- 2132 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
“Telefonumun dinlenmekten anası ağladı”
Türkiye de tartışılan bir olay Kıbrıs’ın kuzeyinde de gündeme
geldi. Birine ait bir telefonun dinlenmesi. Yani özele, özel hayata müdahale.
Peki, emniyet güçlerinin veya devletin böyle bir girişime yetkisi var mı?
Açıkçası tam olarak bilmiyorum. Kişisel düşüncemden hareketle doğruda
bulmuyorum. Ama oluyor. Hem de dünyanın her yerinde. Böyle bir olay ülkemizde
de var mı? Bu yönde bir iddiayı KTÖS Genel Sekreteri Sayın Şener Elcil ortaya
attı. Sözler aynen şöyle “Gerçekleri konuşuyoruz. Ayaklarımız yere basar
politika yapıyoruz. Bakan da bundan rahatsız oluyor. Hükümet de. Telefonumun
dinlenmekten anası ağladı. Dinleniyoruz. Türkiye de Generallerin, Generalleri
dinlediği bir yerde. Türkiye’nin kontrolündeki bir yerde telefonların
dinlenmemesi mümkün mü? Böyle bir ortamda nüfusu saymaya gerek var mı?”. Sayın
Elcil bu ciddi iddiayı Genç TV’de sevgili Gökhan Altıner’in programında
seslendirdi.
En başta söylediğim
gibi, böyle bir olayı doğru bulmamakla birlikte bu ülkede mümkün olabileceğini
düşünüyorum. Bir kez daha altını çizmek
ve vurgulamak isterim ki bu çok ciddi bir iddiadır. Ve ileriki dönemlerde
mutlaka bir sonuca vardırılmalıdır. Sayın Elcil böylesi bir durum varsa,
mutlaka ilgili mercilere gereken müracaatları yapmalı ve olayın gerçekle bağı
gün ışığına çıkartılmalıdır. Direk adres olmasa da bir “Zan altında” kalma
durumu da ortadan kalkmalı.
Gün ve gün Türkiye yönetimine benzemeye çalışan bir yönetim
anlayışımız var. Mevcut yönetime karşıt duruş sergileyen herkes potansiyel
suçlu. Adı demokrasi. Bir İlahiyat, maneviyat merakıdır gidiyor. Sığınılan
gerekçe “Halkın talebi”. Yani kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Haspolat
Meslek Lisesin de on sekiz kişi için mi ilahiyat bölümü kuruldu? Her görüşe
saygı duyan birisi olarak böyle bir icraata karşı değilim. Ama yer yerinden
oynamışken hangi halkın talebi. Benim itiraz noktam bu gibi denge unsuru
konuların siyasi amaçlar için kullanılmasıdır. Bunlar hassas noktalar, bu toplumun
sinir sistemi daha fazlasını kaldırmaz.
Yapılan anketlerde tablo ortada. Ne hükümet ne muhalefet. Siyaset
sistemine olan güven tamamen erozyona uğramış. Yani görünen köy çok yakında.
Mesajı alması gerekenlerse hala derin bir uykuda. İnsanlar çareyi göç etmekte,
kaçmakta arıyor. Canına kıyan insanlarımız var. Borç yüzünden, ekonomik çıkmaz
dalga dalga yayılıyor. Toplum olarak sosyal bir patlamaya doğru gidiyoruz. Bu bir
temenni değildir. Yanlış anlaşılmasın. Bu sadece bir gözlemdir. Peki, ben ne
isterdim, yani ne beklerdim? Mesela biraz gerçekçi olunmasını. KKTC devletinin
mevcut ekonomik imkânları ortada iken, maliyenin kasası boş olarak lanse
edilirken yapılan ve söz verilen istihdamlar, bir şekilde vazgeçilmeyen devlet
harcamaları hani ekonomik sıkıntı vardı? Sorusunu sorduruyor ister istemez.
İtalyan Bakanın ağladığı gibi acıklı bir tablo ile bir yetkilin karşımıza
geçmesini istemiyorum ama hiç olmazsa siyasilerden de bazı fedakârlılar görmek
istiyoruz. İtalyanlardan örnek vermişken yine onlarla devam edeyim, büyük bir
ekonomik kriz yaşıyorlar. Yeni bir hükümet var. Teknoktar hükümet. Bir de yeni
“Tasarruf” paketleri var. Tıpkı Yunanistan da, güney Kıbrıs’ta olduğu gibi.
Tabi ki detaylara girmeye gerek yok ama bir noktayı seslendirmeden geçmek
istemiyorum. İtalyan Başbakan Mario Monti 17 bin Euro’luk maaşından vaz geçti.
Yani gerçekçi oldu, samimi oldu, inandırıcı oldu. Bu hareketiyle sadece kendi
ülkesinin geleceğini düşündüğünü gösterdi. Bizde kendi ülkesinin geleceğini
düşünenleri sadece lafta görürsünüz. Amaç sadece gelecek seçimler ve bu süreçte
Ankara hükümetine şirin görünmektir.