- 1054 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ACIM DİLE GELMEDİ HENÜZ
Anneciğim;
Ben ölümü ilk defa yedi yaşımdayken yaşadım, biliyorsun. Hayattaki tek dedem, senin baban terk etmişti bizi… Ölümü kavrayamayacak yaştaydım henüz, uyandığımda ablam cam kenarında ağlıyordu, siz evde yoktunuz; dedemi bir daha göremeyeceğimizi söylemeye çalışıyordu ablam, hangi kelimelerle anlatmaya çalışıyordu inan hiç hatırlamıyorum ama bunu anlatacak kelime var mıydı, çocuktum işte anlamıyordum! Dedemi hayal meyal hatırlıyorum, gözlerinin mavi olduğunu yıllar sonra rüyamda görmüştüm… Hani beni almaya gelmişti, ben onunla gitmedim diye bana kızacaksın sanmıştım ama ‘’sakın ha, bir daha seni almaya gelirse sakın onunla gitme’’ demiştin. Niye, hani dedem beni çok seviyordu; dedem beni mutlu etmeyecek bir yere götürür müydü hiç? Anlamasam da sözünü dinleyecektim bir daha beni almaya geldiğinde ama dedem bana küsmüş olmalı; bir daha hiç gelmedi…
Sonra çok uzun bir süre ölüm bize hiç uğramadı. Davut öldüğünde üniversite beşinci sınıftaydım; çokça ölüm görmüştüm de o güne dek bir tek pediatri servisinde ölen ‘’Rabia’’ya ağlamıştım. Daha o zamandan bir sırası olması gerektiğine karar vermiştim, Davut’a daha çok vardı… Babam en iyi arkadaşıydı Davut’un, ‘’büyümüş de küçülmüş’’ derlerdi o olgun tavırlarına karşı ama ben o deyimi ondan sonra hiç kullanmadım biliyor musun?
Birkaç ay sonra Babaannemi yolcu ettik… Beyin kanaması geçirip hastaneye yatırdığımızda bile öyle bilinci kapalı uyumasına rağmen öleceğine hiç ihtimal vermemiştik. Hatta Niyazi yanında kalacak olanlara ‘’sakın uyuyakalmayın, sabah uyanıp bütün hastaneyi ayağa kaldırmasın’’ diye tembihte bulunmuştu. Doktoru ‘’yapacak bir şey yok, isterseniz yoğun bakıma almayalım; özel odada tek başına yatsın, vedalaşın’’ demişti ama bizim vedalaşmaya pek niyetimiz yoktu! Biz insanlara kalsa o sıra hiç gelmeyecekmiş demek ki…
Yine sırası değildi ama sırada küçük Sena’mız varmış… Ben artık iyice büyümüş, hayata atılmıştım… Bitlis’teydim babam arayıp Sena’yı söylediğinde… Uzakta olmak ne feciymiş, ilk kez lanet okumuştum gurbete, israrla ‘’gelme’’ demelerine rağmen nöbeti bir arkadaşa bırakıp ilk otobüsle çıkmıştım yola… Sıdıka Teyzem, Hasip Amca, İsmail Abi, hele Berna Abla yalnız bırakılır mıydı hiç? Oralardan gelip yine de yalnız bırakmıştım be anne, acılarına dokunamamıştım. Uzak bir misafir gibi belli belirsiz görünmüş ve kaybolmuştum. Teyzem ‘’yorgunsun oğlum, eve git dinlen’’ demişti ama yorgunluğum yoldan değildi, yine de dinlemiştim sözünü…
Hatırlıyor musun, ilk arabamı daha yeni almıştım da bir akşam beni aradığında ‘’ne yapıyorsun’’ diye sorduğunda ‘’Tatvan’a gidiyorum’’ demiş ve senden fırçayı yemiştim, ‘’Yapma oğlum böyle şeyler’’ deyişini Kemal’e anlatıp kahkahalar atmıştık… Kemal öldükten sonra bir daha hiç öyle gülmedim anne, biliyorsun. Huriye Teyzemin gözlerine ne zaman baksam ‘’Yapma oğlum böyle şeyler’’ sözün kulaklarımda yankılanır. Hem Kemal, hem Özge ve karnında bebeği yapmıştı öyle şeyler… Bir insanı kaybetmenin en feci yoluymuş trafik kazası… Haberlerde ne zaman bir trafik kazası verilse, küfür bilmeyen bu oğlun öyle okkalı küfürler sallıyor ki…
Belgin Abla’yı kaybettiğimizde Çiğdem de yanımda, Bitlis’teydi. Babam bu defa temkinliydi, ‘’ne yapıyorsun oğlum’’ sorusuna ‘’nöbetçiyim’’ dediğimde ‘’tamam oğlum, iyi nöbetler’’ deyip telefonu kapatmıştı. Kara haberin tez duyulacağını bilmez miydi ki babam, beş dakika geçmemişti ki Çiğdem Ablam beni aramış ‘’Ufuk, bayram için aldığın raporu işleme koy; Antakya’ya gitmemiz gerekiyor’’ diyebilmişti. Canım ablam, onun diline gelmeyen şeyin bin katının benim aklıma geldiğini tahmin edememişti hiç… Yine nöbet bir arkadaşa, Ufuk ve ablası yollara… Rapor almıştım, bayramdı ya… Hayatımda ilk defa görevden kaytarmaya çalışmıştım ama yapamamıştım. O rapor Belgin Abla için alınmış meğer, haberim yoktu ki…
Gurbetten dönersem artık kimse ölmez sanmıştım.
Sana bir şey diyemiyorum anne, acım dile gelmedi henüz…
Rahat uyu…
Ufuk Bayraktar