… Şimdi daha da anlamlı görünüyor böylece…
Şimdi fizikçiler bu alanın peşine düşmüşler… Ne ilginç… Ve ne heyecan verici bir süreç… Protonlar spermin yerini mi alıyor… Ve rahim de tünelin yerini mi yoksa… Ve tanrı galiba zar atmamış görünüyor…
Ve din yaradılıştaki sırrı ararken… Bir yandan da sırrın güzelliklerini sunuyor insanlığa… Ve her şey… Ve herkes bir arayışın peşinden sürükleniyor şimdi…
Allah kendi gizli aleminde yalnızken… Kendi suretinin yansımalarını görmeliydi… Mutlak güzellik; evrende kocaman aynalar istiyor böylece… Ve istiyor ki bu gözler güzellikleri görsün… İstiyor işte…
Ve ‘’ol’’dedi… Her şey oluverdi… Hikmetinden de sual sorulmaz ki… Güneş… Gece, gündüz, yağmurlar, sular… Ve mevsimler elbet… Dereler, çaylar… Kuzular ve kurtlar… Börtü böcek… Her şey işte…
Ama eksik olan bir şeyler vardı… Sıfatlarını taşımaya yetmeyecekti bunlar… Tüm sıfatlarını taşıyacak, kendi ışığını yansıtacak, O’ na halife olacak… Kendi emaneti… Yaşamda en büyük temsilcisi işte… O’na kendi nefesini üfleyecekti… Ve şah damarından daha yakın olacaktı böylece…
Varlık, güzellik ve iyilik canlanıyordu yeniden… Ve büyük eksik tamamlanmaya başlıyordu… Ve ‘’ol’’diyordu bir el… Ve oluyordu hayat… Ve ilk canlı adem işte… Adem yaratılıyordu böylece…
İnsanın bütün halleri adem’de gizliydi sanki… Ve tüm güzellikler… Ama eksik olan bir şey vardı… Aşk yoktu… Havva yoktu… Ve yalnızlık sıkıcıydı işte… Kutsallarda anlatılıyor… Ve sıkılıyor Adem işte…
Ve adem uyudu… Derin uyudu… Uyku da bir bilgi haliydi… Rüyasında sol yanının birdenbire boşaldığını hissetti… Kendine geldiğinde… Hemen yanı başında Havva’yı gördü… Ve cennet onun güzelliğiyle dolduruluyordu sanki… Havva… Orada… Suyun altında kollarını uzatıyor… Cennetin gözlerde yeniden varoluşuna tanıklık ediyordu Adem… Her şey onun güzelliğiyle doluyordu sanki… Ve gözler aşkın ilk kapısı oluyordu böylece…
‘’Su gibi oluşa…
Akıp giden duruluşa…
Savruluşa…
Toplanışa…
Her şeyi yapışına…
Ve hiçbir şey yapmayışına’’…
Aşık oluyordu Adem…
Ve kadın yaratılmıştı eğe kemiğinde... Demek eğe kemiği, göğüs kafesini taşıyor… Demek ilk gizli alan orda yaratılıyor… Ve kadın doğuyordu işte…
Ve kadına bu alan bahşedildi… Göğüs kafesinin yerini… Rahim alıyordu işte… Ve ‘’tanrı parçacığının’’ alanını orada saklayacaktı bence…
Ve aşk tanrıya… Yaratıcısına varabilmenin en kuvvetli bir aracı olacaktı böylece… Ve insanlık… Tüm eksik yanlarını… Oluşan çirkin yanlarını… Aşk ile yok edebilecek… Nirvana ya varabilecekti böylece… Yaşarken buna ulaşabilmek… Gerçek aşkta saklı bence…
Ve aşkın ilk tohumları filizlendi… Ve Adem kendi güzelliğinden daha güzel… Kendi derinliğinden daha derin birinin varlığıyla şaşkına döndü böylece…
Ve en büyük suç ortağı, suçun teşvikçisi… Demek aşk… Demek aramak… Demek yok olmak bir bedende… Tanrının evvel zamanını aramak olacaktı… Oysa Tanrı gizliydi orada… Saklıydı… Suçtu ahir zamana yolculuk… Suçun teşvikçisi… Ve suçun kendisi olmak… Ne eksikse Adem de… Havva’da da o vardı… Havva da ne eksikse de Adem’de işte… Öznesi çift, eylemi bir olan… Aşk başlıyordu böylece… Ve sevişmek bir bedende… Sevişme sonrası neden yıkanır ki insan… Sebep bundandır bence…
Yasak meyve… Ve insanın ilk bilinçli halinin doğuşu… Cennetten yeryüzüne dönüşün hikâyesi… Ve ölümlü olmanın başlangıcı…
Evvelini saklı tutup; ahirini göstererek Adem yaratılmıştı… Ama bilim; evvelin peşine düşecekti… Evvelin habercisi kadındı oysa… Rahmin içinde saklıydı her şey… Ve bence; bilim düşmeli kadınların peşine… Ve en büyük çarpışmanın olduğu… Rahmin içine işte… Kendi izlerimiz… Yaşamın evveli… Ve tanrının parçacığı elbet… Saklı rahmin içinde…
YORUMLAR
sakaogluhasankucuk
nice mutlu yeni yeni yıllar dilerim.
Şimdi söz sözü açmış da bunlar kaypak vektörler.
Bazen söz bir varlığa karşılık gelmiyor bile.
O zaman sanal üretimlerimizi realitenin yerine koyma tehlikesi var.
zaten realite dediğin neki, çorabımın teki.
Dostum büyük beğeniyle okudum.
tasikardi
sizden aldığım duygu...farklısınız...osho'nun resmi var yerinizde...
saygı ve sevgimle...