- 575 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Çocukluğumun Kokusu
Ben gidecektim aslında. Bir izin verselerdi neler yapacaktım kimbilir? Ama işte aile denen o kucak var ya beni salmadı dışarı birtürlü. Bir de çok ideal insan pozlarına girmeleri yok mu çileden çıkarıyor beni. Ben ne zaman ki tekbaşına olma türküleri söyleyeyim; ucundan kıyısından özgürlüğü, kendimi keşfetmeyi, dünyanın ölümlü olduğunu, dilimi vişne reçelinin şekerine bulayıp “eline sağlık anne, reçel ne güzel” gibi kahvaltı sofrasının buzulları eriten o yuva havasına yaraşır cümleler arasına iliştireyim, o zaman benim yıllardır arayıp da en küçük iz bulamadığım mükemmel anne babaya dönüşüveriyorlar hemen.
Gitmek istediğimden, halihazırda sürdürdüğüm yaşamdan hoşnut olmadığından söz etmediğimde uzun yıllara varan bir evliliği sürdüren bir kadın gibi salıveriyorlar kendilerini hemen… Her zamanki pervasızlık yerleşiyor yüzlerine. Kucak olmaktan vazgeçip kendi dünyalarındaki ıvır zıvır bin türlü şeyi “önemli şey” kalıbına sokmaya çalışıyorlar. Aysel Hanım’ın altın günü kahvaltının ana konusu oluyor mesela. Kızının gece ikide dönmesiyse altınlardan da beter kamaştırıyor gözleri. Annem parlatıp parlatıp koyuyor ortaya, o kızın eve dönüş seyahatini. İçine neler katıyor o yolun! Kızın geçtiği sokaklar, kendisine eşlik eden insanlar ve merdivenden çıkarken çıkardığı patırtıyı hayal gücüyle süsleyerek benim enginlere açılmış yelkenli hayallerime koca bir set çekmeye çalışıyor.
“Ben onun gibi olmayacağım ki!” dememi bekliyor belki de. Gerçekten de olmayacağım. Bir bıraksalar beni kendi halime, onlar da görecek zaten. O kızın ailesiyle yaşamasının, onaylamadığı o günümüz kızlarından biri haline gelmesini engellemediğini kendi ağzıyla ortaya döktüğünün farkında olmadan yeni yeni ayrıntılarla süslüyor annem, zamane kızlarının vahim gidişini.
Ondan benim kadar nefret eden biri daha olmayacağını nerden bilsin ki? Aynı yaşlardayız, aynı sokaktan caddeye çıkıyoruz diye ille de gideceğimiz yer de aynı olmalı diye düşünüyor olmalı. Ben oraya gidemesem bile anneme göre, Şeyda’nın saptığı o sokaktan geçip ayık kafayla çekilmeyen bu kahpe dünyayı çok uzaklarda bıraktığı o barın kapısından girememek içimde koca bir ukte olarak kalacak her zaman.
“Anneciğim, benim hayatım alkolden nefret etmekle geçti!” diyemiyorum tabii. Çünkü nefretin nedeni zeytine çatalını batırmakla meşgul olan şahıs... Yani benim babam… Gece eve döndüğünde ve tüm gün görememenin özlemiyle ona sarıldığımda sabahları duyduğumdan çok farklı, beni serseme çeviren o kokuyu duyardım ceketinde. Çocukluğumun kokusu… Sözcükleri sürüklerdi ardında… Onları da sarhoş ederdi babam gibi… Babamın dilinde takılıp birtürlü bir bütüne varamayan harflerle anlatmaya çalıştığı dünya en az sözcükler kadar bölük pörçük olurdu. Ben o dünyayı hiç sevmezdim. Karanlık şeyleri hatırlatırdı bana. Babam üzerinde ve kelimelerinde alkol kokusu, dışarıyı koca bir meyhaneye çevirirdi sanki.
Ben çay kokusunu özlerdim. Sıcacık sıcacık tutayım ellerimde çay bardağını. Dudağıma götürüp çayımı yudumlarken azar azar ayıltayım sarhoş olan her şeyi. En başta da babamı tabii… derdim.
İşte bu yüzden ben bir gün bu evden gitsem bile asla o kıza benzeyemezdim, annem bunu hiç bilmese de. Bilse salardı belki de beni dışarı… Özgürlüğün sarhoş nefeslerde kaybolmadan varabileceği o yerleri görür, bu ıvır zıvır şeylerin ardında saklı duran ve bir hayatı muazzam hale getiren onca şeyi dünyama almama izin verirdi.
Yeni insanlar yeni bakış açıları, yeni pencereler demekti. Beslemek demekti tek bir insan olmaya mahkum etmeden kendini. Bedeninde kalmaya devam etsen de farklı insanlar aracılığıyla farklı yaşamlara yolculuk edebilirdin. O zaman hapsolmuş hissetmezdin kendini aynı insana. Onlarla birlikte dönüşürdün farkına bile varmadan. Yaşamına almaya layık olacak kadar hayatını değiştiren, nefesini ruhuna değdirebilen insanlar mutlaka bir iz bırakırlardı sende çünkü. Bir parçanı kendilerine dönüştürürlerdi.
İlk derse girmeseydim ne olurdu? Çok şey kaybetmezdim herhalde. En azından bu evden bir an önce kurtulamazsam kaybedeceklerimden daha fazla değil… Babam az sonra işe gidecekti. Annemle baş başa kalacağımız yarım saat bile yeter de artardı onca yıl hep bir hayale ait olarak kalan, birtürlü hayata geçmeyen o sözcükleri ortaya dökebilmem için. Aysel Hanım’ın kızının geçtiği sokaktan geçsem de gideceğim yerin asla onunkiyle aynı olmayacağını anlatabilirdim belki de anneme, kimbilir?