- 2103 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MEZHEP VE TARİKATLARIN ORTAYA ÇIKIŞI
Dinlerde Mezheplerin ve Tarikatların Ortaya Çıkışı
İnsanlık tarihini incelediğimizde birbiriyle mücadele eden iki güçlü otorite görürüz. Bu otoritelerden biri siyasi otorite, bir diğeri de dini otoritedir. Tarihin çeşitli dönemlerinde bu iki güçlü otorite birbiriyle mücadele etmiş; kimi zaman siyasi otorite, kimi zaman da dini otorite galip gelmiştir. Durum böyle olunca; Ortaçağın Hıristiyan dünyasında halk bu iki otorite arasında sıkışıp kalmış, bu iki otoriteye itaat ve hizmet eden tebaa durumuna gelmiştir. Halkın karşısında iki güçlü otorite olduğundan, ne dini otorite ve ne de siyasi otorite sorgulanamamıştır. Ortaya çıkan bu tablo sonucunda ne siyaset siyaset gibi, ne de din din gibi yaşanamamıştır.
Din, insanoğlunun en hassan inanç sistemi olduğu için tarihin her döneminde gerek siyasiler tarafından ve gerek din adamları tarafından sürekli istismar edilmiştir. Dinin siyasi amaçlar için kullanılması sonucunda bir takım mücadeleler başlamış ve bu mücadeleler dinlerde mezheplerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Hıristiyanlıkta Mezheplerin Ortaya Çıkışı:
Bilindiği üzere Hıristiyanlık Dini Kudüs’te ortaya çıkmış ve hızla yayılmaya başlamıştır. Roma İmparatorluğu, ilk zamanlar Hıristiyanlığı yasaklamış, inananları takip altına almış ve çeşitli cezalar uygulamıştır. Ne var ki İmparator Konstantin, Hıristiyanlığın yayılışını durduramayacağını; inat etmesi halinde koskoca imparatorluğun parçalan-ma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını düşünerek Milano’da yayınladığı bir ferman ile (Milano Fermanı-313) Hıristiyanlığı resmen kabul ettiğini ilan etmiştir.
Uygulamalar sonucunda bazı teolojik sıkıntılar ortaya çıkmış; bu sıkıntıları ve anlaş-mazlıkları aşabilmek için bazı temel kurallar getirilmiştir. Temel kurallarla ilk aşamada başıbozuk bir halde hareket eden kiliseler düzenli hale getirilmek istenmiş, bu sebeple İznik’te, 325 yılında ilk evrensel toplantı düzenlenmiştir. Toplantıda din adına alınan kararlara, başta siyaset ve din adamlarının şartsız uymaları istenmiştir. Konsülde ortaya konulan kurallar; İsa’nın hem Tanrı, hem onun oğlu ve hem de ruhu olduğu inancı günümüze kadar değişmeden ulaşmıştır. Alınan kararların yanı sıra Matta, Luka, Markos ve Yuhanna İncilleri muteber İnciller olarak kabul edilmiştir. İncillerin kabul edilmesinden hemen sonra havariler tarafından kurulan Roma, İskenderiye ve Antakya kiliseleri, Ekümenik Patriklik Statüsüne kavuşturulmuştur. Dolayısıyla Roma İmparatorluğu da bu kiliseleri yönetmeye başlamıştır. İmparator Theodosius, kiliseler üzerinde egemenlik kurarak siyasi otoriteyi güçlendirmeyi düşünmüştür. Bu sebeple; İstanbul’da bulunan Fener Piskoposluğu’na 381 yılında Ekümenik statüsü vermiştir. İmparator Theodosius’un aldığı bu karar başta Roma olmak üzere, İskenderiye ve Antakya kiliseleri tarafından protesto edilmiştir. Gelişen bu olaylar sonucunda impara-torlukta büyük çaplı karışıklıklar meydana gelmiştir.
Theodosius’un politikasını takip eden İmparator Marcian, 451 tarihinde bizzat kendi-sinin hazırladığı 28 maddelik karar tasarısını konsüle zorla kabul ettirmiş, böylece Fener Patrikhanesi Hıristiyan dünyasının tek merkezi haline getirilmiştir. İmparator Marcia’nın tek başına aldığı bu kararlar yine başta Roma kilisesi olmak üzere, İskenderiye ve Antakya kiliseleri tarafından şiddetle reddedilmiştir. Şiddetli karşı çıkmalar ve ayaklanmalar sonucunda İmparator Marcian, İskenderiye ve Antakya kiliselerini yerle bir etmiş, binlerce Hıristiyan’ın ölmesine sebep olmuştur. Bu tarihlerde Roma İmparatorluğu Batı ve Doğu olmak üzere ikiye ayrılmış durumdaydı. Doğu Roma (Bizans) imparatorları Roma kilisesine karşı bir şey yapamamıştır. Roma Kilisesi sonraki yıllarda bağımsızlığını ilan ettikten sonra, 325 tarihinde kurulan Hıristiyan Birliği’nden ayrılmıştır. Roma İmparatorlarının kiliselere hükmetme sevdaları sonucunda Hıristiyanlık, Katolik ve Ortodoks olmak üzere iki farklı mezhebe ayrılmıştır.
Ortaçağ Avrupa’sında, Batı Roma İmparatorluğu’nun parçalanması yeni bir sistemin (feodalite) ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu dönemin tek otoritesi olan Roma Kilisesi; yani Vatikan, hem siyasi ve hem de dini otoriteyi ele geçirmiştir. İşte bu süreçle birlikte Hıristiyan Dini’ne yeni dogmatik bilgiler eklenerek Hıristiyan Dini özünde bozulmuştur. Yüzyıllar boyu Hıristiyan dünyası bu düzmece dini kurallarla yönetilmiştir. Bu çağ, Hıristiyan dünyası için kara bir çağ olmuştur. Zira kiliseler, feodal sistem içinde vücut bulan derebeylerin tüm topraklarını ele geçirmiş, bu durum siyasi otorite-nin sarsılmasına sebep olmuştur.
15. yüzyılın ortalarında kiliselerin bu pervasız davranışlarına Almanya’dan tepkiler yükselmiştir. Martin Luther, toprakları ellerinden alınmış Alman prenslerinin yani siyasi otoritenin de desteğini alarak kilise egemenliğine karşı savaş açmıştır. Luther’in bu isyanı kısa sürede tüm Avrupa’ya yayılmış ve Protestanlığın doğmasını sağlamıştır. Dini ve Siyasi otoritenin uzun yıllar süren kavgası neticesinde Hıristiyanlar Katolik, Ortodoks ve Protestan olmak üzere üç ayrı mezhebe ayrılmıştır.
İslamiyet’te Mezheplerin Ortaya Çıkışı:
İslam Dini’nin tebliğ edicisi olan Hz. Muhammed (s.a.v) hem devlet işlerini şura karar-larıyla yürüten bir devlet adamı ve hem de din işlerini yürüten bir din önderiydi. Hz. Muhammed’in vefatından (632) hemen sonra en yakın arkadaşı (sahabe) olan Hz. Ebu Bekir, başkan yani Halife seçilmiştir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Muhammed’in (s.a.v) dini ve siyasi uygulamalarını aynen tatbik etmiştir. Bu dönemde liderlikle ilgili herhan-gi bir sıkıntı yaşanmamıştır. Hz. Ebubekir’in vefatından sonra, vasiyeti gereği yerine Hz. Ömer halife seçilmiştir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, Haşimi ailesinden geldikleri için Hz. Muhammed’e (s.a.v) akraba oluyorlardı. Bu sebeple her iki halifenin döneminde liderlikle ilgili herhangi bir sıkıntı yaşanmamıştır. Ancak; Kureyş Kabilesi’nden gelen Haşimi ve Ümeyye ailesi, İslamiyet’ten önce Mekke Şehri’ne hakim olabilmek için uzun yıllar birbirleriyle mücadele etmişlerdir. Bu mücadeleler Hz. Ömer’in vefat etmesinden sonra daha da alevlenmiştir. Hz. Osman, Ümeyye ailesinden olmasına rağmen şura kararıyla halife seçilmiştir. Halife Osman, iddialara göre devlet kadrolarını kendi akrabalarıyla doldurmuş, adam kayırmıştır. Bu söylentilerin asılsızlığını defalarca örnekleriyle ortaya koymasına rağmen Hz. Osman, ortaya çıkan olayları en-gelleyememiştir. Muhaliflerin yönlendirdiği bir suikastçı Hz. Osman’ı şehit etmiştir. Hz. Ali, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden hemen sonra şura kararıyla halife ilan edilmiş, ancak Hz. Osman’ın katilini yakalayamamıştır. Sosyal çalkantıların alabildiğince çoğaldığı bu karmaşa döneminde, Hz. Osman’a akraba olan Şan Valisi Muaviye, Hz. Ali’nin katilleri yakalayamadığını, devlet ve din işlerini yeterince yürütemediğini iddia ederek kendi halifeliğini ilan etmiştir. Böylelikle İslam Devleti’nde ilk defa iki başlı bir yönetim ortaya çıkmıştır.
Hz. Ali ile Muaviye arasında başlayan halifelik mücadelesi Sıffın Savaşı ile neticelenmiştir. Bu savaşta her iki tarafta bir netice alamamış, olayı hakemlerin çözmesi istenmiştir. Her iki taraftan birer hakem tayin edilmiş; Amr İbnül As Muaviye’nin hakemi olmuş, Ebu Musa El Eşari’de Hz. Ali’nin hakemi olmuştur ancak Muaviye’nin hakemi Hz. Ali’nin hakemini kandırması sonucunda iki ordu tekrar karşı karşıya gel-miştir. Ancak Hz. Ali, daha fazla Müslüman kanının dökülmesini istemediği için geri çekilmiştir. Böylece Muaviye Şam’da, Hz. Ali’de Basra’da halifeliğini sürdürmüştür. Bir süre sonra hem Hz. Ali’ye ve hem de Muaviye’ye birer suikast girişiminde bulunulmuştur. Ancak Muaviye bu suikasttan kurtulmuş ancak Hz. Ali şehit olmuştur. Hz. Ali şehit olduktan sonra Muaviye, Hz. Ali’nin oğulları olan Hasan ve Hüseyin’e kendisinin ölümünden sonra halife olacaklarını söylemiştir. Kısa bir zaman sonra verdiği sözleri yerine getirmeyip oğlu Yezit’i halife ilan etmiştir. Muaviye’nin bu anlaşılmaz kararları sonucunda uzun zamandır devam eden anlaşmazlıklar yeniden yaşanmaya başlamıştır. Halk, Hz. Hüseyin’in hilafet makamına geçmesini istiyordu. Yezit ise Hüseyin’i kendisine biat etmeye davet ediyordu. Halkın istekleri doğrultusunda hareket eden Hz. Hüseyin, 71 kişilik savaşçı gurubuyla devasa Yezit ordusu ile Kerbela denilen yerde karşı karşıya gelmiştir. Bu savaşta Hz. Hüseyin, beşikte bulunan çocuğu ve tüm savaşçıları şehit olmuştur. Bu savaş ile Müslümanlar ikiye bölünmüştür. Muaviye soyundan gelenler ve taraftarları kendilerine Ehl-i Sünnet veya Sünni; Hz. Ali’nin so-yundan gelenler, Basra, İran ve Horasan’da bulunan Müslümanlar da kendilerine Ehl-i Şia veya Şii demişlerdir.
Daha sonraki yüzyıllarda din adamlarının İslam Dini’ni şekil ve esas açısından farklı niteliklerde yorumlamaları (tefsir name) sonucunda Sünnilikte Hanefilik, Hambelilik, Malikilik ve Şafilik mezhepleri ortaya çıkmıştır. Şiilikte ise Caferilik, İsmailliye, Zeydilik ve İmamilik gibi mezhepler ortaya çıkmıştır. Sünni mezhepler ile Şii mezhepler arasında birtakım farklılıklar oluşmuştur. Sunilere göre İmanın altı şartı vardır: Meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmektir. Şiiler ise on iki imama iman etmeyi getirmişlerdir. Şiilere göre on bir imam gelmiş ve Şiiliğin temel öğretilerini oluşturmuşlardır. On ikinci imam kabul edilen Mehdi ise henüz gelmemiş, geleceği gün beklenmektedir.
Tarikatların Ortaya Çıkışı:
Mezhep kurucusu din adamları kurdukları mezhebe kendi adlarını vermişlerdir. Mez-heplerinin daha yaygın hale gelmesi için değişik coğrafyalarda tekkeler açmışlar ve yetiştirdikleri din adamlarını tekkelerin başına geçirmişlerdir. Zaman içinde aynı tarikat içinde faaliyet gösteren din adamlarının çokluğu, İslam’ın daha fazla ve farklı yo-rumlanmasına sebep olmuştur. Bu sebeple; aynı mezhep içerisinde birbirinden farklı birtakım tarikatlar ortaya çıkmıştır.
Ortaya çıkan Sünni ve Şii tarikatlar şunlardır:
Sünni Tarikatlar: Eşarilik, Maturidilik, Halvetlik, Ahilik, Bayramilik, Celvetîlik, Cemalli-lik, Cerrahilik, Kadirilik, Kalenderilik, Melamilik, Nakşibendîlik, Ticanilik, Şazellik.
Şii Tarikatler: Batinilik, Haşhaşilik, Bektaşilik, Dürzîlik, Hurufilik, Nüsnilik, Karmatilik, Kazerunilik, Murdarilik, Nusayrilik, Vasilik,
Bu tarikatlar, zaman içinde daha fazla alt tabakalara bölünerek çoğalmıştır. Tarikatların örgütsel yapısında şeyhlere kayıtsız şartsız itaat esastır. Müritler, şeyhlerinin daima doğruyu söylediğine ve daima doğru şeyler yaptığına inanırlar. Bu sebeple mutlak itaat şarttır. Müritlerin tarikat içindeki görevi; her türlü çileye göğüs germek, sabretmektir. Bunun doğal sonucu olarak da müritler, olgunluk mertebesine ulaşılacaklarına inanırlar. Burada şunu da belirtmekte fayda vardır ki; Arap Yarımadası’nda ortaya çıkan Sünnilik ile Anadolu Sünniliği arasında çok ciddi farklar bulunmaktadır. Yine aynı şekilde Arap Şiiliği ile Anadolu Aleviliği arasında da çok ciddi farklar bulunmaktadır.
Tarikatlar, kendilerine şartsız biat eden müritler isterler. Bunun olumsuz sonuçlarını görebilmek için Selçuklu dönemine inmekte fayda vardır. Hasan Sabbah’ın Haşhaşilik tarikatında yetişen müritleri, öleceklerini bildikleri halde, şeyhlerinin daima doğruyu söylediklerine inandıkları için pek çok kişiye suikast yapmışlardır. Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’nde yetiştirdiği müritleri, Selçuklu Dönemi’nde terörlü günlerin yaşan-masına sebep olmuştur.
İsrail’de, Hamas Örgütü tarafından yetiştirilen ve bedenlerine bomba bağlayan insanlar, kalabalığa dalarak onlarca insanın ölümüne sebep olmaktadır. Metin Kaplan, Almanya’da İslami Cemiyet Birliği’nin başı durumundadır. Bu kişinin müritleri, 29 Ekim 1998 tarihinde Anıtkabir’e bir intihar saldırısı planlamıştır. Allah yolunu takip eden hiçbir tarikatın böylesi vahşi olaylar gerçekleştirmesi düşünülemez. İslami kılıflara bürünerek terör eylemlerinde bulunan sözde tarikatlar esasında insanlık suçu işlemiş ve halen işlemeye devam etmektedirler.
Son söz olarak; dinler insanlara huzur, barış ve güven vermek için indirilmiştir. İnananlar inandıkları gibi dinlerini yaşamalı ve dinlerini hiçbir zaman, hiçbir şart altında siyasete alet etmemelidir. Ancak pek çok dönemde, siyasi otoritelerin cemaatlerin inançlarını siyasi bir getiri olarak görmüşler ve aldıkları oylarla iktidar koltuğuna yerleşmişlerdir. Unutmayalım ki; dinin amacı ve fonksiyonu başka, siyasetin amacı fonk-siyonu başkadır.
Halit DURUCAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.