- 1448 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
pis
“Dök kızım dök.”
Banyonun her yerinde buharlar tütüyordu, ecza dolabının aynalı kapağını, çatlak fayansları buğu kaplamıştı. Beyaz köpükler, betonun üstüne bulut gibi yayılmıştı.
“Yeter babaanne, bak kıpkırmızı oldun, çıkalım artık!”
“Bir daha dök de, bu son kızım”
Kaçıncı son! Banyoya girdiklerinden beri kaçıncı son deyişiydi yaşlı kadının. Yedi defa yıkanmadan çıkmazdı hiç, yine yedi defa yıkanmadan çıkmayacaktı babaanne. Seyrek saçlar ıslanıp birbirine yapıştıkça, kaynar suyun altında ciğer gibi kızarmış kafa derisi büsbütün beliriyordu. Her tasta nefesi daha da daralıyor, yanaklarındaki kılcallardan kan fışkıracak gibi oluyordu. Banyo kazanında çıtırdayan odunların yakıcı kokusu ile yeşil sabunun kokusu birbirine karışmıştı. Nem bunaltıcıydı.
Yedi tamamdı nihayet. Kız havluya uzandı.
“Tamam, bitti, hadi bir kova daha doldur da abdest alıvereyim”
Çare yoktu, biliyordu ki babaannenin içi rahat etmez. Beyaz kovayı tekrar çalkaladı. Kazanın musluğunu açtı. İğne batmayan şey murdar tutmazdı. Aslında zorlansa naylon kovaya iğne batırılabilirdi. Bunları düşünüyordu kız, ama söylemedi. Babaannenin aklını büsbütün karıştırmanın âlemi yoktu, hiç çıkamazlardı yoksa. Su sıcak mı diye bakması lazımdı ama kovaya elini sokamazdı, abdest suyuna el sokulmazdı. Hamamtasına biraz alıp babaannenin ellerine döktü. “İyi” dedi babaanne. Abdest faslı başladı. Euzu besmele çekti babaanne. Ağzını çalkalayıp tükürürken dualar devam etti. “gargara, mazmaza…” Babaanne sonrasında fısır fısır anlaşılmaz bir şeyler söylerdi. Ne demekti acaba? Kız merak ederdi ama soramazdı.
Babaanne çiçekli havlusuna kurulanırken kız da banyonun yerlerini sildi. Yün fanilayı askıdan aldı. Babaanne fanilanın tersine yüzüne çevire çevire okudu üfledi. Kızın da yardımıyla giyindi. Torununun kolunda banyodan çıktı.
***
“Geç kaldık gelin kızım” diyordu babaanne. Geç kaldıkları yoktu. Ev gezmesine öğleden sonra gidilir. Daha vakit vardı. Günlerdir telaşına düşmüştü. Giyeceklerini üç gün önceden ütületmiş, askıya asmıştı. Dün “askı izi olmuş” diye bir daha ütületmişti. Bir saattir giyinik oturuyordu. Oturuyor da denmez ona, eteği buruşmasın diye koltuğa oturmamış, tahta sandalyenin ucuna ilişmişti sadece. Kahverengi ipekli başörtüyü kâh bağlıyor kâh çözüyordu. Ellerini üç defa kremlemiş, mekik yüzüğünü bir sağ bir sol elinde defalarca denemişti. Ölümlük dirimlik dediği üç burması kolundaydı. Bir ara eğildi, yüzünü buruşturdu. Üstündeki kazak nahoş kokuyor gibi geldi. Büfeden limon kolonyasını alıp ellerine döktü, kazağına doğru serpti hafifçe. Dibinden kestiği tırnakları sızladı.
***
“Anne neden hiçbir şey yemedin? Börek ne güzeldi, sarmalar da tuzlu değildi. İki lokmacık yeseydin. Hem aç kaldın, hem de ev sahibine ayıp oldu.” Oda kapısının yanında dikiliyordu gelin. Kayınvalidesinin, kazağını, yetim bir çocuk başı gibi okşaya okşaya katlamasını seyrediyordu. “Dokunuyor gelin kızım” dedi. Siyah eteği çıkarmış, üstünde kıl tüy kalmıştır diye defalarca çırpmış sonra da ceviz gardıroba asmıştı. “İçine sinmedi biliyorum ben. Vallahi çok temiz kadındı anne. Mutfağını gördüm çiçek gibiydi inan” Elindeki kazakla bir müddet daha oyalandı babaanne, gelinin gitmesini bekliyordu. Böyle zamanlarda seyredilmekten hiç hoşlanmazdı. Zihni birçok endişeyle doluyken, katlanacak, silinecek, çırpılacak onca şey beklerken. Omzunu silkip gitti gelin. “Sen bilirsin” diyordu içinden, “Ahir ömründe kendine de bize de eziyet ediyorsun. Titizliğin meşhurdu, herkes bilir, ama bu kadarı da çok oldu artık. Ellerin yaşlıları gibi hanım hanım otursan ne var? Temizlik de temizlik. Sanki senden başka herkes pis.”
Yalnız kaldı odada babaanne. Burmaları çıkardı önce. Her birine üç kulüvalla bir elem okudu, Tek tek sildi yazma eskisiyle. Işığa doğru tutup parlaklıklarına baktı. Sonra nakışlı bir beze bohçalayıp çekmecenin en gerisine koydu. Öne de açılmamış öğretmen çorabı kutularını, pazen geceliğini, bir iki parça çamaşırını yerleştirdi güzelce. Hepsini beyaz tülbentle örttü. Kapattı çekmeceyi. Mekik yüzüğü sildi sonra. Sonra gözlüğünü çıkarıp camlarını, çerçevesini sildi. Kahverengi ipekli başörtüyü çıkarıp silkeledi. Her silkeleyişte içindeki kaygının dökülüp gideceğini umuyordu ama olmuyordu. “Son defa silkeleyeyim de” diyordu, ama yeterince temiz olmuş muydu, bilemiyordu işte. İçinde, yarım bir halka gibi ruhunu yırta yırta dönen bunak bir köpek vardı sanki, kendi kuyruğunu kovalıyordu. Yine, yine, yine… Başörtüyü iyice yüzüne yaklaştırıp baktı. Üzerinde kıl mı vardı ne? Bir daha silkeledi, bir daha. Ağzının içinde bir şey hissetti. Yoksa ağzına mı gelmişti geberesice kıl! Dilini çıkardı, dişlerinin arasından geçirdi. Damağını yokladı parmağıyla. Neredeydi bu kıl! Öksürdü bir iki defa. Boğazına mı kaçmıştı yoksa! Banyoya gitti. Musluğu açtı sonuna kadar. Sıçrayan sulardan üstü başı ıslandı. Takma dişleri çıkarıp kenara koydu çabucak. Sabun…Sabun lazımdı. Köpükleri doldurdu ağzına, sabun acısından dili buruldu, içi bulandı. Çalkaladı defalarca, “gargara, mazmaza…”
***
Güneş doğalı bir saat olmuştu. “Anne ne olursun kalk artık şu seccadeden, bu saate namaz mı kalır? Allahım kabul etmiştir, ezandan beri kaç rekât kıldın kim bilir. Bak çay da demlendi, hadi kahvaltımızı yapalım güzel güzel, hadi anne.” Kaçıncı yalvarışıydı gelinin. Uyanmış, odanın yanan ışığını görmüştü. Her zamanki gibi babaanne sabah namazındaydı herhalde. Tekrar dalar gibi olmuş ama banyodan gelen seslerle bir daha uyanmıştı. Kalkıp baktığında ne olduğunu anlamadı önce. “Affet Ya Rabbi diye mırıldanıyordu babaanne abdest alırken. “Estauzubilllah, estauzubillah…” Beklemişti gelin. İhtiyar kadın, odaya gidiyor, tekrar niyet ediyor, tekbir alıyor, daha bir rekât bitmeden iki yana selam verip banyoya koşuyor, bir daha abdest alıyordu. Uyku sersemi olan biteni anlamaya çalışmıştı, “Ne oluyor?” demişti yeniden banyo kapısına gelen babaanneye. Gözleri bir tuhaf bakıyordu babaannenin. “Abdestim kaçtı, abdestim…” demişti boşluğa doğru. “Estauzubillah…” Git geller bir saate yakın sürmüştü. Babaannenin çenesinden, kollarından, ayaklarından damlayan sular, banyo ile odanın arasında küçük bir göl oluşturmuştu. Gelin yerleri silmeye yetişemiyordu. “Biraz yalnız bıraksam, iyi mi olur” diye mutfağa gidip oyalanıyor ama geri döndüğünde babaanneyi ya seccadesinde ya da banyoda buluyordu. Dualar birbirine karışmıştı, birinin başı öbürünün sonuna ekleniyordu. Babaanne kâh açıktan, kâh içinden okuyordu. Ayetler ip gibi uzayarak iniyorlardı dudaklarının arasından, sonra kelimeler ayrılıyordu, harfler bir bir dökülüyorlardı seccadenin üstüne. Karınca sürüsüydüler sanki. Yürümeye başlıyorlardı Kâbe resminin kenarından yukarı doğru. Sonra onlar geliyordu, pis sözler, ayıp sözler, küfürler… Balçık gibi yayılıyor, boğuyorlardı karıncaları. Can pazarı yaşanıyordu, kelimeler kopuyordu, dağılıyordu harfler, Cesetler seriliyordu yerlere… Sarsılıyordu babaanne. Hızla selam veriyordu sağa sola; “esselamü aleyküm..” Koşarak yine banyoya gidiyordu. “Abdestim kaçtı, estauzubillah..”
En sonunda yaşlı kadının gücü tükenmişti, banyodan sallanarak çıkmış, odaya kendini zor atmıştı. Şimdi ıslak ayaklarını kıvırmış, gövdesinin ağırlığını mor ellerine bırakmış, son tahiyyatta öylece oturuyordu. Dizleri balçığa batmıştı. Dakikalardır kıble tarafına, ceviz gardıroba doğru bakıyordu. Muharebeden kurtulmayı başaran harfler o tarafa doğru kaçmışlardı. Vav kapağın kulpuna tutunmuştu, nun en tepede beşik ayağı gibi sallanıyordu, noktası bir sağa bir sola savruluyordu, cim şişman gövdesini kaldırıp yukarı tırmanamamıştı, gardırobun ayağına yaslanmıştı, soluk soluğaydı. “Şın”ın kuyruğu kopmuştu kaçarken, “re”nin alnı kanıyordu, şeddesi başına düşmüştü herhalde. Babaanne onca pisliğin içinde kıpırtısız kalakalmıştı.
Ev halkı ayaktaydı. Gece yarısı uzun yoldan gelen baba, yarı uyur halde kenarda dikiliyordu. Olanlardan bir şey anlamamıştı. Gelinin yalvarması yakarması boşaydı. Babaanne onu duymuyordu bile. Kız odaya girememiş, çatalı daha takılı duran sabah sesiyle kapı eşiğinde ağlamaya başlamıştı. Gelinin şaşkınlığı geçmiş yerine korku gelmişti, ama kızı yanına sokulunca titremesini zapt etmek zorunda kalmıştı. “Ağlama kızım, topla kendini. Hadi git Fatma teyzenin ziline bas, onun kızı hemşire, gelsin baksın. Babaannenin hali hal değil çünkü.” dedi gelin.
***
İki hafta süren tahlil ve filmlerden sonra, bir müsekkin reçetesiyle taburcu ettiler babaanneyi hastaneden. Oğlu kollarından, taksici bacaklarından kavrayıp, eve çıkardılar, yatırdılar yatağına. “Hızlı seyirli bir nörodejeneratif hastalık” demişti doktor. Çaresiz kalınca bu karmaşık isimlerin arkasına gizlenirlerdi onlar hep. Uzun isim, kısa ömür demekti. Kısanın ne olduğu meçhuldü. “Kaç gün, kaç ay? “Bilemem” demişti doktor. “Allah bilir onu”
***
Bütün akrabalar gelmişti. Bir kadın yatağın başında Yasin okuyordu. Kız ağlıyordu kapının eşiğinde. Bunak köpek yarım halka gibi büzülüp yatmıştı. Babaannenin tarumar olmuş ruhunu seyrediyordu. Yırtıkları, onlardan sarkan ipleri. Üzerine bir ağırlık çökmüştü nedense. Tembel tembel kaldırdı başını, ön ayaklarındaki sarı tüyleri yaladı tırtıklı diliyle. Çok halsizdi bunak köpek. Bir daha uyanamayacak gibi uyuyası vardı. Son bir gayretle oynattı kuyruğunu. Dilini dışarı çıkarttı babaanne, tükürür gibi yaptı, duyulmadı mırıldandıkları “gargara, mazmaza...”
YORUMLAR
Harika bir öykü
tekrar tekrar okunası hissi uyandırıyor..
Rahnetli Anneannemi hatırladım..
tebrikler..
cizgilikagit
Tüplü televizyonları hepimiz biliriz herhalde değil mi. Her ne kadar LCD (elsidi) ve Plazma modellerinin icadı ile tahtı ağır ağır sallanmaya başlasa da malum sebeplerden dolayı birçok hanede hala tüplü televizyonların borusu ötmektedir. Yıllardır sesini çıkarmadan (aslında sesini kesmeden ful taym) yurdum insanının kahrını çekmelerine rağmen, sağ olsun vatandaşlarımız namıdiğer bu beyazcama (aptal kutusu diyenler halt temiş) ahde vefa konusunda nankörlüğün kitabını yazmakta görmemiş bir yarış içindedir. Hıh ahde vefaymış, kimse takiye bile yapmıyor, direk sahte vefa. Zamanında aynı nankörlük transistorlu radyolara yapılmıştı, gel zaman git zaman şimdilerde hepsi ya yüksek sosyetenin malikânelerinin salonlarından ya da antikacıların vitrinlerinde astronomik fiyatları ile eski sahiplerinin varislerine nanik yapmaktalar. Çok azıda kadir kıymet bilir koleksiyoncunun şefkatli kollarında hayatını idame ettirmektedir.
“Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş” benimki de biraz o hesap oldu, ülen parayı bulsam bidakka durursam namerdim, hemen salonun duvarına asarım 82 ekran pilazmayı anasını satayım. Tüfeği boşuna icat etmediler ya.
Hah! tüplü televizyonlar diyordum… Geçenlerde bir olaya şahit oldum; ilk bakışta yazınızla direk alakası yok gibi gözüküyor. Şahit olduğum olayın kahramanın yazınızın kahramanı müteveffa babaanne ile tek ortak noktaları benzer marazi durumları olması. Hikâyesini anlatınca endirekt de olsa yazınızla olan benzerliği konusunda bana hak vereceksiniz.
Bir şey sorsam hiç merak ettiniz mi, 51 ekran tüplü bir televizyon ortalama kaç kg gelir veya elektrik kablosu ne kadar sağlamdır… Ne alaka şimdi yani. Haklısınız. Bende bu ilginç ve orijinal yazınıza yorum yazmaya karar verene kadar merak etmemiştim. Evdekilerin meraklı bakışları arasında bizim emektarı şöyle bir kucakladım, 20 kilonun üzerinde gibi geldi bana. Elimle elektrik kablosunu yokladım ne kadar sağlam diye, eh işte idare eder.
Uzatmayayım; şahit olduğum olayın kahramanı alt komşum nörodejeneratif problemleri olan bayan …Ü…..hanım evindeki sapsağlam televizyonunu kablosundan sürükleyerek çöpe atmaya götürüyordu ve götürdü attı. Benim için ilginç olan televizyonun o hantal görünümüne rağmen o narin yapılı elektrik kablosunun tahminimden de sağlam olması. Onca sürüklemeye rağmen kopmadı.
“Şimdi bu mu ilginç, kadın sağlam televizyonu çöpe atıyor sen kablosu kopmuş mu kopmamış mı onun derdindesin ayıp yahu” dediğinizi duyar gibiyim. İzah edeyim efendim. Kadıncağız zaten ata ata evde mobilya, eşya nevinden bir şey bırakmadığı için bu konuda tabiri caizse tüm apartman şerbetliyiz. Müdahale etmeye kalktığımızda agresifleşiyor, saldırganlaşıyor. Zira sizin rahmetli babaanneden bayağı genç ve dinç.
Bütün bu rahatsızlığına rağmen bazen o kadar sürpriz çıkışlar yapıyor ki şaşırıyorsunuz. Bir gün kapıyı çaldı “İsmetçiğim bir zahmet İGDAŞ’ı arayabilir misin, gazımı kessin” dedi. Hayırdır dedim. Artık aklına ne esmişse mutfaktaki doğalgazlı ocağını atmayı kafasına koymuş, herhangi bir kaza olur diye doğalgaza dokunmaya korkuyor.
Böylede akıllı, mantıklı işte, tıpkı sizin rahmetli babaanne gibi.
Yazınız; hayatın bazıları için hiçte öyle biteviye gitmediğine dair ilginç ve çarpıcı temalarla işlenmiş ti. Tebrikler
Saygılar, selamlar
Not:Babanneye giyabende olsa bir kaç kez rahmetli dedik, umarım pot kırmamışızdır. Bizim Ü… hanımsa yaklaşık üç haftadır bir bakım evinde emin ellere. Artık biz mi o mu emin ellerde Allah bilir :- )
cizgilikagit
Yorumlarınız için teşekkür ederim.
Selamlar.
Öykücülerimiz çoğalıyor bu sevindirici...
Olayın içine dahil etmek yazarın anlatımdaki zenginliğine kalmış...
Zenginliği içinde doğallığa açılan bir kapı vardır onu herkes açamaz...
Sonuna dek açmışsınız kapıları...
Kesinlikle kutladım...
cizgilikagit
Bana göre mükemmel bir öykü. Geçişler son derece doğal, anlatım yanıbaşımızda biryerlerden gibi. Ninenin acısını içimizde hissedebilmişsek öykünün duygusu da tam tadında demektir.
Velhasıl, çok beğendim. Bugünün en güzel öyküsü bana göre. Hatta son zamanlarda okuduğum en güzel çalışmalardan biri. Yalnız bana göre yine; final çok ani olmuş. Final cümlesi son derece etkileyici fakat erken gelmiş bir cümle gibi geldi bana. Sanki birşeyler daha söyleyecekmişsiniz gibi hissettim.
Dilerim çok kişi okur bu muntazam çalışmayı...Kaleminizi seviyorum. Saygılar çokça.
Aynur Engindeniz
cizgilikagit
Aceleciliğim bir kıyıma yol açtı galiba bu sefer.
Halisane niyetlerle ve naif şeyler yazacağım umuduyla başlamıştım sonra kendimi bir psikoz içinde bulunca ben de şaşırdım. Yazarken iki konuda takıldım. Yazı karınca benzetmesini daha önce okumuş olmalıyım bir yerde. İkincisi kuyruğunu kovalayan köpek benzetmesi. daha orijinal birşeyler bulmam lazımdı belki. Hani mutfak dolabında bir tabak bulursunuz da "bu bizim değil galiba" dersiniz ama sonra da sofraya koyarsınız onu, öyle bir günah oldu işte.
Vakit ayırıp okuduğunuz için, güzel sözlerinizi esirgemediğiniz için çok teşekkür ederim.
Selamlar.
cizgilikagit
Selamlar
Aynur Engindeniz
Açık vermediniz fakat unutmayın ki, ben de bu tarz öyküler yazıyorum. Yani bu işin altını üstünü, kalbinden geçen yolları, içindeki sızısını ve sırrını sizin kadar olmasa da bilmem imkansız değil. Dediğim gibi bu öyküde güçlü bir sızı var. Böyle bir sızıyı mükemmelce kalbimize kazıyan yazar, finali küt bir şekilde bitirmişse iki şey anlamamız gerekir; ya olay gerçektir ve yazar her cümlede kanamaktadır, ya da bazı şeylerin çözümünü okura bırakmıştır. Öykünün gelişine baktığımızda birinci şıkkın daha ağır bastığını görmek mümkün. Bunu hissedememiş olmak için, öyküyü okumamış olmak gerekir. Hep söylediğim ve hep tavsiye ettiğim gibi; önem verdiğim takip etmeye gayret ettiğim bir yazarsınız ve kesinlikle boş değilsiniz.
Zekam için söyledikleriniz beni mahçup ediyor gerçekten. Burada hepimiz düşe kalka bir şeyler öğrenmeye çalışıyoruz, birbirimize yardımcı olabiliyorsak ne kadar mutlu bize değerli yazarım.
Başarılarınız artarak devam etsin inşallah. Tekrar saygılar.
cizgilikagit
cizgilikagit
Demek ki her kadın bir zamanlar bir başka kadını yıkamış.
Selamlar.