KÖY GÖÇLERİ
KÖY GÖÇLERİ
Zaman zaman bir köy şiiri yazayım deyip başlıyorum karalamaya. Köyümüzün eski meydanı, köy önü dediğimiz köyümüzün hemen altı, ekin tarlaları, harman yerleri, ekinler kalkınca oyunlar oynadığımız, güreştiğimiz, boğuştuğumuz, yaylımdan gelince koyunun kuzusuyla, ineğin buzağısıyla, atların tayıyla buluştuğu, tavuk, hindinin gezindiği, etrafında dikenli telleri, beton duvarları olmayan, sınırları ise bir kara saban çizgisi olan dümdüz tarlaları aklıma geliyor.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu gibi nerede bir köy şiiri, türküsü görsem içimi sızım sızım sızlatır. Yaşlımızın gencimizin geçim sıkıntısı, daha iyi hayat sürme sevdası ve başka nedenlerle varoşlara göçmemiz yüzünden köylerimiz maalesef Sivas Divriği türküsündeki,
“Asrı gurbet harap etmiş köyümü
Bülbül gitmiş baykuş konmuş gel hele
Ben ağayım ben paşayım diyenler
Kapıları kitlemişler gel hele
Gel hele de kömür gözlüm gel gele
Gel hele de dudu dillim gel gele”
hikaye gerçeğe dönüştü. Yurdumuzda köy mefhumu kalkar oldu. Kara saban, kağnı, dirgen, yaba, samancıl, döven, çömlek, caba, testi, şırapana, kalbur, kasnak, elek, dibek, değirmen, harman kelimelerinden kaçı kullanılmaktadır? Yazık. Büyüklerimizin ömürlerini, bizimse çocukluğumuzu geçirdiğimiz o doğallık yok oldu. Yayık ayranı yok, fırında taze pişmiş bilik yok. Ayranda süzme katık, sütten çökelek yok. Yok Allahım yok! Ne çok çabuk geçmişimiz siliniverdi. Tıpkı yangın yeri gibi. Harap bir kaç ev. Çoğu boş, bir kaçında yaşlı, ayağını sürüyen ihtiyar. Ne harman yeri kaldı, ne meydan yeri. Ne düğünlerde ortada ikili, dörtlü, bazen sekizli karşılıklı oynayan erkekler, düğün bayram günlerinde salıncak kurup mani söyleyen al yanaklı, al elbiseli kızlar yok. Köyde at yok, ata binebilecek belki insan yok. Köyün meydanları yok. Açık olan üç beş evin her birinde televizyon. Akşam oturmaları bitmiş. Muhabbetler kalkmış. Köy odası yok, köy odasında, köy gençlerince yapılan ferfene yok. Gönüller gibi etrafları dikenli tellerle çevrilmiş yarım dönümü geçmeyen, bölüne bölüne tütün tabakası kadar kalmış, tarla denirse, bahçeler…
Hiç unutmam, rahmetli dayımın düğünüydü. Ben çocuğum. Belki üç, belki dört yaşındayım. Gelin almacılar (gelin alayı) gelince, tam hatırlayamıyorum, bekli de gitmeden köyün altında at yarışı yapıldı. O yarışta annem çoğu erkeği geride bırakarak birinci olmuş, atının boynuna upuzun bir basma takılmıştı. Biri, beni atın üstündeki anacığımın kucağına verdi. Anamın kucağında atın puful puful soluyuşu, yerinde duramayışından sanırım korktum. Anacığımın at üstündeki peçeli yüzünü hala hatırlarım. Şimdi bile, zaman zaman yaşlı ve yorgun, ayağını sürüyen anacığıma takılır: “Hani o at üstünde ceylan gibi süzülen yirmilik anam, hadi kalk naz yapma.” derim. O da iç geçirerek: “Ah oğul, nerede o günler.” der.
Sanki biz o köyde yaşamamışız. Sanki anacığım genç olmamış. Ben çocuk olmamışım. Mısır tarlalarından mısır, salatalık olan bahçelerden, salatalık çalmamış, erik çalmamışım. Değirmenin yanında dut yememişim. Büyük karaağaçtan sarkan asmanın koluna salıncak gibi binip sallanmamışım. Kışın “Küçük Tepe”den kayak kaymamışım. Değirmenin arkına buzlu suyun içine düşmemişim. Baharda çiğdem, menekşe, karaguk toplamamışım. Baharda gödeye katılmamışım.Cumartesi öğleden sonra okul tatil olunca köy meydanlarına yesir(esir), çelik çomak, saklambaç oynamamışım. Kızların salıncak kurup, mani söyledikleri yere gidip –kızları erkekler seyretmez çok ayıp- diyerek onların tarafından çocuk yaşta kovalanmamışız. Komşularımızdan eli yatkın biraz beceriklilerinin yaş, uygun ağaçtan ısıtarak, biraz ateşte kızartarak dirgen, üçparmak, anadut, samancıl, zevle olacak diye toprağa kalıp gibi baskıladıkları tarım araç edevatlarını sökmedik. Köyün alt tarafındaki evlerin bacalarından içeriye taş geçirebiliyor muyuz diyerek, taş atış yarışı yapıp evlerin bacalarını mı taşlamadık. Camide ezan okununca, imam namazdan sonra namaz surelerini okuttuğu için camiye koşup cemaate namazlarını mı yanıltmadık. Köye çerçici gelince dedemin çiftte (tarla sürerken) giydiği eski yün çoraplarını verip, üzüm ya da sakız mı almadık.
Bu acı hatırayı okuyan gençler; burada bir çok isimin ne olduğunu bilemeyecekler. Yaşlı biri bir şeyler karalamış diyecekler. Kim bilir okuma zahmetine bile katlanmayacaklar. Geç onu diyecekler. İşte bu şartlarda ne şiiri çıkabilir ki. Allahtan bu tatil gününde bu notu almak duygusu içime doğdu.
Kim bilir toprak mı çekiyor.
Varsın çeksin. Şato gibi mezarlar içinde yatmak bizim şanımıza yakışmaz.
Çalılık, dikenlik, yolun kenarı Allah Allah diyor.
Muharrem ELMACI
10.12.2011-Sinop
YORUMLAR
Sayın Mesina mükemmel bir anımsamaydı.
Katkısız birebir yaşanmışlık kokuyordu.
Dünyayı bütün göremediğimiz ( şimdiki iletişim vasıtalarının o zamanki yetersizliği nedeniyle) zamanlarda köylerimiz yaşamaya yeterli insancıl değerlerinin ön planda olduğu yerlerimizdi.
Şimdi dünyanın her yerinden haberdar olunca burunlarımız da ŞAHA kalkar oldu. :((
Paylaştığınız için çok teşekkürler saygılar efendim.
yazınız ömrümüzün bir yılları irdeleyen siyah beyaz fotoğrafı
var gardaş
sizden bir adım ileri götürdüm
1960 lı yıllardaki köy çocukluğumu köyü köylümü yazdım masum bakışlarla
her hikayem 20 ya da daha fazla sayfa
2000 sh..
istiyorsanız atarım..
derin saygılarımla
Menisa
Muharrem ELMACI
Genç olmasam da köyde yaşamadığım için bahsettiğiniz çok şeyi bilmiyorum,daha doğrusu büyüklerden duydum ama şahit olmadım. Teknoloji ile birlikte herşey değişti,özellikle bazı köylerin şehirden pek farkı kalmadı yaşam biçimi olarak. Özlem dolu bir yazıydı, okuyunca keşke ben de o günleri yaşasaydım dedim. İlgimiçektiyazınız,pek yazıları okumaya fırsatım olmasa da sıkılmadan okudum. Sadece seçtiğiniz renkler gözümü aldı kopyalayıp başka yerden okudum.
Bu arada lisedekiedebiyat öğretmeniniz bizimdernek arkadaşımızmış sizden bahsetti, selamlarını gönderdi iletmek istedim.
Menisa
Sayın Hocam Nafiz Beye de selamlarımı ve saygılarımı iletirseniz memnun olurum.
Selam ve saygılarımla.
Muharrem ELMACI
İrfan Aydın
saygılar..
NE GÜZEL BİR BAKIŞ.. YAZINIZI İNCELEYECEĞİM.. TEŞEKKÜR EDERİM.. ALLAHA EMANET OLASINIZ..
Menisa
Selamlar saygılar.