- 3409 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SENİ ÇOK SEVİYORUM ALLAHIM...
Cevabını alamadığım sorularımın ağırlığıyla girdik içeri… Annem beni sırtından indirmiş, her zaman kapı arkasında hazır bulundurulan çalı süpürgesiyle ayağındaki karları temizlerken ben, aklımı bıraktığım o virane cenaze evindeydim hala. Beni öylece boş bakarken gören annem halimi anlamış olacak ki beni tekrar sırtına alıp karları hiç arşınlanmamış yollardan anneannemin evine vardık. Evi ahşap eski bir evdi. Bazen yatıya kaldığım geceler tavan arasında yaşayan hayaletlerin sesini duyar başımı hiç yorgandan çıkaramazdım. Oysa şimdi anlıyorum ki duyduğum, karın yükünden yorulan zavallı viranenin inleyen tahtalarının çatırtılarıydı, boşa almışım gariban hayaletlerin günahlarını… İçeri girdiğimizde her zaman ki yerinde bulurduk anneannemi. Yatalak denecek kadar hasta, yeni sürgün vermiş bir dal kadar ince ve nazik, pamuk kadar yumuşak huylu ve bir taş kadar sabırlı… Yanan sobanın önünde duran iskemleye oturunca anladım ne kadar üşüdüğümü. Gözlerimi sobanın o palazlı deliğine dikip, çenesi kefen parçasıyla başının üzerine bağlanmış o adamı düşündüm. Çocuk kalbimi çok yormuştu o ölünün çaresizliği belkide. Sanki o anda ben değildim, insanı eninde sonunda arındıracak olan ateşin başında oturan. Sıcaklığı ısıtmıyordu beni artık. Kalkıp her zaman yaptığım çocuksu eğlencelerime dalmak istedim. Köhne pencerenin buğulanmış camında çıkış yolu arayan sinekleri tek tek yakalayıp kanatlarını kopardım yine. Önceki gün kanadını kopardıklarımdan yaşayanları camı açıp azat ettim bembeyaz kar meleklerinin ülkesine. Anneannem ne kadar yapma etme desede hiç vazgeçmedim bu eğlencemden. Ama bugün o bile haz vermedi bana ve nedense hiç uyarıda almadım bugün yaptığım işten. Ben zavallıcıkların kanatlarını yolarken annem matem dolu cümleleriyle ölen falancının anılarından anlatıyordu anneanneme. Yaşlı da değildi ama takdir böyleymiş, onun işine kim karışabilir, diyordu annem. O kimdi peki?.. Bu adam nereye gitmişti ki? Artık tat vermeyen sinek oyunumdan da bıkıp anneannemin ayaklarının aynına iliştim usulca. Ve o beklide bir ömür boyu kendisinden korkacağım “onu” sordum o çocuksu soramayışımla.
- Anneanne Allah kim?
Anlam veremediğim kem kümler, dudak bükmeler. Ne yapsındı zavallı kadıncağız. Biraz daha anlayabilecek yaşta olsaydım anlatırdı elbette az bucuk ama kim anlatabilirdi beş yaşında bir çocuğa.
Annem namaz kılarken dudaklarına bakardım pür dikkat, ne diyor kiminle konuşurdu böyle sessizce. Kim duyabilirdi ki bu deruni sessizliği? Bazen yaramazlığın sınırını zorladığımda başını yana eğip ters ters bakıp “Allah Allah” derdi, yoksa dayak gibi acı veren bir şey miydi Allah? Eve geldiğimizde ablalarıma sordum aynı soruyu. İkisi birden, ağız birliği etmişçesine “Allah yakar” dediler. Onu kızdırırsam durumum hiç iyi olmazdı, annemi de babamı da alırdı benden, dediler. O gece sabaha kadar yummadım gözlerimi. Artık pencereden dışarı bakmak bile gelmiyordu içimden. Annem gecenin en karanlık anında namaza kalktığında bende kalktım ardından. Annem gibi bende eğildim kalktım yanında. Bazen gözlerimi ellerimin arasına alıp yere kapandığımda, yana dönüp annem kalkmış mı diye baktım çaktırmadan. Namazı bitince annemin yanağıma aldığım küçük bir buseydi ödülüm. Dünden beri yaşadığım en güzel andı belki de o an. Daha önce hiç yapmadığım için garibine gitmişti annemin bu sabah kıldığım namaz. Sobayı yaktıktan sonra yatağımı açıp yanıma yattı annem. “ne oldu sana oğlum” demesi yetti zorla tuttuğum gözyaşlarımın boşalması için. “Allah sizi alacak benden kızdırırsam onu” diyebildim hıçkırıklardan boğulan sesimle. Annemin o anki gülüşü, inci tanesi dişleri ve merhamet dolu nur kokulu göğsü bile teselli edemiyordu beni artık.
- Korkma Allah seni sevmez mi hiç oğlum, o hiç kızmaz bizden. O çoktan da çok iyidir. Hem erkek adam ağlar mı hiç? Şimdi söyle bakalım kim söyledi sana bunu?
- Ablamlar…
Yanımdan usulca kalkıp kapıdan çıkışıyla nereye gittiğini anlamıştım hemen. Bende birazdan kopacak olan kıyametin o filmlik görselliğinden payımı almak için gözlerimi silip yetiştim annemi. Ablamların odasının ışığı yanınca, akşam bana söyledikleri yüzünden verdikleri hesabın ağırlığı okundu biran uykulu gözlerinde. Demin ağlayan küçük gözlerimdeki yaşlar silinmiş, hatta yerlerini gülüşler almıştı bile. Annem odadan geldiği hışımla çıkınca, kulağımdaki sızıyla fark ettim odada ablamlarla yalnız kaldığımı. Hesap soran ve kısas isteyen bakışlarını diktiler üzerime ikiside. “köpek niye anneme söyledin bizi?” diye sordu büyük ablam. Küçüğü de ağlamaktan değişen ses tonuyla oh çekip Allahın annemi alacağını ve beni sevmediğini söyledi tekrar. Bense ikisininde gözlerinin içine bakıp, “beni değil sizi sevmiyor asıl, dayağı siz yediniz” dememle tokadı yemem bir oldu. Biraz sesimi yükseltip ağlayınca annem geldi tekrar ve sonrası malum…
Evet, inanmamıştım ikinci kez onların sözlerine. Annemin o yalansız dili ve bana olan sevgisiydi onun benden hiç ayrılmayacağına beni inandıran. Annemin şefkat dolu yüreği ve ruhuma ince ince işleyişiyle yavaş yavaş farkında olmadan dost olmuştuk Allahla.
Artık o (c.c) beni, bende onu çok seviyordum. Şimdi anlıyorum ki yüreğime incecik nakışlarla kocaman bir Allah işlenmişti o yaşlarda… Hem de hiç yıpranmayacak ve silinmeyecek bir nakışla. Seni çok seviyorum Allahım…
YORUMLAR
çok çok guzel bir yurek sesiydi okudugum.her ne kadar yazi ve sayfa rengi okumayi zorlastirsada.konusu guzellik olan bu yaziyi okumama mani olamadi.Allah annenizden razi olsun bôyle bir guzelligi paylastiginiz için sizdende.
ALLAHA EMANET OLUN .KALEMINIZE YUREGINIZE SAGLIK.SAYGILAR.