- 2250 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BÜYÜK ŞEHİRLERİ ANLAMAK
BÜYÜK ŞEHİRLERİ ANLAMAK
Bir şehrin kaderinde var olmaktır belkide… Dilini anlamak, onunla konuşmak, ona bütün duygularını hesapsızca sunmak… Veya onunla doğup büyümek, yaşamak, sonrada ansızın bir yerde ölmek… Mono karbondioksit soluk alıp vermesinde hayatta tutunmanın O2’lirini keşfedip bulmaktır kül renginde. Yalpalanmak, düşmek, kalkmak, en hırslı intibahı bırakmanın yeridir bazen büyük şehirler. Aşklarında külliyetçi merkezidir. Büyük şehirler böyledir. Kavga ederler, bağırır, haykırır, sever ama çığlığını kimseler duymaz. En haydut menzile de açar yüreğini anne kucağı şevketinde, iki de bir küsüp barışan sevgilileri de görmezden gelir. Nazlanan körpe güzele gülümser altan, delikanlıya ise uyumayacak gecelerle haddini bildirir. Hatta dilenci roman çocuklarını da kovmaz gelmişinden, geçmişinden. Köprülerini sıcacık bir çatı yapar onlara yağmur yağdığında. Kışın soğuğunda çıplak ayaklarıyla gezip duygu sömürüsü fırsatı verir. Sabah sokak simitçisinden düşen susamlara da yurt olur, keşmekeş sokağa düşmüş ayyaşa da ekmeğini bulup verir kendi eliyle. “Allah rızası için…” Babaya benzer büyük şehirler. Sevgisini de, minettini de, nefretini de belli ettirmezler. İçinde saklar neyi var, neyi yoksa…
Evini yolunu kaybetmiş küçücük bir kızın penceresiz, çaresiz ve şaşkınca gözlerine tahammül edemez bazen. Yine de o sokakla karşılaştırmak için acele de etmez. Pamuk helvası rengine bürünür hemen. Ulu orta bisikletiyle turlayan çocukların sesine karışır. Kuş cıvıltısını andırır günlük uğultusu. “oğlum uzağa gitme” diye bağıran bir kadının feryadının saplandığı Sokağın birinde; Arnavut taş kaldırımlarının eskittiği yıllara vefa etmesine benzer büyük kocaman şehirler.
Alın terleri sürekli soğuktur büyük şehirlerin. Ilık rüzgârlarına rağmen…
Fakat hangi ülkeye, nereye gideceğini bilemez saçları iki örgülü küçük kız. Elinde ki yoksul bebeğine acıma, sevme, onu kaybedebilme dürtülerinin ablukasında kalarak ona sarılır, sokulur, anlamsızca yürür, sağa sola ürkekçe bakınarak geçer gider kenar bir mahalleden bilmediği başka bir yere daha. Yaşam hissi arar belki de plastik bebeğin noktalı yanaklarında ve rimelsiz kirpiklerine her baktığı zaman. Onda gördüğü tek şeydir oysa… Sevgi. Tek ve ön şartı olmayan…
Hümanist yorgun düşünceler de büyük şehirlerde voltasını atar ahkâm keserek bir o yana, bir bu yana. Geceye az kalmadan çağırır yıldızlarını. Koyar masaya iki yumruğunu sancıyla. Öfkesini bilemezsiniz, hangi dönemde sinirlenir veya mülayim olur anlaşılmaz. Kirişleri koptuğu zaman; kolundan tutup götüren bir sele dönüşür büyük şehirlerde karanlık. Saçları iki örgülü küçük kızın umudunu yavaş yavaş eriterek acımadan sokaklarında tüketir.
Tuhaflıklarda ve bilinmez zamanlarda kaybeder onu en son…
Zamanlarda böyledir. Babaya benzeyen büyük şehirler gibi minnetsizdirler. Mesafeli, tozlu, yapraksız sisli ve güvenilmez. Büyük şehirlerde ki karanlıklar, kalabalıklar gibi… Kaybeder en son umutları veya tekrar yeşertmek için günü bekler mi bilinmez. Kumardır zamanlar ve büyük şehirler. Şahdamarının kesildiğini belli ettirmezler. Sessizdirler. Hüzünlüdürler. Namerttirler. Sessizliklerinde kayıt ettikleri vesikalı çığlıklar ve işine gelmeyen milyonlarca tutkuya anlatır içinden gelenleri, serüvenlerini.
Zamanlar ve büyük şehirler.
İkisi de yabancıdırlar uzaklara, uzaktakilere… Somun ekmeğinin tadını bilmeyenleri anlamazlar. yaban bir köyde çalılıklar arasında sobe oynayan dizleri yırtılmış çocuklara aldırmazlar pek. Onlara gitmezler pek. Bu yüzden varoş derler. Öteki derler. Ama boncuk gözleriyle de çağırır kendisine doğru. Tüm cazibesine ortaya koyarak cezbederler. Belki de saçları iki örgülü kız çoğuna yaptıkları gibi kaybetmek isterler. İki yumruğunu masaya koymuşken; meze yapmak isterler.
Zamanlar ve şehirler işte böyledirler.
TİMUR İNCE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.