- 2627 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
KRİZANTEM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Aynada son kez kendine baktı. Saçını düzeltti. Makyajını özenle yapmıştı. Onun mesleğinde, görsellik çok önemliydi. Kıyafet seçimi de tabii ki… Yürüdükçe herkes ona bakmalı, ayak sesleri bile diğer kadınlardan farklı olmalıydı. O yüzden de iç gıcıklayıcı renkleri seçmeye özen gösterirdi. Her şeyden önce orijinal olmalıydı. Mesleğe başladığında, diğerleri gibi bilindik, takma isim kullanmak istememişti. Günlerce düşündükten sonra ismini sonunda bulabilmişti… Krizantem olacaktı.
Etrafında döndü. Önüne, arkasına dikkatle baktı. Uzun, dalgalı, platin rengi saçlarını boyatalı henüz bir ay bile geçmemişti. İlk başlarda, yeni saç rengine alışmakta zorlanmıştı. Uzun yıllar, kızıl renkleri kullanmıştı. Değişiklik gerektiğine inandığı gün, kendini kuaförünün koltuğunda bulmuştu.
Nar kırmızısı mini eteği ve üzerine giydiği askılı bluzuyla, kendi iştahını bile kabartıyordu aynadaki görüntüsü… Hazırdı. Buluşma saati de henüz gelmişti. Bu akşamki müşterisi de cebi dolgunlardandı. Üstelik ilk kez de değildi buluşmaları. Para babasıydı ama nezaket yoksulu bir adamdı. Yüzünü buruşturarak evden çıktı.
Topuklu ayakkabıları, koridorda yankı yaparak ilerledi. Onun ayak sesini işiten çaprazındaki, deyim yerindeyse “evde kalmış kız kurusu “Melisa, her zaman yaptığı gibi araladığı kapıdan baktı ve kapıyı çarptı. Hınzır bir gülümseme yerleşti yüzüne Krizantem’in. “Ah bir gece de seni alsam yanıma; ne çok hoşuna giderdi değil mi köftehor Melisa?” diye düşünerek indi merdivenleri. Oysa bu düşündüklerini yüzüne haykırmak isterdi avaz avaz…
Apartmanda istenmediğini biliyordu. Melisa, bir iki kez ev sahibine şikayet etmişti. Hatta hırsını alamayıp, ahlak masasına bile şikâyette bulunmuştu. Sonuç alamayınca psikolojik baskıyla yetiniyordu… Ev mi yoktu koskoca şehirde? Yeter ki para olsun. Birinden çıkar, öbürüne taşınırdı nasıl olsa… Altın çağındaydı Krizantem Tuba. Bazen sonrası aklına geldiğinde canı sıkılıyordu sıkılmasına da; “Aman boş ver, bunu da o zaman düşünürüz” Diyerek kendini telkin ederdi. Nasılsa ne geçmişi, ne de geleceği vardı. Kendini sanki bir akarsuyun akıntısına bırakmış gibiydi.
Arabasının yanına geldi. Kırmızı renkli 2010 model arabası vardı. Olmuş olacağı tek serveti de arabasıydı. Takıntı haline gelmişti araba değiştirmek. Bir yıl kullandıktan sonra sıfırlıyordu arabayı. Tıpkı anılarını, geçmişini beyninde sıfırladığı gibi…
Anahtarı kontağa taktı ve çalıştırdı. Dikiz aynasında son kez kendine baktı ve hareket etti. Otele geldiğinde Osman Bey’i lobide onu bekler buldu. Müşterisi onu görür görmez yine sarhoş olmuştu sanki. Krizantem Tuba, kendine güvenen, vakur edasıyla önden gidiyor; hantal, şişman Osman ise ona arkasından yetişmeye çalışıyordu. Odaya geldiklerinde her vakit olduğu gibi masa donatılmış, rakı şişesi de masadaki yerini almıştı.
Osman Bey, nefes nefese kalmıştı. Yine de masaya oturmaktan, tıkınmaktan vazgeçmeyecek gibiydi. Sandalyeyi çekti ve oturdu. Tabağındakileri yemeye başladı. Ağzından etrafa sıçrayan kırıntılarını umursamadan konuşuyordu. Sofradaki yiyeceklere göz gezdirdi Krizantem. Hepsinin de kalori değeri çok yüksekti. Canı istediği halde yememeye özen gösterirdi. Alınan kilolar, onun aleyhindeydi çünkü… Tabağına, gözüyle tarttığı en düşük yiyecekleri aldı ve bitirdi. Osman da yemeğini bitirmişti. Rakı şişesinden birazını Tuba’nın bardağına, birazını da kendi bardağına doldurdu. Üzerine eklediği suyla karışan rakı beyazladı. Odaya keskin bir anason kokusu yayıldı. Arada bir geğiriyor, rahatlıyordu.
-Haydee şerefe güzelimmm. Sağlığına, güzelliğine ve diri vücuduna kaldırıyorum kadehimi.
-Şerefe hayatım.
O kadar içtiği halde yine de bilincini yitirmiyordu. Bakışları içkinin etkisiyle daha da vahşileşmişti sanki. Gözlerinde vahşi bir hayvanın, avını parçalamadan önceki bakışları yerleşmişti. Ağzını oynatıyor, mimiklerini bazen kontrolde zorlanıyordu.
Masadan kalktı ve sendeleyerek, Tuba’ya yaklaştı. Gözleri iyice kısılmıştı. Tubayı, sandalyeden hırsla kaldırdı. Dudaklarını kemirircesine öpmeye başladı. Sanki lağımı andıran nefesinin kokusu, Tuba’nın midesini bulandırdı. Bir an kusacak gibi oldu; fakat kendini tuttu. Yavaş yavaş onu okşamaya başladı. Adam, okşamanın etkisiyle çözülmeye başladı. Arenaya çıkmış bir boğanın nefesi gibi hızlıydı nefes alış verişi… Krizantem Tuba, işini yapıyor olmanın rahatlığıyla, sakindi. Med-cezirlerin bir önemi yoktu. Tiksinti, görev bilinci yeterliydi o anda.
Duyguları yıllar öncesinde ilk örselendiği günden sonra bir daha gün yüzüne çıkmamıştı. Bir daha da bulamayacaktı…
Doğruldu yataktan. Sakindi… Giysilerini geçirdi çıplak bedenine. Komidinin üzerindeki parayı aldı ve çantasına koydu. Yatağa baktı. Karmakarışık olmuştu. Osman’a gözü ilişti. Yüzü kıpkırmızıydı. Hırıltılı sesler çıkarıyordu. Kaçarcasına fırladı odadan. Resepsiyona gelince;
-Bir ambulans çağırın lütfen… 102 numaralı odaya…
Nermin KAÇAR
YORUMLAR
Sevgili Nermin, yazıya kaçıncı gelişim, talihsizlik bir türlü yakamı bırakmadı her okuyuşumda yorum yazamadan elektrikler kesildi. İnşallah bu defa kesilmez:))
Yazı, hayatın içinden bir gerçek. Bu ve bunun gibi yaşam savaşı veren Krizantemlerle dolu.
Gerçek bir hayat öyküsünü çok başarılı bir şekilde kaleme almışsın tebrik ederim.
sevgiler.
arabayı satarak sıfırlarken, geçmişi ve anıları sıfırlamak. belki ellerinden gelse onlar her gün arabalarını satacaklar, anılarını sıfırlamak amacıyla. Zaman zaman arabalarının olmasını da istemeyecekler. Yaşadıkları; kötü anılarla dolu hayatı istemedikleri gibi....
KALEMİNİZE SAĞLIK KUTLARIM
SAYGILARIMLA........
Nermin'ciğim çok etkileyiciydi öykün. Bir yazar, her kesimden kişiyi öyküsüne kahraman edilebilmeli ve sen bunu çok iyi başarmışsın. Özellikle "Med-cezirlerin bir önemi yoktu. Tiksinti, görev bilinci yeterliydi o anda." kadının duygusunu çok iyi işlemişsin.Canı yürekten tebrik ediyorum. Sevgilerimle.