- 4697 Okunma
- 34 Yorum
- 0 Beğeni
SELAHATTİN BEYİN ALÜMİNYUM KAZANI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Artık konuşmayacağım diyorum, olmuyor. Tam ebediyen susacağım sırada, onlarca takvim dolusu gün, birbirine sarılıp kara bir kamyon tekeri gibi yuvarlanıp iniyor beynimden yüreğime. Şu mazi dedikleri, ne büyük yük imiş meğer. Adamın sırtında demirden semer gibi durur da durur. Gün gün ağırlaşır, koyulaşır da durur. Oysa insan erir günden güne. Dermanı kesilir dizlerinin. Yine de bir kere “ah” demeden, kutsal bir emanet gibi taşır demirden semerini.
Dün oto yıkamacı Rasim’in dükkanının önünden geçiyordum. Ya bugüne kadar dikkat etmemişim, ya görmüş de umursamamışım. Rasim akça pakça bir dede olmuş. Saçı sakalı ağarmış. Beli bükülmüş az buçuk. Koca bir tekerin kenarında oturmuş, müşterisi olacak, gençten bir adama bir şeyler anlatıyordu. Artık konuştukları da anlaşılmıyor. Dili dolanıyor damağına. Elinden hiç düşürmediği Maltepe’den asılıyor arada. Sigarası izmarite dayanmış haberi yok. Sararmış bıyıklarının arasından kara bir zifir tel tel havalanıyor.
Oysa ne güzel adamdı bir zamanlar. Gözleri yaldır yaldır parlardı, geleceğe dair demli hayaller kurarken. Arsayı satacak, bu mendebur dükkanı büyütecekti. Hiçbir şeye elini sürmeyecek, şöyle bir kenarcıktan işçilerini seyredecekti.
Sokağın en son esnafıydı o. En son onun gözünden geçerdi evine yollananlar. Gelip geçeni sayardı her gün üşenmeden. Sabah ayrı, akşam ayrı. Mahalleliyi bir hami gibi sahiplenir, hastaya, düşküne büyük önem verirdi.
Bir keresinde adliyeden emekli Selahattin Bey, her zamanki saatinde kahve yolunda görünmeyince, ortalığı ayağa kaldırmıştı. Gelene geçene ihtiyar katibi sormuş, haber alamayınca ta bizim kapıya kadar dayanmıştı. Annem terslemeyle karışık cümlelerle güç yolladı onu avludan.
O sabah pencereden sokağa baktığımda alüminyum bir kazanın ve içinde döndükçe şangırdayan bir tasın, Selahattin Beyin torununun elinde, onun katına doğru yol aldığını gördüm. Sarı başlı haylaz çocuk pek neşeliydi. Ne kazana anlam verebildim ne çocuğun neşesine. Selahattin Beyin üst katında oturan gelini Şengül, iki dirseğini balkon demirine dayamış, giden kazanın arkasından gülüyordu. Yanında Selahattin Beyin oğlu Ahmet de vardı. Onun yüzü karısının ve oğlunun zıddına derin bir teessürle gölgelenmişti. Bu durum vakanın vahametine ayrı bir gizem katıyordu. Ne yazık ki durup bu manzarayı izleyecek kadar geniş zamanların insanı değildim. Perdeyi kapatacağım sırada Selahattin beyin evinden uzanan ak bir kadın elinin kazanı ve tası aldığını gördüm.
O sıralar kentin uzak bahçelerine meyve hasadına gidiyorduk üç beş kadınla. Sabahın beşinde çıkıp, akşamın sekizinde evimize leş gibi düştüğümüz için, mahallenin usanmadan genişleyen vakalarına yetişemiyorduk biz. Belki Pazar günleri akraba toplantılarında duyuyorduk mühim hadiseleri.
Annemi uyandırmadan kapıdan çıkıyordum ki, nenem zayıf bedenini titreten öksürüklerinden birine tutuldu. Üstelik odanın içi pek pis kokuyordu. Onu o vaziyette bırakıp gitmeye gönlüm el vermeyince, üzerime annemin eski entarisini geçirip nenemi banyoya götürdüm. İnsan gerçekten ihtiyarladıkça çocuklaşıyor. Üstün körü yıkayıp bezini bağlamak için onu odasına götürdüğümde gözüm pörsümüş göğüslerine takıldı. Bu göğüslerde dokuz evlat hayat bulmuştu. Oysa şimdi tekaüde ayrılmış ihtiyarlar gibi büzülüp köşelerine çekilmişlerdi. İhtiyar bir insana hangi açıdan bakarsanız bakın, kulaklarınızda hüzünlü bir şiir çınlar. Çam kokulu anılar toplanır da sarar bütün ruhunuzu. Ebedin bilinmezliğinde, var oluşun efsunlu girdabında en ufak bir zerre olursunuz. Edilgen bir soru döner durur beyin aralığınızda: Sonum nicedir? Böyledir biliyorum. Annem de böyle düşünür nenemi yedirirken, komşumuz Emine Abla annemim ninemle uğraştığı anlara denk gelip onları devrilmiş kaşlarla ve acıyan bakışlarla izlediği zamanlarda, tıpkı bizim gibi düşünür. Arada kadınlar annemi teselliye kalkar: “ Hanım efendiciğim, ola ki isyan edersin; yaptığın bütün hayır hasenat toz olur uçar. Sabreyle. Hem bu Asiye kadının sade sana değil tekmil mahalleye faydası vardır. Allah hepimizi uyarıyor işte.”
İşte annem o sıra susamaz olur. Zaten canı burnundadır. Kadınları söylediklerine bin pişman eder.
“ İbrettir, sevaptır, iyi hoş da, beni mi geldi buldu musibet. Keşke azıcık da başkaları yararlansaydı bu cennet fırsatından.”
Nenem boş gözlerle bakar konuşanlara. Bir de güler üstelik. İşte ben, en çok o vakit içimdeki aciz insanın Yusuf’un kuyusuna düşmüş sesini duyarım. Ta ötelerden gelen hayaletlerin terli alınlarına baka baka mazi dedikleri demirden semerin altında ezilirim.
Nenem severdi beni. Ben ise hayrandım ona. Daha onun dinç ve cevval bir kadın olduğu çağlarda bile onu bir gün kaybedecek olmanın korkusunu çeker, çocuk aklımla her gece acaba daha kaç yıl yaşar, diye hesap ederdim. “Yetmiş beş yaşında ölse, daha yirmi yılı var. Yirmi yıl çoktur. Ben o zaman otuzlarımda olurum. Belki ihtiyacım kalmaz bir neneye. Öyle ya; o yaşta da dövecek değil ya beni annem.” Fakat teselli hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ben yine geceleri içimden nenemin o pek sevdiği türküyü söyleyip, sessizce ağlayarak uyuya kalıyordum.
Aradan tam on sekiz yıl geçti. Nenem ve biz etrafındakiler hürmetle eğildik gelip geçen zamanın karşısında. Sırtımıza ağır yükler bindi. Yandık da her birimizin ayrı ayrı dumanı tüttü bacamızdan. Kimseninki kimseninkine karışmadı, dolaşmadı.
Bedenim sessiz bir çıtırtıyla büyüdükçe, yüreğime nenemden daha büyük sevdalar girdi. Artık onu daha az önemser oldum. O sadece olması gereken bir eşyaydı hayatımda. Bir köşe figüran ve zamanla eti kemiğine yapışmış bir hayalet gibi sarıldı kaldı evimizin orta direğine. Babam uzun gurbetlerde tüketti gençliğini. Annem bir raddeye kadar genişledikten sonra, ilahi bir emir almışçasına yavaş yavaş azalışa geçti. Ben bu sefer annemin tükenişine şahit oldum. İşte bu, nenemin kemikten bir hayalete dönüştüğünü görmekten daha acı bir seyirdi benim için. Çünkü ben anneme benziyordum ve onun eksilen her saniyesinde ben garip bir teessürle büyüyordum. Sıra bana geliyordu işte. Her akşam buğulu bir aynaya bakar gibi annemi izlerken, kendi zavallı akıbetimi düşünüyordum.
Nenemi temizleyip yeniden döşeğine yatırdıktan sonra, bana sonsuz bir düşünce tarlası gibi gelen şeftali bahçesine gitmek için yola koyuldum. Tam kapıdan çıktığım vakit, bakkal Saliha’nın kedi öksürüğüne benzeyen sesi ilişti kulağıma. Selahattin Bey’in geliniyle konuşuyordu. Bir yandan da kadının sarkıttığı seleye öteberi yüklüyordu. “ Kız hadi gözün aydın. Kurtuldun vallahi. Bir ye beş dua et. Hayırlı olsun cici gelininiz.” Selahattin Beyin gelini yayvan bir gülümsemeyle “Sağ ol Saliha Abla” dedi. O sıra Selahattin Beyin beyaz iş perdeyle donatılan penceresi hafifçe aralandı. Perdenin altından süzülen narin bir el, ipek bir başörtüsünü silkeleyip, yine zarif bir hareketle kayboldu. Saliha ve ben bir süre Selahattin Beyin küflü penceresini seyrettik. Gelin alt katın penceresine dikkatle baktığımızı görünce balkon demirinden sarkıp aşağı baktı. Sonra aynı yayık gülümsemeyle selenin ipini çekti ve Saliha’ya manalı bir hareket çakıp eve girdi.
Saliha’ya neler olduğunu sorduğumda, duyduklarım karşısında afallayıp sendeledim. Selahattin Bey Edremit’in bir köyünden kız almış. Meğer aylardır yana döne kadın arıyorlarmış ona. Adam ille de kız isterim diye tutturunca, müstakbel gelini bulmak biraz güç olmuş tabi. Nasıl etmişse etmişler, uzak bir akrabalarının kızını yüklü bir başlıkla gelin almışlar. Kız yirmisinde anca varmış. Saliha bunu söylerken gözleri ve ağzı derin bir hayret ifadesiyle yusyuvarlak olmuştu.
Bizi bahçeye götürecek servis durağına gidene kadar Selahattin Beyi ve yeni karısını düşündüm durdum. O sırada oto yıkamacı Rasim arkamdan seslenmiş. Duymadım. Koştu yetişti beni. Mahallenin gardiyanı ya o; Selahattin Bey’i erkenden kahvede göremeyince telaşlanmış. Haberin var mı ondan diye sordu. Güldüm ve o bugün gelmez dedim. Adamın evlendiğini söyleyince, Rasim dizlerine vura vura kahkahalar attı. “En sonunda aldı he? Helal olsun katibime, yakışır” dedi zıplaya zıplaya. Koştu civar esnafa hayırlı müjdeyi verdi. Bu sefer tekmil çarşı esnafı yerlere yata yata güldü Selahattin Beyin ani izdivacına. İnsan böyle maskara oluyor işte. Aslında insan, Allah indinde hiçbir günah işlemese bile, eğer hayatında alışılagelmişin dışında bir vaka cereyan etmişse, araya toplumun ağır aksak ama asla yıkılmaz mahkemesi giriyor ve bazen bu kalabalık mahkeme Rabden daha katı hükümler veriyor. Selahattin Beyin payına da maskaralık düşmüştü demek ki.
Ben niye böyle dolu bulutlar gibi gezerim bilmem. Ne duysam cerahatli bir yara gibi zonklar durur içerimde. Kurar kurar kendime bağlarım tekmil acıları. Kaç kere kendimi karşıma alıp “Olmuyor böyle cancağızım” dedim. Fakat benim içimde benden hür gelişen varlığa sözümü yettiremedim. Servise binip bahçeye varana kadar Selahattin Beyin taze karısının, adamın ona her eğilişinde yaşadığı nefes darlığını boğazımda hissettim. Ağaç köküne benzer bir elin yanaklarımda gezindiğini düşündükçe gayri ihtiyari bir şekilde titredim. Artık o evde her lamba sönüşü, güneşin batıdan göründüğü an demekti. Fakat herkes için değil elbet. Selahattin Bey ve gelini daha parlak gözlerle uyanacaktı sabahlara. Gelin iki ev temizlemekten kurtulmuştu ne de olsa. İhtiyarın yemeği, çamaşırı, artık onun kederi olmayacaktı. Selahattin Bey nasıl mutlu olmasın? Daktilo eziği parmakları cennete dokunacaktı artık. Belki iyileşirdi bile nasırları. Belki saçı sakalı bile kararırdı az biraz. Damarlarına kan yürüdü, gömüldü de doğdu yeniden. Oğlu pek mahzun bakıyordu ama. Kolay değil, miras bölündü. Ah ne çok hesabı var bu dünyanın. Bitmez tükenmez gamı da sevinci de. Fakat bana ne oluyor? Ben neden her vakit dolu bulutlar gibi ağır ağır çöküyorum kendi üzerime?
***
Ertesi sabah yine aynı saatte kalkıp penceremi açtım. Henüz yeni yeni aydınlanan sokakta zayıf bir hareketlilik vardı. Selahattin Beyin oğlu hızla evden çıkıp camiye doğru koştu. Namazını hiç kaçırmaz o. Vakit geçiyor olmalı dedim içimden. Sonra karısını gördüm. Elinde dün çocuğun alt kata indirdiği alüminyum kazan ve tas. Çarçabuk indi merdivenleri ve açık kapıdan içeri süzüldü. Kapı kapanırken cılız bir gölge titredi aralıkta. Gölge kapıyı kapatmadan önce küçük başını dışarı uzatıp sağlı sollu sokağa baktı. Sonra beni gördü. Saniyesinde kapattı kapıyı. İşte bu sefer güldüm seslice. “Hey gidi Selahattin Bey, sen de az değilmişsin” dedim içimden. Perdeyi çekerken “Ben bu kazanı daha çok seferi görürüm” diye söylenip güldüm. Nenem kalktı diklendi de baktı bana. Sonra eğilip “Kız deli! Ne diyon öyle muska yazısı gibi?” dedi. Güldüm geçtim. “Deli ne olacak” diye söylendi ardımdan.
***
Zaman kandırıyor bizi. Her mevsim çözümsüz bir yap boz seriyor önümüze. Bir dahaki kandırıkçı mevsime kadar oyalanıp duruyoruz işte. Benim yap bozum da Hamdi Beyin şeftali bahçesi. Her sabah aynı saatte cem oluyoruz ağaçların altında. İşçilerin hemen hepsi kadınlar. Hiç biri şikayetçi değil ama. Allah her mevsim şeftali yaratsa “İllallah” demeyecekler. Sabahın nurunda sıcak yataklarından çıkıp, bin bir meşakkatle dökülecekler bu el toprağına. Ah gözünü sevdiğim para! Kim kul değil ki sana? İnkar edenlerin tekmili yalancı. Hangi kuvvet yerinden oynatırdı insanoğlunu, açlık parasızlıktan olmasaydı eğer?
O gün bahçe dönüşü Rasim yolumu kesti yine. Saat olmuş akşamın sekizi. El ayak sessiz çekilişinde sokaklardan. Kapanan kepenklerin sesi, karanlığın bağrını yırtıyor acı acı. En son uncunun kepengi kapandı. Anahtarlarını şıngırdata şıngırdata geçti gitti önümüzden adam. Rasim kapanana kadar ardından baktı uncunun. Sonra iyice yanıma sokulup Selahattin Abiyi sordu. “ Bugün de gelmedi Selahattin Abi. Hadi dün gelmedi. Bugün mutlaka uğrardı. Hiçbir şey için değilse de, havasını atmak için gelirdi kahveye.”
Bu adam deli diye düşündüm. Başka bir korkusu var bunun. Benim gibi, bütün insanların tükenip sıranın kendisine gelmesinden korkuyor belki de. Her akşam özenle sayıyor gelip geçeni. Göremediğine bir şekilde ulaşamasa canı rahat etmiyor. “Gelmedi Selahattin Abi. Tüfekçi geldi, uncu geldi, oyuncakçı geldi, pazarcı ihtiyar Mükremin bile geldi de Selahattin Abi gelmedi.” Yorgundum. Omuzlarımı silkeleyip geçtim önünden. Ben neredeyse sokağın ucundan kaybolmak üzereydim o hala söyleniyordu: Gelmedi, gelmedi, gelmedi…
Bahçe kapısını açacağım sırada annemi ve nenemi gördüm Selahattin Beylerin avlusunda. Kapıda birkaç kadına sarılıp çıktılar. Az gerilerinde duruyordu sabahki cılız gölge. İki elini önünde kavuşturmuş, öne arkaya sallanıyordu hafifçe.
Annemle, nenemi eve güç soktuk. Tutturdu yine ben evime gideceğim diye. On yıl olmuş köydeki evinden çıkalı. Penceresinden tohumlu otlar sarkmıştır şimdi. O hala unutmaz evini. İçeri girer girmez nenemi yere oturtup divana uzandı annem. Ben sormadan anlatmaya başladı. Selahattin Bey ölmüş dün gece. İkindi namazına defnetmişler bugün.
Alüminyum kazan geldi hemen aklıma. Meğer son seferiymiş biçarenin.
Rasim yıkıldı Selahattin Beyin gittiğini duyunca, on gün ortalarda gözükmedi. Belki de mahalledeki kara rüzgarın toplanıp gitmesini bekledi sindiği bir köşeden.
***
Rasim yaşlanmış.
Artık onun her sabah itinayla saydığı ahaliden hiç kimse kalmadı toprak üstünde. Yakında o da gider.
Konuşmayayım diyorum, olmuyor. Rasim’i gördüğümden beri, o eski cerahatli yara yeniden nüksetti içerimde. Aklıma gelip gelip duruyor sırtımdaki demirden semer. Bitmez benin anlatacaklarım. Fakat şimdi başka bir kederim daha var benim. Ben anneme benziyorum. Annem kurudu düştü dalından. Tespihi çok hızlı çekiyor gökyüzü. Benim taneme az kaldı. Artık Rasim gibi mevcudu sayma vaktidir.
...ENGİNDENİZ...
***
Sevgili Arkadaşlarım,
Belki bazılarınız çekirdek ailenin hep aynı karakterde kişilerden oluştuğunu farketmiş, kendimi tekrarladığım düşüncesine kapılmışsınızdır.
Bu öyküler kırk öykülük KIRKYAMA serisinin parçalarıydı. Bütün halinde okundukları zaman ana karakterin aynı kişi olduğu, sokağın ve müdavimlerinin pek değişmediği,bir kaç öykü haricinde bütün anlatılanların aynı pencereden bakan bir yetişkinin anıları olduğu anlaşılabilir. KIRKYAMA bu son öyküyle bitti.
Hatalarıyla başarılarıyla sizlerle el birliğiyle büyüttüğüm bir çalışma oldu KIRKYAMA serisi. Mutlaka daha önce de örnekleri yapılmıştır. Bağımsız kısa öykülerden oluşmuş, toplamda uzun bir öykü de diyebiliriz bu çalışmaya. Karakterler arası koordinasyonu sağlamak, kırk öyküyü birbirinden bağımsız ve özgün tutmak, aynı zamanda seri öyküler arasındaki organik bağı diri tutmak, imgeleri tasvirleri tekrarlamamak itiraf etmeliyim ki zordu benim için.
Olayların hiç biri gerçek değildir. Anlatıcı da dahil olmak üzere bütün kahramanlar hayal ürünüdür. Ben yazarken başka alemlere gittim geldim. Umarım sizlere de birazcık olsun bu duyguyu yaşatabilmişimdir.
Daima yanımda olduğunuz ve varlığınızla beni bir adım daha ileriye sürüklediğiniz için her birinize sonsuz teşekkürler.
Başka zamanlarda, başka hayatlarda buluşmak üzere...
YORUMLAR
Mevzu hijyen olduğunda Türk hanımlarına özgü mutfak ve banyo adabı ile ilgili bir takım gayrı resmi mahrem kurallar mevcuttur. Halk arasında buna kısaca “şart-şurt” denir.
Örneğin; banyoda kullanılan herhangi bir kova, kazan, maşraba, sabun gibi araç gereç mühimmat lüzumu halinde bırak mutfakta kullanılmayı kati surette mutfak kapsından içeri bile giremez. Kasıtlı olarak veya kaza ile bir şekilde banyoda kullanılmış herhangi bir mutfak hırdavat ve mühimmatı da aynı akıbete mahkûmdur. Banyo ameliyesi ifa edilirken sabun, kese veya maşraba kesinlikle yere düşürülmez bırakılmaz, hele hele maşraba düşürüldüğünde iyice kırklanıp paklanmadan yıkanma kazanının içerisine sokulmaz, Gerekirse bir daha banyoya sokulmaz, kurşun dökmekte kullanılmak üzere kömürlüğe saklanır veya direk kediler yemek kabı yapılır.
Geçmiş zaman (40 küsur yıl kadar önce) çocuğuz, haftalık rutin yıkanma işleri bizzat valide hanım tarafından yapılmak da. Su sıcaklığı takribi 80- 85 derece civarı (90 dereceye yakın) olacak şekilde aşlanıp kesinlikle ılık olmayacak. Keselenirken önce baş-yüz bölgesinden başlanıp sonra vücudun diğer bölgeleri keselenecek. Keselenmeye başlamadan önce vücut bolca ıslatılıp kirlerin gevşemesi sağlanacak. Bunu sağlamak için kafa en az üç kere iyice sabunlanıp durulanacak, en önemlisi el ve ayak tırnakları mutlaka banyodan önce kesilecek vs vs. Yine böyle bir gün banyo esnasında annem kafamı sabunlarken çeyizinde getirdiği işlemeli bakır hamam tasını yanlışlıkla yere bırakmışım. Sen misin tası yere bırakan (yani ben). Bir hışımla yerden tası nasıl kaptıysa kafama vurması bir oldu. Artık nasıl vurduysa zavallı tasın dibi hafiften yamuldu.
Selahattin amcanın zavallı alimünyüm kazanının orta malı gibi elden ele dolaştığını görünce hem garibime gitti hem yukarıda anlattığım çocukluğum aklıma geldi.
O zamanlarda bırak banyo kazanını komşu komşudan bir fincan ödünç kahve istemeğe kendi fincanı ile giderdi, neme lazım.
İşte böyle önemli idi şart-şurt meselesi.
Selahattin amcanın gelini Şengül fettan birine benziyor. Hele bir keresinde iki dirseğini balkon demirine dayayıp, giden kazanın arkasından gülerken görünce bayağı bayağı işkillendim. Kesin kazana çocuğu işetip öyle yolluyordur zilli, dedim içimden.
Eee şart-şurt bu, boru değil. Dikkat etmezse sidikli kazanda mundar olur gider insan.
Aylar önce Kırkyamaların ikincisinde şaka ile karışık şöyle bir tespitte bulunmuşum zatıâliniz hakkında; “Sendeki bu yetenekle "Kırkyama–40 " ıda görürüz vallahi :-) “
Ne diyeyim kırkbir kere maşallah.
Tebrikler, selamlar, saygılar
Not. Her ne kadar kahramanımız, Selahattin beyin alimünyum kazanı işlevi itibari ile bir nevi “yıkama” çağrıştırsa da, oto yıkamacı Rasim, mesleği itibari ile “mahalleliyi bir hami gibi sahiplenen, hastaya, düşküne büyük önem veren” insan profili için isabetli bir seçim değil. Hani bakkal, manav, kahveci, eczacı olsa su kaldırırda oto yıkamacı ı-ıh. Herkesin bir şekilde yolu bakkala manava düşerde orta direk bir bir mahallede kaç kişinin arabası olur ki. Pardon mahalle orta direkti değil mi. Evet evet orta direk, mahalle kızları sabahın köründe şeftali toplamağa gittiğine göre.
Şaka :-)
Aynur Engindeniz
Biliyor musun, her sabah meyve bahçelerine işçiliğe giden kmadınlarla sohbet ediyorum durakta. Burası köy değil, Karamürselin göbeği:)) Hayat bazı yerlerde hala "eski" Siz metropolcüler, derdinize yanın:))
Kırk öykünün bir tekini de beğendin mi, beğenmedin mi anlayamadım abi ya. Kendime söz veriyorum, bu kadar ihtiyarın olduğu bir sitede eskiyi çağrıştıracak bir şeyler yazmayacağım:))) Şaka şaka...
Teşekkürler
sevgiler selamlar İsmet abi. Var ol.
kırkyama öykülerin öyle çok eksikliğimize yama oldu ki bereketim ...
kalemin daim olsun
Aynur Engindeniz
Hayatın mahallesi...
Bu mahallede en çok neneyi düşündüm. Çünkü nene aslında bizi bize düşündürüyordu.
"Yarın ben de mi böyle olacağım?" diyesi geliyor insanın ister istemez.
Anne de yaşlanmaya başlayınca zaten kızı da bunu düşünmüş...
Başarı dileklerimle, tebrikler.
Saadet Ün
Ama aklıma bir şey takıldı ve ben bunu sormadan edemem.
Mesaj da gönderemeyince burdan yazmak zorunda kalıyorum...
Bir yerde okuduğum cümle takıldı aklıma. Yanlış olalaz dedim; çünkü iyi yazan biri yanlışa yer vermez. Elbet gözden geçirir de yazdıklarını.
Sormak istediğim şuydu:
"Koştu yetişti beni."
"beni" mi olması gerekiyordu. Ordaki konuşma şekli bu olmalı. Yani "bana" değil, "beni", değil mi?
Aynur Engindeniz
Yazdıklarımı elvbette gözden geçiriirim. Ama bu hatasız olmama yetmiyor :)) O kıymetli yazarlarımızın bile bir sürü editörleri var, arkalarını toplayan:)) Yani daha çok acemiyim ve öğrenmem gereken çok şey var. Hep birlikte inşallah.
Kaleminizi ve hanımefendi duruşunuzu seviyorum. Tekrar teşekkürler. Hem uyarı için hem de güzel sözleriniz için.
Senin kırk yamalık mahallen, orada yaşanan olaylar, o penceden bakınca sokağın görüntüsü
pek unutulmayacak. Her biri ayrı güzellikte kurgulanmış, nakış gibi işlenmiş bölümlerdi. Bazılarında
kurgu olduğuna inanmak bile zor geliyordu. Gerçekleri, yaşanmışları anlatıyordun sanki. Bu da
kaleminin gücünü gösteriyor.
Daha nice güzel kurgulara.
Sevgiler
Aynur Engindeniz
Okumaların benim için çok kıymetli. Böyle bir yetenekten güzelş sözler duymak ayrıca huzur verici sevgili arkadaşım.
Çok teşekkür ederim.
Çokça sevgiler.
Yoğun bir dönemden geçiyorum ve siteye istediğim sıklıkta uğrayamıyorum. Çok sevdiğim kalemlerden mahrum kalıyorum bu aralar... Kırk yamanın geride kalan otuz dokuzunu okuyamadığım için ne çok üzüldüm şimdi. Telafi edeceğim eksiğimi, öyle ki; ben bu öyküyü okurken, lise çağlarımda okuduğum romanların içine düşmüş gibi oldum. Yerine fazlasıyla yakışmış, ustaca işlenmiş bir öykü. Gönülden tebrikler.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Sevgiler çokça...
Aynur Engindeniz
Dün bu gözelim yazıyı ohudum...puhanımı verivedim...böün bi bahtım üskekte bi yerde duruyo yazı...dedim hakedivemişti zaten gendi gendime... efferim dedim bide seçki kuruluna..işleini eyi yapıveriyolla...du dedim bi daha ohuyam ...ohudum sindire sindire yaşıya yaşıya...vallaha yorumum bu...bide sizi tebrik edeyyom selam edeyyom...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim. Ama ilk okuduğunuzda öyküm alçak bir yerde miydi ki, şimdi yüksekte gördünüz. Raftan vitrine alındı malzeme o kadar :)) Ederi yine aynı, beş kuruşsa on kuruş olmadı:)
Her zaman destekliyorsunuz ve hiç bir karşılık beklemeden beğenilerinizi bildirmekten geri durmuyorsunuz. Çok teşekkür ederim tekrar.
İbrahim ERZURUMLU
Ha bide ...altın çöplüğe düşsede yine altındır...yeri itibariyle değeri gaybolmaz biliyosun...
Neyse belliki yorum yapayım,farklılık getireyim diye baltayı taşa vurmuşum habarım yok:)))
Aynur Engindeniz
Sevgili Yazarım, öncelikle bundan sonraki çalışmalarında da başarılar diliyorum. Gerçek şu ki yeteneklisin ve kurgun, anlatımın fevkalade.. Okumaktan keyf aldım ve öyle gerçekciki, bir birimizden habersiz olduğumuz halde , öykünde kendimden parçalar buldum... Bitimsiz sevgilerimle... yeni hikayelerini okumak için burada olacağım.
Aynur Engindeniz
Sevgiler İnci.
Aynur, interi evden kaldırmıştım. Yazını da; intercafeye Almanya ile haberleşmek için girdiğimde gördüm ama çıktısını alıp da okuyacam. Öyle baştan sağma: Brova demem... Selamlar efendim.
Aynur Engindeniz
Sevgiler saygılar.
Aynur Engindeniz
Sevgiler bir daha...
Mehtap Yıldız
umarım Mevlam yardımcın olur inş..kolaylıklar diliyorum
bebişlerini çok öperim...
Aynur Engindeniz
Mehtap Yıldız
hayırlısı olsun inş bitanesi..
Anne, kız ve nene...Muhteşemler. Ben de kendimi o mahallede yaşıyor sandım.
Tebrik ve sevgilerimi yolluyorum. Başarıların devamı dileğimle...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum varlığın için sevgili Canan.
Aynur Engindeniz
O qué
Sen hiç kafanı takma, ben ikimizin yerine bol bol seviniyorum
Ayrıca o ruhsuz kelimesini görmemiş olayım!
Böyle hikayeler yazan, ruhsuz olamaz:)
Buradan alıyoruz biz o güzel ruhunun kokusunu:)
Öpüldün
Aynur'cuğum tebrik ederim canım güne çok yakışıyor öykülerin. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum sevgili arkadaşım. Her zamanki gibi çok incesin.
Sevgiler.
Saymadım kaç yama gördüm diye ama, hepsi güzel yamalardı...Çıplak yanlarımızı ve dahi yaralarımızı kapatmaya yetti, daha ne olsun ?...
Çok teşekkürler özellikle billur türkçeniz için...
Nice başarı,selam,saygı...
Aynur Engindeniz
Saygılar selamlar çokça değerli şairim.
çok güzel bir seri oluşturmuşsun hayranlıkla dolaştım her öykünde mahalleyi. Hatta ne hareketli bir mahallesi var bütün malzeme komşulardanmış di,ye hayran hayran gezindim satırlarında.
Ama madem hayalmiş, daha bir hayran oldum şimdi kalemi,ne. Ama ben gerçek sokaklarda dolaşır gibi tad da aldım. Tebrikler, tebrikler, takdirler, gıptalar....
Aynur Engindeniz
(,
hangi başka hayat kıss
öyle bir hayat mı var ki
ben neden bilmiyorum de bakım bana
adres ver hemen...tez elden gitmeliyim(.
canımsın sen Aynur....günüme düştü ve umarım tebrik içinde gelirim
şu hayal dünyanda yittim onuda bil
çok sevgimlesin...
Aynur Engindeniz
Başka hayatlar derken başka öyküleri kastettiğimi biliyorsun. İyi ki yazmak var. Yoksa bir ömrün içinde sıkışıp kalacaktık. Oysa şimdi sonsuz hayal hayatımız var:))
İnşallah öykülerde büründüğümüz karakterlerin günahlarından da hesaba çekilmeyiz:))
Asıl sen benim canımsın, hem öyle böyle değil, tas tamam!!!
Çok çok sevgiler, nerede duruyorsan, oraya yağsın mutluluk.
Mehtap Yıldız
o güzel kalbini öyle ok seviyorumki.....
öpüldün çok...
öykünün sonunda düşündüğüm şeye ..
açıklamanız tam bir cevap şeklinde oldu..
neden hep aynı güzergah üzeri diye düşünmüşken...
ama ben biliyorum ki şimdi seri bitti ve..
devamında başka dünyalardan çok güzel işler çıkacak..
çünkü siz bu marifete sahip birisiniz..
lütfen farklı dünyalarla kaleme alacağınız güzellikleri önümüze serin..
merakla bekliyor olacağım..
sevgilerimle..
Aynur Engindeniz
Öykülerimde bazı karakterler sıkça tekrarlansa da, hiç birinin konusu tasvirleri imgeleri aynı değil. Elimden geldiğince buna dikkat ettim ve okura bir seri okuduğunu hissettirmemeye gayret ettim. Zaten anlatımlarım olay ağırlıklı değil, anlatım ve düşünce ağırlıklıdır. Sürpriz sonuçlarım yoktur benim. Sadece farklı söylemlerim olsun diye çabam.
Beğenmenize ve takip etmenize çok sevindim. İnşallah bir zaman sonra yeni çalışmalarımla aranıza dönerim. Fakat yeni çalışmam için derin bir folklor araştırması yapmam lazım. Yakın tarih ve folklorun birleşimi bir çalışma düşünüyorum. Yine öykü olacak elbette.
Çok teşekkür ediyorum. SEVGİLER ÇOKÇA.
Aynur Engindeniz
Sevgiler güzel kalplim.
sevgili engindeniz; bu dahil bir kaç öykünü okudum, ürvertür de olsa, yazı tasvirleriyle, imgeleriyle vs... okuyucuyu o anlara getirebiliyor ve hissettirebiliyorsa, içine koyduğun olağan mesajları verebiliyorsun demektir, ne mutlu sana...
öykülelerinde hayali yerler ve hayalikahramanları işleyiyişin, akıcı olmasına karşn,ı sade benzetmlerle bütünlemen, yazı boyunca inişli çıkışlı duyguları yalınlaştıran bir özelliğie sahip, buda sonuna kadar aynı çizgide seyreyleyen ve zevk veren kaliteli bir işin yansımasıdır bana göre ve benzeri türleri çok usta kalemler tarafından yapılan başarrılı eserler çok var...
Cengiz Aytmatovun eserlerine mütamadiyen benzettiyim bir yanın var mesela...
bu noktadan çıkarsak; ilerde değerli kalemini biraz daha öteye sürdüğünde; bir Al Yazmalım öyküsününde senden çıkacağına eminim..!
"engindeniz" şu isim bana hikayelere, öykülere açılan kapının adıymış kadar heyecan veriyo, bilmiyorum bu isminin farkında mısın? bu çok özel bir isim ki, bu bir yandan bana tamamen fantastik, masal gibi şeylerde de çok başarılı vereceğin hissi veriyor, bunu lütfen dikkate al!
engindeniz öyküleri,
engindeniz masalları
bu bir engindeniz hikayesidir..!
çağrışımlara dikkat..:)
sevgili yazar engindeniz, saygılarımmm
Aynur Engindeniz
Öykülerim hakkında pek güzel tanımlamalarda bulunmuşsunuz. İnanın her biri göğsümü kabarttı (ama asla kibir yok). Keşke bu ilerleyiş sağlıklı bir şekilde devam edebilse.Her birimiz segili halkımızın yaralarına az da olsa merhem olabilecek yapıtlar üretebilsek.
Çok teşekkür ediyorum okuyup değerlendirdiğiniz için.
Eksik olmayın değerli yazarım.
Saygılar.
işgal
hiç bir şey tesadüf değildir, bu önemli!
sevgili engindeniz; öykülerin hakkında gördüğümü
düşündüğümü yazdım, bence iyi dileklerim de gördüklerimdir
ve yaparsan yanılmıycamdan eminim...
kibirli, yok bu belli rahat lütfen:)
saygılarımmm
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim varlığınız için. Okumanız büyük mutluluk.
Sevgiler saygılar çokça.
N. B. Ç.
Avukatım gelene kadar susma hakkımı kullanacağım...
Burçak tarlası
Aynur Engindeniz
Sevgili Burçak tarlası, hakkımdaki düşüncelerinizden dolayı sonsuz teşekkürler. Umarım buna layık olabilirim/kalabilirim. Sevgiler.
aslında öykünün altında en güzel açıklamayaı sen yapmışsın ,bize çok fazla söyleyecek bir şey kalmıyor bu durumda ,kırkyamalar ,bir sokağın sakinleri ,bir mahallenin günlük akışı
ama okurken şunu düşündüm kafam fesatlığa basar bu durumda :))
vay bre abi kazan bazen zevkü sefadır yeni hatunla , bazen teneşir paklamasında kaynar altında ateş ,belki cehennem ,belki de cennetindir ..
vay
Aynur Engindeniz
SEVGİLER MİS GİBİ TOPRAK KOKULU UŞAĞUM...
lacivertiğnedenlik
öykünün baştan sona bir kurgu olduğunu söylemişsiniz
öyle güzel kurgulanmış, sanki hep oradaymışızda
hep yanıbaşımızda ceryan ediyor olaylar gibi, okuyucuyu içine çekip alıyor
çok başarılı bir kalemsiniz,
gıpta ile okudum
tebrikler, sevgiler
Aynur Engindeniz
Varlığınız güç verdi inanın. Hele söylediğiniz tetkleyici özler...
Ne desem bilemedim. Sevgiler ve teşekkürler okuyup fikir beyan ettiğiniz için.
Sevgiler.
Öykü kesinlikle mükemmel. Tüm engindeniz öyküleri gibi.
Çirkini eleştirmek, kusur bulmak çok daha zordur güzel olandan. Çünkü neresini eleştireceğinizi şaşırırsınız.
Oysa güzel olanda küçücük şeyler takılabilr akla, göze. Ben engindeniz öykülerinde, gurbete gitmeyen babalar, fazla çilekeş olmayan anneler ve kendi geleceğini o annede görmeyen kızlar da arıyorum...
Aynur Engindeniz
Olayların hiç biri gerçek değildir. Anlatıcı da dahil olmak üzere bütün kahramanlar hayal ürünüdür.
Bundan sonra bu tarzı günümüz yaşantısında tatbik etmeye gayret edeceğim. Bu benim için pek kolay olmayacak. Yani kahramanımız büyüdü ve artık şehirli...
Saygılar.
Fikret TEZEL
Çok güzel vs. vs. lüzumsuz iltifatlara hiç lüzum yok kimi yazarlar için. Kırk yılda bir denk geldikçe İlhan Kemal takibi gibi okumaktan büyük keyif alıyorum.
Yürüyüp geldiğiniz geçmişten bu yana unutmayı reddettiğiniz şu güzel anadolulu sözcükler çalışmaların samimiyetini artırıyor. Yapmacık kurguların bu kadar dışında kalabilmeniz ayrı güzellik. İlhan Bey'e ne kadar yakışıyorsa ecnebi karakterler benzerlerini üretmeye çalışanlarda bir o kadar suni duruyor misal. Sizin öykülerinizde öyle. Bu samimiyetin taklitlerini okumaktan hiç hoşlanmıyorum. Tarz oturtan iki kalemsiniz öyküde. Aynı kaliteyi her defasında yanıltmadan sunduğunuz için teşekkür ederim.
Aynur Engindeniz
İlhan Bey'le ilgili sözlerinize katılıyorum. Nev-i şahsına münhasır dedikleri tarzda bir yazar o. Benim için söylediğiniz sözler ise gurur verici. Bu öyküler KIRKYAMA serisiydi ve bu öykü serinin son öyküsüydü. Aslında bu çalışma bağımsız öykülerden oluşan uzun bir öykü çalışması. Yani en azından ben bunu yapmaya çalıştım. Öyküler toptan okunduğunda aslında ayrı olmadıkları anlaşılıyor.
Verdiğiniz destek için minnettarım. Bundan sonrada küçük ama bizden insanların hayatlarını farklı bir pencereden anlatmaya gayret edeceğim.
Saygılar, selamlar.
Selahattin beyin öyküsü ibretlikti ama beni Nene, Anne, kız üçlemesi daha çok etkiledi.
Yine hayran olduğum mükemmel anlatım .
Kutladım yazarımı.
Selam ve sevimle.
Aynur Engindeniz
Saygılar selamlar.
Bir tek başlık altında bir sürü hikaye...Mükemmel bir anlatım...Bir anda kendinizi o mahallede o sokakta buluyorsunuz ve de hiç de yabancısı değilim ben buraların diyorsunuz.
Kutlarım...Ancak usta bir kalemin ellerinden, gönlünden çıkabilecek bir hikayeydi...Bizlerle paylaştığınız için de teşekkür ederim.
Selam ve saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Saygılar selamlar.
Aynur Engindeniz
Sevgiler öykücüm...Hem de kocaman kocaman...
"Sabahın beşinde çıkıp, akşamın sekizinde evimize leş gibi düştüğümüz için, mahallenin usanmadan genişleyen vakalarına yetişemiyorduk biz."
Her zamanki gibi, öykü içinde öykü, cümle içinde cümle, gani gani edebiyat var öykünüzde. Ana karakterler, yan karakterler hepsi kendi içinde bir macera taşıyor.
Ama bu sefer başka bir keşfe örnek olarak seçtim yukarıdaki cümleyi. Kafamın içinde sesli sesli okudum (dışından okuyamadım çünkü işyerindeyim) Satırlarınızda aynı zamanda notalar geziniyor gibi. Yalnızca öykü değil bir şarkı da yazmışsınız. Keşke güzel bir ses bunu seslendirse de biz de dinlesek.
Çok çok güzeldi. Şanınıza yakışan bir öykü ve o şanın hakkını da veriyorsunuz. Elinize sağlık.
Aynur Engindeniz
Evet öykülerimin seslendirilmesini isterdim. Hatta kendim seslendirmek isterdim. Fakat bir türlü nasip olmadı bu:))
Birgün inşallah diyelim.
Tekrar teşekkür ediyor sevgiyle selamlıyorum.
Aynur Engindeniz
Aynur kardeşimi bu akıcı, enfes yazısını yürekten üç kez kutluyorum :)
Üç kez okudum da :)
Abisinin en çok sevdiği hikayecisini ayakta alkışlıyor
dokuz yıldızımıda yapıştırıyorum yüreğine ve yazına
Abisinin değerli can kardeşine usulca selamlarımı yolluyorum... uzaklardan tabi :(((
direnis tarafından 12/14/2011 4:08:38 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Saygılar selamlar çok uzaklara
Nerden çıktı bu öykü de karşıma tam 'yat-geber yemeğimi' hazırlarken.
Vallahi de bile bile, evet bile bile yemeği yaktım. Kalkmadı gözlerim cümleleri dizen kelimelerden.
Böyle de anlatım olmaz ki...
Ama Selahattin Bey, tam koklayacak çiçeği bulmuşken ölmemeliydi. Bırakaydın alnının kırışıklıklarına zaman saklansa, daktilo nasırları, o zamana kadar tıklatttığı klavyelere anılarını yazmak için tok tok vursaydı.
Üzüldüm. Hem Selahattin Beye, hem de körpe karısına.
Mükemmeldi. Değdi yemeğin yanmasına.
Paylaşım için teşekkür ediyor, saygı öncelikli sevgilerimi gönderiyorum.
Aynur Engindeniz
Yemeği yakmana da sevindim. O saatte hiç sağlıklı bir durum değil çünkü:) Vardır her şer görünende bir hayır.
Saygılar selamlar Teşekkürler çokça.
Yükselenyıldız
Yaşlılar gül koklamaya hakkı yok mu?
Etme.
Körpe gelin solupgedecek ersizlikten. Ver hemen bi yaşlı gocaya.
Aynur Engindeniz
Yükselenyıldız
Yaşlı heriflerle dul galan körpe gelinlerin gaderi sana galırsa,
YANDILAR...
Aynur Engindeniz
Teşekkürler mehmet.