Üç Kadın
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Edebiyatın nabzı kadında atar, işte bu yüzden edebiyat dişidir bence. Edebiyat kadın merkezlidir, bu yüzden de kadın dramı, insanlık dramıdır bir bakıma. Kadın ve hayat, kadın ve keder, kadın ve vahşet edebiyatın bir tür zenginliği(!) olmuştur adeta. Edebiyat tüm zamanları içinde bu kadar doğurgan kılmıştır, isyan ve çığlıklarıyla kadın…
(Pakize Barışta)
Kasım ve Suna, anlı-şanlı bir düğünle dünya evine girdiler. Çocukluğun ve yarım gençliğin fukaralık dönemime inat edercesine bu düğünü üç gün üç gece, davul-zurna ve çalgılarla yaptılar.
Kasım, yirmi yedi yaşında, şans okun onu hedef seçtiği bir sonradan zengindi. Babasında büyük bir miras kaldığında çok şaşırmıştı, bu çok apansız olmuştu. Mirasta, çok yüklü paralar ve genişçesine tarla-araziler kalmıştı.
Kasım, yıllarca düşlediği evlilik hayallerini gerçekleştirmiş ve mesuttu. Daha ilk günlerinde Suna’ya:
“Onbir çocuk isterim, Kasım’ın zürriyeti çoğalmalı ve öldüğümde, adımın ilelebet kalmasını istiyorum” demişti. Suna, içten içe gülmüş:
“Çok şakacısın” cevabını vermişti.
Kasım ve Suna, ilk aylarda çok mesut beraberliğinde, köyün ahaline aldırmadan el ele geziyorlar, yadırganan gözlerin hapsinde olduklarına bakılmaksızın hayatlarına devam ediyorlardı. Köyde, böyle bir çiftin görülmesi çok çok sıra dışıydı. Onlar akrabaların uyarılarına:
“Biz, başkası için değil kendimiz için yaşayacağız” Bazen de “Ben eşimi severim de döverim de, kime ne” diyordu.
İlk günlerin cicili- bicili dönemi bitmişti. Aşk esrikliğinden uyanan Kasım, garipseyerek:
“Sunam, neden karın şişmemiş, bak üç ay
Oldu evlenenli”
“Bilmem ki bey…” başı önünde “Belki ergen olmadığımdandır!”
“Bu ne demek Suna?” deyip, kendini dışarıya attı.
Kasım’ın aklı takılmıştı. Dışarıda bir bilene sormak aklına geldi. Hemen evli arkadaşlarının yanlarına gidip, önce havadan sudan konuştular. Kasım, araya doğum çağı ile ilgili konuyu atıverdi. “Ya arkadaşlar, bir şey soracağım… Yani meraktan soruyorum. Bir kızın doğurma yaşı bileniz var mı?”
Kemal:
“Bir kızın doğurma yaşı dokuz ile onbirdir…” Davut “Yok… Yanlış! Dokuzdur!”
Derken tartışma bayağı uzadı. Kasım:
“Tamam uzatmayın, bu kadar bilgi yeter” dedi. Ve bulunduğu yeri ivedice terk edip doğru eve koştu. Yolda Seydanın oğlu Seyithan’ı gördü ve aynı soruyu ona da sormuştu.
Seyithan:
“Bir kız kaç yaşında gebe kalması önemli değil önemli olan kızların olgun çağlarında evlendirilmesidir. Bana göre bir kızın evlenme çağı on sekiz ila yirmi beş yaşlarıdır. Çocuk yaştaki evlilikler hem tehlikeli hem de mutsuz evliklere davetiyedir. Erkek- kız fark etmez önce çocukluğunu doya doya yaşamalı ve evlenme kararını verebilme yetkisine sahip olabilmeli.”
Kasım, pek bir şey anlamadı fakat anlamış gibi yaptı. Kendi kendine:
“Bir soru sordum bin laf etti mübarek!” yolunda kaldığı yerden devam edip doğruca eve gitti.
Suna, Kasım’ın elini yüzünü yıkaması için ibrikten su ve havlu getirdi.
“Hoş geldin beyim!”
“Hoş bulduk, bulduk da… Bilenlere, hocalara sorup soruşturdum; dokuz yaşındaki bir kız bile hamile kalabiliyormuş! Sen çocuk değil on dört yaşında bir kadınsın… Kadınsın !”
Suna, başına gelecek felaketi sezdi. Kasım’a “Senin kısır olma ihtimali var”ı diyemedi. Belki biliyordu Suna, Kasım’ın iktidarsız olduğunu fakat erkeğine de söyleyemezdi!
Artık evlilikleri çatırdamaya başlamıştı, sonra dayaklar, hakaretler duyulmaya başlandı. Duygulu Kasım gitmiş, yerine bambaşka bir taş yürekli Kasım oluvermişti.
Savaş… Ahrazlığın, ezilmişliğin bir savaş içinde nerdeyse dayanılmaz hak gelişiydi adeta. Suna, dayanılmaz bir halde dünyası kararmıştı! Daha on dört yaşında bir ay parçasıydı Suna, melek yüzlü, iyi huylu ve bakışları çocuksuydu. Belki evliliğin bilincinde olmayıp, bir oyun sanıyor kadar küçüktü. Oyun değildi elbet… Hepsi birer gerçekti, yüzüne, bedenine saplanan acılardan anlamıştı. Anlamaya uğraşıyor ve dört köşe bildiği dünyayı sonunda yuvarlak; döner olduğunu keşfetmeye çalıştı ve şiddetli bir baş dönmesiyle yere yığıldı Suna.
Kasım bir sevinç narası attı! Kasım, “başı dönerse, midesi bulanırsa gebeliğin belirtileri” olduğunu bir yerlerden öğrenmişti. Havalar uçup “Sunam hamiledir” diye haykırdı. Çömeldi yanı başına, kolonya serpti o tazecik yüzüne ve bir adımdan bir bardak suyu da getirmişti. Suna, kendine gelir gibi oldu ve sersemlik içinde sağa sola bakındı.
“Ne oldu bana, böyle?” kasıma bakıyordu. Kasım otuz iki dişini göstererek:
“Canım benim, benim canımdan içine bir can düşmüş olmalı, ondandır” Suna, korku içinde telaşla:
“Ne, nasıl, kim düştü?” sorularını peş peşe sıraladı Suna.
“Hamilesin…!” dedi.
“Kuzu can derdinde, kasap et derdinde” dedikleri buymuş. Kasım, hemen arabayı çalıştırıp, evin kapısını kapamadan Sunayı karga tulumba arabaya bindirip, bastı gaza, doğru şehir doktorlarına…
Doktor, geniş kapsamlı bir muayene yeden sonra filmler ve ultrason da çektirdi. Kasım, dışarıda sabırsızlık içinde bekliyordu. Doktor, aile trajedilerini bildiği için Suna’ya her şeyi açıkladı:
“Hala, kızsınız… Sanırım eşinizde bir sorun vardır, sen çık eşin gelsin bakim” suna çıkarken yalvarır bir bakışla “O bunları bilmesin!” dedi. Doktor, her şeyi açıklamayı düşündü fakat Suna’ya acıdı, sorunu bir başka dilde anlatmaya çalışmaya çalıştı. Kasım, bu kez doktor karşısındaydı
“Eşiniz hamile değil, sanırım sorun sizinle ilgili… Küçükken ciddi bir hastalık geçirmiş miydin?” Kasım, biraz düşündü aklına gelmiş gibi birden “Evet, ateşli bir havale ve son iki yıldır şiddetli baş ağrıları çekiyorum!”
Doktor:
“Hah, işte o yüzden iktidarsızlık çekiyorsun” doktor, biliyordu o hiç alakalı olmadığını fakat bunu Suna için yapmıştı.
Çünkü Suna’nın kadın olmadığını bilseydi Kasım, dünyayı ona zindan ederdi. Kendine yedirmeyip kızı rezil ederdi, “uğursuz kadın, lanetli, kısır” deyip bir sürü iftiralarla onu yok sayacaktı.
Kasım, hala sorunun Suna’dan kaynakladığını düşünüp; “Bir daha asla doktorlara gitmem, onlar zaten ne biliyorlar ki!” tedavi olmayı aklında bile geçirmedi.
Bir yıl hep acılarla geçti, Suna’nın ömründe geçen her saniyesi bir ölüm şekliydi adeta. O, artık yalnızdı, yarımdı; insan yerine konulmayan bir kadın, kendini bir kadın yerine koymaya çalıştı; olmadı. Daha doğar doğmaz cinsiyeti kız olmanın; bu dehşet verici erkek egemen toplumda kaderi zaten çiziliydi. O, apansız tanımadığı birinin koynuna başlık parasına, kendisinden on üç yaşında büyük birinin koynuna itilmişti. O itiliş, adeta bir uçurumdan aşağı atılmış bir kütleymiş gibi düşmüştü.
“Keşke ölseydim de…” bir iç kahırla ellerini havaya kaldırdı. Ve büyük bir sabırla yaşamaya devam etti. Zaman, yer ve çevre insanı yıprattığı gibi insan kendini olumsuzluklar içinde kemirebilir…
Ve bir gün gelir ki, sabır bir yerlerde patlar hem de kaçınılmaz bir patlakla…
Suna, o feodal ve töresel çaresizliği içinde gün geçtikçe daha çok dayak, daha çok hakaretlere göğüs geçirmek zorunda kaldı. Gözleri, yüzü mosmor içinde kaldığı bir gün suna patlama noktasına gelmişti:
“Yeter… Sen erkek değilsin, bundan suçum ne!” sonra ayağa kalkarak elinin tersiyle dudaklarına yapışan kanı temizledi:
“Ben hala bakireyim!” dedi,
Kasım’ın beynine kan fışkırdı ve adrenalinin verdiği güçle, Suna’yı yere çaktı balyoz tokadıyla! Ve gürleyerek:
“Ben erkeğim… Sen dur bir hele, gösteririm san gününü!” ağzında salyaları akıtarak “bir başka kızla evleneyim de gör, küçük şeytan kısırlığını bana yamıyorsun ha” gürleyerek kendini dışarıya attı.
Bir aya yakın, Kasım bu kez köyde “evde kalmış” bir kızla nişanlanmıştı. Çevrede tabir edilen “evde kalma kız” yaşları genellikle yirmi beş yaşı geçkin kızlara deniliyordu.
Aynur, yirmi beş- yirmi altı yaşlarındaydı. Aynur, evlenmeden önce Kasım’ın hakkında çıkan dedikoduları duymuştu fakat “evde kalmaktansa evlenirim daha iyi” tercihini kullanıp evlenmeye karar vermişti! Evde kalmak belli başına bir utançtı hala bazı yörelerde öyledir. Suna’ya Kuma gelen Aynur, hayatında memnundu ve Suna’ya da hami oldu.
Günler ayları, aylar da mevsimleri yolculadı. Ne bir hamile belirtisi ne de iki kumaya hayat kaldı. Kasım, Aynur’un baskınlığına nerdeyse teslim oldu ve artık onlarla uğraşmıyor ve kendine başka bir eş için çok geniş bir araştırma yaptırdı anasına. Annesi, başka bir memlekete ünlü bir aşiretin kızlarına talip oldu, bu aşiretten bir ailenin kızları; üçüz, dördüz doğurganlıklarıyla nam salmıştı. Ve bu ailede yirmi yedi yaşında bir Betül kalmıştı. Kasım’ın annesi “kızın yaşı büyük olduğu ve neden evde kaldığını” söyleyince kız anası “Betül, çalışkan, hamaratlı, güzel fakat evde kalma sebebi başlık parasının pahalı olmasındadır”
“Sahi, ne kadar başlık parası alacaksınız?”
“Altmış bin… Ayrıca babasına, en pahalısından bir tabanca, kızın erkek kardeşlerine birer binlik ve bana süt hakkım için üç bin… Hepsi bu kadar!”
“Daha ne kaldı, hepi hepi bu kadar mı” alayla. Aslında dili, kulağı uçmuştu bu kadar pahalılığına, otobüs mü alacaktı?
Kasımın annesi, imkânsız deyip, boynu bükük olarak döndü. Olanları oğluna anlattı “olmaz” diye. Kasım, vazgeçer mi? O çocuk istiyordu, gerekirse tüm mal varlığını ayakları altına sererdi yeter ki ona bir oğul versin.
Köyde bu olay çalkalandı, büyükleri “Oğlum bu kadar parayla tedavi bile olursun, vazgeç…” diye ama dinletemediler.
Nihayet, üçüncü evliliği de yaptı ve aradan birkaç ay geçti. Betül bir aşiret kızıydı, olgundu. Ve akılı, zeki bir kız olan Betül, Kasım’a “Ne sen bana koca olursun ne de ben sana eş! Tedavi oldun oldun, olmayacaksan ben baba evine, sen kal evinde” dedi.
Kasım, “ölürüm de doktorlara gitmem” diye tutturdu. Kasım’ın evi artık yas evi oldu çünkü eşleriyle girdiği her tartışmada sorunlar çıkıyor ve gittikçe bunalıma giriyordu Kasım. Bir gece, bastı tetiğe, Kafasından vurarak intihar etti. Öldüğünde yirmi dokuz yaşındaydı.
Ardında üç bakire kız baraktı ve bununla da bitmedi üç kadının kuzguni dramları…
Gördüm gidenleri uçurumlara doğru
“Uçurumlar yurdumdur” diyenleri
Bir zambak ne anlatabilir ki
Zulümden başka
HRZM/ ARALIK-2011
YORUMLAR
ataerkil toplumlarda erkekleri ön plana çıkaran ve kadınları son plana atan, pederşahi yönetimlerde; erkeklerin kadınların üstünde hak sahibi olduğu ve kadınların konuşma hakkının bile elinden alındığı ve hatta başlık parası adı altında mal gibi satın alındığı bir gerçektir...bu ağacın soyu erkeğe bağlıdır ve kendinden sonrakinin de yine bir ve daha çok erkek çocukla devamı sağlanması beklenir...çocuğu doğuran da yine kadın olduğuna göre; kısırlık gibi bir durumla karşı karşıya kaldıklarında üstelik, bu durum çiftler için yani hem erkek hem de kadın için adeta korkunç bir kâbustur...bu o toplumun erkekleri için kolay kolay kabullenmeyecekleri hassas bir konudur...bunu adeta kadının başına mal ederler ve acısını hem böyle kuma yoluyla hem de şiddet yoluyla çıkarmaktan da geri kalmazlar...bu onlar için artık hem ar hem de namus meselesidir...o kadar gerici bir toplum görüşünü benimserler ki akıllarından geçmez bir türlü sorunun belki de kendilerinden kaynaklanabileceğini...peşpeşe getirilen kumalardan medet beklenir ve sorunun çözüleceği sanılır...bütün bu süreç içersinde bu kadınların hayatı adeta cehenneme dönüşür...içinden çıkılmaz bir hal alır...iş işten geçtikten sonra gerçek ortaya çıkar ama hem kadın kadınlığını feda etmiştir, büyük bedeller ödemiştir bu uğurda...hem de namusunu böyle bir cehalete kurban vermiştir...
çok anlamlı bir yazı...toplumumuzun ve kadınlarımızın kanayan başka bir yarası...
ses oldunuz...teşekkürler...
DemAN
Değerli görüşleriniz çok ama çok teşekkür ederim. zaman ayırıp, sayfama da hoş geldiniz
Acı gerçekler ve kadınların acı dolu hayatlarından kesitlerdi
Selamlarımla
Şaka gibi ama bir çok yörede gerçekten yaşanıyor bu olaylar.
Bu asırda ve bu kafada insanların bizim ülkemizde, çok yakınlarımızda
yaşıyor olmaları ayrı bir keder benim için. Ah o adetler, töreler ve
örümcekli kafalar nasıl değişir bilmem ki ?
Kadınlara da yazık olmuş, öyle büyütülüp başka bir yol bilmeyen büyüyen
Kasım'a da.
Güzel ve iç acıtan bir hikayeydi. Tebrikler,
DemAN
Değerli yorumlarınız için çok teşekkür ederim, sağolun.
Bu tür alışkanlıklar, töreler kolay koolay bitecek gibi görünmüyor!
Selamlarımla
DemAN
Çığlıklarına bir nebze olsun, dilendirebildikse ne mutlu...
Selamlarımla
bu zamanda bile böyleleri var .....cehalet yok olacakken bir çığa dönüşerek büyüyor....allah akıl fikir vere.....konu güzel üslup güzel...kalem ise çok çok güzel saygılar
DemAN
Maalesef hala yaşanan kadın dramları...
Teşekkür ederim, görüşleriniz için sağolun
Selamlarımla
DemAN
sevgilerimle
Konusu çok güzel kaleminizde dile gelmiş ülkemizin gerçekleri.
...Tebrikler...
DemAN
Ülkemizin hala kanayan yaralarıydı. Hikaye gerçek hayatan alınmaydı zaten
Çok teşekkür ederim, sağolun
Selamlarımla
Gerçekleri anlatan,ülkemizde yaşanan bir yazıyıdı.Aslında bu olaylar sadece doğuda,gelişmemiş şehirlerde yada köylerde yaşanmıyor.Bu olaylar şehirlerde de var.Ancak doğudakiler dile getiriliyor.Şehirdeki bu tür olaylarsa mümkün olduğunca dile getirilmemeye çalışılıyor. Ne acı bi durum insanın durumunu kabul etmekte inat edip,kolay olanı seçerek suçu başkalarına yüklemek değil mi...?
Paylaşımınız için teşekkürler...
DemAN
Çok teşekkür ederim, değerli görüşleriniz için ve onur verdiniz
Selamlarımla
DemAN
Selam ve saygılarımla