- 3088 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ORLON DANTEL MASA ÖRTÜSÜ...
ORLON DANTEL MASA ÖRTÜSÜ
1976- 1977 yıllarıydı, Konya’da, toptan battaniye, orlon dantel masa örtüleri satan bir tanıdığımız var. O sırada Ilgın’da durakta taksiciyim. “Bunlardan götür Ilgın’da sat, peşin para istemem, sattıkça öde, satamadığın benimdir, geri getir.” Dedi. Teklifini reddetmek, hele hele denememek aptallık olur. Diye düşündüm. Arabanın bagajını içini battaniyeler ve masa örtüleri ile doldurdum. Ilgın, Doğanhisar, Kadınhanı pazarlarına çıkıyorum. Köy köy dolanıp satış yapıyorum.
Bir köyde arabanın içine uzanan bir kadın hırkamı satın almak istiyor. Onun satılık olmadığını kendi giysim olduğumu söylüyorum. Kaç para olursa olsun almak istediğini, benim yine alabileceğimi söyleyip ısrarla almak istiyor. O’na hırkamı satmıyorum. Dönüşte yolda verdiğim molada bir çoban geliyor. Azığımızı karıştırıyoruz, birlikte bir şeyler yerken Ona termosumdan buzlu ayran ikram ediyorum, termos çok hoşuna gidiyor, satın almak istiyor. O, benim. Tüm ısrarlarına rağmen satmıyorum.
Israrlı talepler bende aşırı bir güven oluşturuyor. “Arabaya taş koysam satılacak” Kanısı yerleşiyordu. En kısa zamanda Konya’ya gidip, sattıktan sonra ödemek, satamadığımı iade etmek koşuluyla bu sefer, iç çamaşırları, tişört, bayan elbisesi gibi giysileri dolduruyorum. Mal çok, araba küçük gelmeye başlıyor.
Gezdiğim köylerde kimsenin fiyatlar hakkında bir fikri yok, fiyatı vicdanım belirliyor. Para çok tatlı, kazanmak çok güzel… Hele bir de harman sonuna veresiye verebilsem ya da buğday arpayla değişebilsem…Kazancımın haddi hesabı olmayacak, ancak ben cesaret edemiyorum.
Köylerde bayan iç çamaşırlarını gösterirken bir anda kimse kalmıyordu. Onları utandırmadan satış yapmak için, iç çamaşırlarını yanıma almıyordum. İlk fırsatta iade edecektim.
O gün önceden gittiğim köylerden birine gitmiştim. Köy meydanındaki çeşme başında, ulu ağacın gölgesinde tezgahımı açmaya uğraşırken onaltı, yirmi yaşlarında beş altı genç kız geldi. Bir müddet bakındılar. “Buyurun ne istiyorsunuz?” Diye sordum. Bir türlü ne istediklerini söylemediler. Her soruşumda birbirlerine bakışıp gülüştüler. Ben de güldüm. Onlar daha çok güldüler. Birisi cesaretini toplayıp sordu. “ Beden var mı ? Beden” Diğerleri onun cesaretine daha çok güldüler. Soran kız kızardı. Acaba beden neydi? Beden diye bir şey satmadığım gibi duymamıştım da, öylece ulu orta sordum. “Beden nedir?” Hepsi birden çapkın çapkın gülüşüyorlar. Gerçekten anlayıp anlamadığımı öğrenmeye çalışıyorlardı. “Vallahi anlamadım.” Dedim. Onlar da emin oldular. Bir tanesi cesaretini toplayıp sordu: “ Hani daha önce satıyordun ya, şimdi göremedik onu soruyoruz. ” “Ben beden diye bir şey satmadım.” Dedikçe vardı diye gülüşerek ısrar ediyorlar. “Nasıl bir şeydi?” Diye sorduğumda; her biri kızarıp gülüşerek bir kenara kaçıştı. Meraklanmıştım. Heyecanlanmıştım… Bu sefer kızarıp, utanarak ben sordum. “Nasıl bir şeydi?” Birisi utana sıkıla iki elini göğüslerine götürerek sordu. “ Hani buraya giyiliyordu…” Söyledi. Kurtuldu….Diğerleri gülüyordu. Hep birlikte gülüyorduk. Bir daha gelişimde getirmek üzere ayrıldım.
Ertesi gün Beykonak Beldesi’ne gitmiştim. Pancar çapalamaktan dönen bir grup kadın kız başıma üşüştü her biri bir şeyler çekiştirip fiyatını soruyor. Bir genç kız;
- Güner hoş geldin, bu çocuk battaniyesi kaç para? Dedi. Akşamlara kadar tarlada çalışmaktan yanmış yüzünde o günün biriken tozlarında akan ter izler oluşturmuş bu kızın kim olduğunu tanıyabilmek olası değil.
- Pardon tanıyamadım. Dedim.
- Aa Güner, ben folklor ekibinden Ayşe. Dedi. Tanıyamamaktan rahatsız oldum. Aynı ekipte uzun süre birlikte çalıştığımız Ayşe, şalvar giymiş toz toprak içinde, akşama kadar çapa yapmaktan bitkin düşmüş, tanımak olası değildi. Biraz hoşbeşten sonra battaniyenin fiyatını yine sordu.
- Sana 90 liraya olur. Dedim.
- Tamam getireyim. Dedi biraz sonra elinde çoğunluğu bozuk paralardan oluşan uzun sürede biriktirilmiş doksan lirayı elime sıkıştırdı. Battaniyeyi götürdü.
Ben eve dönüş yolundayım, içim yanıyor. Vicdanım rahatsız. Kırkbeş liraya aldığım battaniyeyi kazanma hırsıma yenilip doksan liraya satmıştım. Artık durdurulamaz bir kazanma heyecanı sarmıştı…
Akşam yattım uyuyamıyorum. Sürekli dönüyorum yatakta, azap beni yakıyor.
Orlon dantel masa örtüsü
Şase kırlent bohça var…
Batan yüreğimin malları
Haydi zararına bunlar…
Yırtınsam da yankılamaz sesimi dağlar
Biliyorlar kırkbeşe alıp
Doksana satıyorum…
Ertesi sabah erkenden kalkıp, doğru Konya’ya gittim. Sattıklarımın bedelini ödeyip kalanları iade ettim.
“Çok iyiydin neden bıraktın?” Diye soranlara.
“Hiç” Diyorum. “Kırkbeşe alıp doksana satıyorum. Sesim yankılanmıyor”