- 2201 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAKİKATİN VİCDANI
HAKİKATİN VİCDANI
İNSAN bilmek mi ister? Yoksa daha ziyade “bildiğini sanmak” mı? “Bildiğini sanmak” inanmaktır bir bakıma. İnanmak ister, inanmak ise güvenmektir. Duygulanmak, yanmak inandıkları üstüne denge tutturmak ister. Belki de en çok korktuğu ateşte bir gün çatırdarcasına yanmak ister. İnsanı insan olduğuna yaklaştıran budur belkide. Bir gün öleceğini bildiği o “her” şeyden bir kalem de arınmak ister.
Öyle huzur bulmak ta ister. Korkusunu, nefretini, düşmanlıklarını, kimliğini de, öyle inşa etmek ister.
Doğru bildiğinizi sandıklarınız, inandıklarınızın sarsıldığını arzular mısınız? Hisseder misiniz yarının neleri vaat edeceğini? Yaradılışın yontulmuş, kesilmiş taşların duvara yerleştiren bir ustanın eline benzediğine... Sonra bir sonla yitirildiğine… Ve insanın gerçek duyguları karşısında nasılda sarsıldığına… Sarsılmaması “konfor” değil midir? Sarsıla sarsıla düzen, sarsıla sarsıla devletler, sarsıla sarsıla aşık olmak, onu arzulamak, sarsıla sarsıla ölmek, sarsıla sarsıla hükümdarlar ve hükümler ne kadar baki kala bilirler? Sordunuz mu hiç kendinize. Sarsıla sarsıla kazanmak asıl cennet değil midir?
İşte “yürek” dedikleri kavram tam burada “cart” diye ikiye yırtılır. İşte tarih tam budur. Yüreğin inandıklarımız karşısında ikiye bölünmesi hakikati… Doğruya giden yol gibi…
Doğru bilinenlerin sarsılması, yanlışların yitirilmesi, yenilerinin gelmesi, hakikat arayışı, hakikat şokları, inançların, inanılanların, acıların, özlemlerin, ağrıların bir ötekiyle çelişkisi, bir ötekiyle ilişkisi, sevişmesi, mücadelesi, ötekini ilgası veya uzlaşması… Bir yol bulup oradan akması… Haklanması hep…
İnsanın büyük yolculuğu budur ve onun yanında her bir insan ömrü nedir ki? Değişmez sandıklarımızın her biri bile, bir gün bir şeylerin değişmesiyle, başka şeylerin yerine, yanına, üstüne gelenler, yerleşenler ve sonra başka yeni sorular, bilgiler, gerçekler, mücadeleler, uzlaşmalar ile her gün sarsılanlardır.
Bu gün değişmez sandığınız hiçbir şey, ama hiçbir şey, dün yani ezelden beri orada ve burada değildi.“Aşk” bir gün böyle başladı. Ölüm de… Her şey o günün bilinciyle uyandı. Ve uyumadı bir daha!
Belki az bir kendimle hasbıhal ediyorum. Belki de ne diyor bu adam diyorsunuzdur. Tıpkı SS subaylarının elindeki böğürtülü kırbaçların sesine kulak vermeyen Fania gibi veya Alma’nın yüreğinde buz tutan ölüm tadının damla damla akması uzaklara… Zihnimin dumanını almaya çalıştığım yüzyıllık “sone” yazısıyla; Farklı bir düşünce, itiraz, yeni bilgi, hakikatin aranması, farklı kimlik ve yaşanan gerçeklerle yüzleşirken; yeltendiğim ruh halimin törpülenmesine inanmak gibi… İnananların sarsılması, tabu silkelenmesi, ezber bozulması, kimi güçlünün ayıklanması, aklın ve vicdanın her tür manevi, zihinsel, fiziksel, maddi boyun eğmeye direnmesi karşısında bir hoşluk meselesinin zihnimde uyandırdığı illegallikle…
Ve gözyaşları, analar, acılar, ruhlar, aşklar ve aşklarım. Huzur için yaşam “samimiyet” ister. Sevmekte öyle… Ayırmadan kayırmadan, bir ötekini unutmadan ayrıntısızca sevmek… Severken de inanmak. “Hakikatin vicdanı” böyledir ve bambaşkadır. Çünkü hakikatte “vicdansız hakikat” olmaz.
TİMUR İNCE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.