- 763 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
MARTILAR VE ÇOCUK (5)
Çantamın içinde telaş içinde dolaşan elim, telefonu daha avuçlarımın arasına alamadan kapanıvermişti. Tuşa usulca dokundum. İşyerimden arıyorlardı. “İzninizle “diyerek açtım. Karşımdaki tiz ses Zeynep’e aitti. Son gelen evrakları nereye dosyaladığımı soruyordu. “Bütün dosyaların sırtında açıklayıcı bilgiler var. Okuman yeterli” dedim kaşlarımı çatarak. Zeynep, ukalaca “Sırtında ne yazıyor onu söylesene!” deyince sesime hakim olamayıp bağırdım. “Gelen Evrak Dosyası yazıyor. Şimdi yeterince açıklayıcı oldu mu?” dedim dişlerimi sıkarak. Ardından “Zaten iki gün sonra geliyorum. İdare edin artık” diye de sonlandırdım cümlemi.
İzinli olduğum zamanlarda en ufak bir şeyde telefona yapışıp beni aramaları sinirime dokunuyordu. Zaten kafam karmakarıştı. Yeni bitmiş bir ilişkinin, bedenime yapışan izlerinden kurtulmak için gelmiştim İstanbul’a. Fakat, daha geldiğimin ikinci günü annem rahatsızlanmıştı. Apar topar acile götürdüğümüzde, annemin hastaneye yatırılacağı ve benim de refakatçi olarak yanında kalacağım, aklımın ucundan bile geçmemişti.
Neyse ki şimdi gözüm arkada değildi. Çünkü: sonuç “temiz”çıkmıştı. Seviyordum bu temiz sözcüğünü. Bahar gibi kokan bir evi, turp gibi olmayı, işlerin yolunda oluşunu, saflığı, dürüstlüğü daha pek çok şeyi zihnimde çağrıştırıyordu. Çocukken tuttuğumuz günlüklerin klasik söylemiydi “Bana kalbin kadar temiz bir sayfa ayırdığın için teşekkür ederim” diye yazmak. Peki, neden bütün kalpler temiz değildi. Yoksa bazılarının damarlarında sadece kirli kan mı dolaşıyordu.
Düşünce zincirlerimin halkaları arasında dolaşırken doktorun; “Yasemin Hanım iyi misiniz? diyen telaşlı sesiyle irkildim. Gözlerim, bitmek üzere olan bir ampulün can çekişi misali kendiliğinden açılıp kapanıyordu. Derin bir nefes aldım. Kekeleyerek “Ben iyiyim” dedim ama bunun sadece o anlık olduğunu nereden bilebilirdim ki.
“Birlikte karakola gideceğiz. İfadenizi alıp resmi tutanaklara geçirmemiz gerekiyor. Olayın rengi belli olana kadar da sizi gözlem altında tutmamız gerekebilir.”
Polis memuru Bilal, beynimin tam ortasına ağırlığını kaldıramayacağım kadar büyük bir nokta koymuştu. Gözlerime kocaman soru işaretleri, ünlemler asılmıştı. Bu da ne demek oluyordu. Ağzımın içinde beni müdafaa edecek diye bekleyip durduğum dilim de benden yana değildi. Büzüşüp kalmıştı dudaklarımın gerisinde.
Gözlerim, Burak’a çevrildi. Kızıl kafam, sedyenin üzerine bir cenin gibi kıvrılmış, mışıl mışıl uyuyordu. Bilal’in "Hadi acile et! Çocuğu kaldır gidiyoruz” diyen sesi kulağımı tırmalıyordu..
Sanki derin dondurucundan yeni çıkmış yavaş yavaş açılan et parçası gibi hissediyordum kendimi. Gözyaşlarım, uzaklardan gelen bir misafir edasıyla çekingen çekingen akmaya başladı.
O esnada Burak sağa sola kıpırdandı ve "Çişim geldi" dedi utana sıkıla. Bilal, saatine baktı. ’Çattık vallahi! Çişleri, mişleri bitmez artık bunların" diyordu oflayıp puflayarak.
Burak, elimi öyle sıkı tutuyordu ki. Bağırmak istedim :"Bırakın beni gideyim" diye ama adını koyamadığım bir duygu elimi Burak’tan çekmemi engelliyordu.
Muayene odasının kapısının önünde "Burak’ın ailesini ve kimin onu bu hale getirdiğini o kadar çok merak ediyorum ki ama size söylediğim gibi benim olayla hiç bir ilgim yok. Burak, hakkında siz ne biliyorsanız ben de o kadar biliyorum. Benim işim var gücüm var. İki gün sonra mesaiye başlayacağım." dedim yalvaran gözlerle.
Bilal "İtiraz etmeyin lütfen! Prosedür gereği yapılması gereken işlemlerimiz var. Siz de buna uymak zorundasınız." dedikten sonra doktora çevirdi başını ve rapor hazır mı?" diye sordu. Kısa bir süre, bekledikten sonra aldığımız raporla muayene odasından çıktık.
Hastaneden ayrılmadan önce Burak’a tuvaletini yaptırdık ve dışarıya çıktık. Hastanenin arkasındaki park yerine doğru hızlı adımlarla ilerliyorduk. Polis memurunun, sık sık kaçacakmışım gibi kafasını çevirip bana bakmasından huzursuz olmuştum. Ekip arabasına bindiğimizde beklemediğim bir şey oldu. Burak bana "Anne susadım" dedi. Polis memurunun kuşkulu bakışları daha da belirginleşti.
"Durun lütfen! Suçluymuşum gibi bakmayın öyle!" derken Burak’dan medet umdum.
"Burak’cığım biliyorum beni sevdin! İnan ben de seni çok sevdim ama nereden çıktı bu anne sözü!"
Burak’tan hiç ses seda çıkmıyordu. Sözlerime aldırış etmedi bile!" Bu defa polis memuruna döndüm.
"Bakın çocuk bu! Ağzına gelen her şeyi söyler! Öyle bakmayın bana!"
DEVAM EDECEK
Aysel AKSÜMER
YORUMLAR
Aysel AKSÜMER
Aysel hanım öykü çok güzel ilerliyor ama ancak okuyabildim..Devamını bekliyorum
İyi hafta sonları...Sevgilerimle
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel Hanım...
Bu eğer yayınlanmamış bir eserse bence hemen yayınevleriyle buluşturun bunu...Daha çok insana ulaşması gereken harika bir eser olmuş çünkü...
Devamını merakla bekliyorum.
Aysel AKSÜMER
Hakikaten kelimelerle yoğrulmuşsun yazarım. Okumadığım üç bölümü de okudum. Her zaman söylediğim gibi son derece titiz işlenmiş cümleler. Kendini okutan bir öykü. Kutluyorum sevgili arkadaşım.
Sevgiler.
Aysel AKSÜMER
Aynur Engindeniz
Aysel AKSÜMER
Yaa biliyordum ben. Demiştim size, korkuyorum polislerden. Ne olacak şimdi?
Siz yazdıkça içimde saklı kalmış fobilerim su yüzüne çıkyor galiba. Haklı olup da buna kimseyi inandıramamak gibi.
Merakla devamını bekliyorum.
Selamlar.