- 1091 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MANİFATURACI CENGİZ BEY
MANİFATURACI CENGİZ BEY
Zülküf ağa, Halil Efendi Mahlesinde sattığı hayvanların kalan parasını alıp Kura Nehri’nin üzerindeki
tahta köprüden geçti. Ahır süpürgesi ve taş tuzları satan dükkanların önünde biraz soluklandıktan sonra
Millet bahçesinin arkasındaki Vali Hurşit Bey Caddesi üzerinde bulunan manifaturacı Cengiz Bey’in
dükkanına kadar yürüdü. Dükkanların camlarından yansıyan ışık teneke dik sobasının kapak aralarından
sızan ateşin ışığı idi. Cengiz Bey Cumhuriyet bayramından bir hafta önce hava soğuk olur diye komşu
dükkânın bodrum katındaki soba imalatçısından satın aldığı teneke dik sobayı kurmuş eski kuzine sobayı
emekli etmişti. Gümbür gümbür yanan sobanın ışığının yansımasını fark eden Zülküf Ağa seri adımlarla
bir çırpıda dükkanın kapısından içeri girerek;
¬¬-Selamünaleyküm.
-Aleykümselâm.
-Cengiz tadam, çayi başi? (nasılsınız, iyi misiniz)
Diyerek ilk müşteri olma niyetini onaylarcasına sobanın arkasına oturarak beyaz yün çoraplarına
yürürken sıçrayan çamur parçalarını eliyle temizledi.
Cengiz Bey her zamanki şık takım elbisesinin içimdeki kravatını düzelterek:
-Ağam, sanırım hayvan pazarından geliyorsun üstün, başın çamur olmuş. Hayvan pazarını da bir türlü
şehrin dışına çıkarmadılar. Hayvanlarını sattın mı?
-Sattım sattım ucuza gitti.
-Yahu ağam sen tedbirli birisin, bu kadar hayvanı niye sattın?
Cengiz Bey:
-Laf aramızda, köylerden bizim Zavot (mandıra)’a süt alacağım. Gel de köylü marabasına anlat, yazın
alacağım sütlerin parasını şimdi dağıtıyorum yine de bu insanlara iyiliğe geçmiyor. Canımı sıkıp
duruyorlar bu köylü hizmetkârları bile kudurmuşlar.
-Nedir bu ulu ortada konuşulanların aslı astarı haberin var mı?
-Süt kooperatifleri kurulacakmış diyorlar.
Dün bizim duvara da yazı yazmışlar.
-Ne yazmışlar ki? Ağam,
“SÜTLER SÜT KOPERATİFİNE GİDER”
-Anarşistler yazmışlar.
-Karakola ihbar edeceğim. Ama söyle onlara bilsinler bizim akraba ve hizmetkarların okumuş çocukları
da var. Ben biliyorum, yakacam çıralarını.
-Ağam eğitimli, aydın ve bilgili insanlara neden anarşist diyorsun sen! Köylüleri sömürüyorsun, yazın
alacağın sütün pazarlığını kışın yapıyorsun, bu yaptığın yanlışı onlar görüyorlar. Hatta sana
yakıştıramadım; geçende senin yanında çalışan birine, kızını okula gönderme demişsin, biraz bana
yakındı.
-Ağam çocukların okula gitmesini istemiyorsun ama köyün ortak malı olan okul çayırını ekip, biçiyorsun.
Ayrıca bütün tezeklerini kışın o okullara satıyorsun; bu nasıl anlayıştır?
-Kusura bakmayın artık gerçekleri köylüler biliyor. O duygularını bastırdığın çeper diplerinde dedikodu
eden himetkarların yok. Hiçbir şey eskisi gibi değil böyle giderse saygınlığını yitireceksin bunu bir dost
tasfiyesi olarak kabul et.
-Cengiz Efendi:
-Yok, bunlar uslanmaz okula gidenler tehlikelidir. Bunlar Cılavuz (Susuz)’da Köy Enstitüleri okuluna
giden gâvurlardan öğrendiler ağaya baş kaldırmayı, asi olmayı hele sütleri bana satmasınlar davet
edecem hükümeti; keseceğim koyunu, ziyafet verecem. Hepsini ihbar edecem, yakacam çıralarını.
Köydeki öğretmeni nasıl kodese koydumsa sen de söyle onlara; bilsinler ha başlarına gelecekleri… Üç,
beş okumuşa pabuç bırakmam, ben Zülküf ağayım.
-Ağam haksızlık ediyorsunuz. Kulaktan duyma öğretilerle ve varsayımlarla değerlendiriyorsunuz bunlar
gerçek değil. Köy Enstitüleri Cumhuriyet tarihinde eğitimin en parlak dönemidir. O okullardan
mezun olan öğrenciler bu ülkenin eğitiminin temel taşlarını oluşturmuşlardır.
Neyse ağam ıhlamurun soğumadan iç.
-Bu felsefi tartışmaları uzatmayalım, sonuç olarak herkesin doğruları farklı olabilir.
-Tamam, Cengiz Bey.
-Er mi yaman, bey mi yaman göreceğiz.
Kora köyünden Hacı İmdat eşiyle dükkânın kapısından içeri girdiler. Hacı İmdat selam vererek:
-Hayırlı işler, dedi.
Hacı İmdat gözlerini dükkanın raflarına dikerek rulo halinde dükkanı süsleyen rengârenk dibeten, pazen
ve patiska kumaşlara bakarak:
-Cengiz Kureap ( amcaoğlu):
-Döşeklik alacağız; iyisinden olsun, dedi.
Zülküf ağa ayağa kalkarak beklentilerine cevap bulamayacağı öngörüsü ile:
-Cengiz Bey, dedi.
-Şimdilik bana müsaade Köy Muhtarlarını görmem lazım, dedi.
Güle güle Zülküf ağa, dedi.
Hacı İmdat’ın eşi utangaç bir tavırla ağzını kapatan tülbendi aralayarak hafifçe eşine seslendi.
-Renge Sor Zaroka Ğastıne (Kırmızı tondakini çocuklar istedi), dedi.
Hacı kaşlarını çatarak:
-De Beyle Kizze(Sen bırak, karışma kız)
-Cengiz Bey bilir, dedi.
Cengiz Bey gülümsedi. Hacı İmdat’a başını çevirerek:
-Ablamın dediği olsun.
Kırmızı tondaki kumaş topunu tezgâh üzerine indirerek ağaç metre ile ölçerek kesim payını da
bıraktıktan sonra kalın terzi makası ile keserek paketledi. Altın Başak iplik fabrikasının logolu çantasına
koyarak hayırlı olsun dedi.
Hacı imdat:
- Sağ ol, dedi.
Hacı imdat elini cebine atarak bir mendil çıkardı. Mendilin içinden para seçerek Cengiz Bey’e uzattı.
Cengiz Bey kırışık ve katlanmış paraları düzelterek paranın üzerindeki Atatürk resimleri üst üste gelecek
şekilde desteledi, günlük hâsılat satış defterine işledikten sonra paraları çelik kasaya koydu.
-Bereket versin Hacı, dedi.
Hacı İmdat:
-Bereketini gör, dedi.
Hacı imdat eşi ile dükkândan çıkma hazırlığında iken dükkânın kapısından Postacı içeri girdi selam
vererek bir nefeste çantasından çıkardığı mektup ve evrakları Cengiz Bey’e uzatarak:
-Abi hayırlı işler.
-İki adet de para havalesi var. Birisi Avukat Haşim’in köyünden diğeri de Yazar Dursun Akçam’ın
köyünden… PTT ’den siz alırsınız biliyorsun bizim cambaz havaleci parayı kullanır, aylığını alınca öder, dedi.
-Ben alırım tez zamanda merak etme sen, dedi
Cengiz Bey teslim tutanağını imzalayarak mektup ve evrakları aldı. Veresiye ve peşin satan logolu
tablonun altındaki çelik kasanın üst rafına koydu.
Postacıya dönerek,
-Memur bey ıhlamur kaynattım bir bardak ikram edeyim, dedi.
Postacı:
-Eyvallah! İçeyim bari, dedi.
Postacı ıhlamuru içtikten sonra Cengiz Bey’e gür bir sesle:
-Cengiz Abi geçen gün size bir tebligat vermiştim. Hoçvan’da tarla sınırı yüzünden kavga olmuştu onu
ilettiniz mi? Bir hafta içinde mahkemeye uğramasalar hapse girerler.
Memur Bey:
-Söyledim
-İki tarafı da çağırdım konuştum, burada barıştılar. Davadan vazgeçtiler dilekçelerini yazdım. Daktilom
yan masamın üstünde dilekçenin bir nüshası orda var isterseniz okuyunuz dilekçeyi yarın mahkemeye
sunacaklar.
-Bir karış yer için hem de akraba kavga eder mi? İki tarafta da keçi inadı vardı neyse ki beni kırmadılar.
Birazda onları korkuttum. Türkçe bilmiyorsunuz dedim kim sizi savunacak? Savunma hakkınızı
kullanmasanız ağır cezalar alabilirsiniz dedim. İkna oldular hatta korkudan birbirlerine bir iltifatlar bir
görsen yok babalarımız birlikte çift, ekin sürmüş ,bir babanın oğluyuz dediler.
-İşte insanlarımızın hali.
-Abi sağ olasın, insanlar için bu kadar fedakârlık yapan daha başka birini görmedim. Özellikle devlet ile
halk arasında köprü gibisin. Bu kadar işi nasıl yapıyorsun? Herkese iyi niyetle yardım ediyorsun.
-Ben insanları seviyorum . Yaşamanın bir anlamı! Tabi ki abartılmasını istemem; benimkisi çam sakızı
çoban armağanı Cafer Abimden kalma bir gelenektir. Dükkânımız korsan bir okul gibidir herkese bir
şeyler katar umarım gelecekte bir şeyler düzelir; insanlar da bizlere ihtiyaç duymaz.
-Allah razı olsun! Toplumun sizin gibi insanlara ihtiyacı var.
-Abi ziyade olsun. Ihlamur güzeldi.
- Bugün çok kaldım abi! Bana müsaade muhtarlar köye çıkmadan mektuplarını vereyim.
-Afiyet olsun. Güle, güle.
Postacı yol alırken, Cengiz Bey çelik kasadaki mektupları tek, tek inceledi. Mektupları köy köy ayırdı.
Sefertası ile ona yemek getiren kızı Zeynep’ e seslenerek: ‘ gel kızım şu mektubu oku’ dedi. Ben de şu dikiş
makinesine bakayım arızası nedir. Sahibi yarın gelecek makineyi almaya, tamirini bitirmem gerekiyor.
- Kulağım sende. Hadi oku bakalım!
-Zeynep babasına,
Babacığım,
- Başkasının mektubunu neden okuyorsun, dedi.
-Kızım, dedi.
-Bu asker mektubu babası vefat etmiş annesi de Türkçe bilmiyor. Haftada bir gün şehre gelebiliyor
gerekenleri anlatıyorum, cevabını da ben yazıyorum. Annesinin izini var okumama dair.
-Sen gel oku, dedi.
Zeynep mektubu açarak başladı okumaya…
Canım Anacığım,
Satırlarıma başlamadan önce selam eder ellerinden hasretle öperim. Daha nasılsınız? İyi misiniz? Umarım
iyisinizdir. Beni soracak olursan ben iyiyim. Beni Bayramiç ilçesinin jandarma karakoluna görevli
gönderdiler. Çanakkale’ye bu gün geldim. Yazdığım mektubu biraz geç gönderebildim. Bizim köylü Hasret
Emmi’nin babasının Çanakkale savaşında şehit olduğu yerdeki, şehitlik anıtın önünde resim çektirdim;
sana gönderiyorum. Seksen yedi günüm kaldı. Vatan borcum bitiyor. Seni ve kardeşlerimi çok özledim.
Bana biraz para ve evdeki kıyafetlerimden gönderebilirsen iyi olur. Anne özelikle can kardeşim Gürcübyli Naim’e de ki seni çok özlemiş bir iş olursa gelip sana yardımcı olsun.Sapkara’daki herkese bolca selam et.
Hürmetle ellerinden öperim.
OĞLUN
ÇETİN SAY
12.09.1980
Er mektubu görülmüştür
Zeynep babasına bakarak,
-Baba er mektubu görmüştür ne demek anlamadım.
-Kızım askerde ve mahpushanede olanların bütün mektupları okunur ve bu damga basılır. Fazla kafana
takma büyüyünce anlarsın.
Zeynep.
-Tamam, baba ben gidiyorum diyerek dükkandan ayrıldı.
Cengiz Bey dünden tamiri yarım kalan arızalı Singer dikiş makinesinin parçalarını masasına bir nizamda
dizerek o parçaları tek, tek silip ve yağladıktan sonra makineyi toparladı üzerine etiket vurarak beş lira
yazdı.
Dükkânın kapısı önünde bir kalabalık belirdi.
Orağaz’lı üç kişi dükkana girdi.
-Selamünaleyküm.
-Aleykümselâm.
-Nasılsın Cengiz Efendi?
-Teşekkür ederim, iyiyim.
-Sizler de iyi misiniz?
-Kefen alacağız.
-Allah rahmet eylesin
-Hayırdır
-Hayırdır, hayır.
-Allahın emri ile öldü.
-Adıgüzel emmim.
-Nur içinde yatsın sanki öleceği ayan olmuştu.
Cengiz Bey kefenlik patiska topunun yamacına ağaç merdiveni dayadı; kumaş patiska topunu tezgâha
indirdi, uzunca bolca patiska yumağını açtı, yedi metre ölçtü, makası patiskanın işaretli yerine takarak
aynı hizada kesti, patiskayı katladı, üzerine kursak bağlama ve ayak ile baş bağlama iplerini de koydu.
Tezgâhın altında iki kutu çıkardı: ‘bakın’ dedi bunun biri parmak arasına koymak için kafuri serpilmiş
pamuk, diğeri ise bahur otudur. Hoca efendiye verin o bilir dedi. (Altın Başak Üç Başak) üstünde yazılı
büyük bir çantaya koyarak buyurun dedi. Müşterilerden Yaşlı olanı Cengiz Bey’e ardiyeyi işaret etti.
Cengiz Bey yaşlı adama:
-Amca burada yabancı yok sen söyle söyleyeceğini.
-Cengiz Efendi merhum Adıgüzel vasiyet etmiş : ‘kefen param vardır.’ Başkasının parasıyla bana kefen
almayın demiş nereye parayı saklamış bulamadılar. Size çok itibar ederdi belki sana söylemiş olabilir biz
kefen parasını versek günah olur mu? ------Verecem de korkerem. Nasıl edag? Sen de hele!
Cengiz Bey,
-Amca dedi.
-Rahmetli o sırrını benimle paylaşmıştı parası dokuz köşeli pütürlü şapkasının astarının içindedir. Hatta
miktarı da defterimde yazılıdır. Parasını oradan alınız kefen parasından arta kalan parasını da vasiyetidir
parasının yarısıyla köy okuluna yardım, yarısıyla da yayladaki çeşmeyi yaptırsınlar demişti.
Yaşlı amca: ‘ peki Cengiz Efendi’ dedi.
Bize müsaade senin söylediklerini aynen yapacağız.
Allah’a ısmarladık.
Cengiz Bey:
-Güle güle, dedi.
Kefen içindeki çantayı aldılar, dükkandan ayrıldılar.
Ardahan Lisesi’nin Celal Öğretmeni kapıdan başını uzatarak
-Cengiz Bey, merhaba, dedi
-Merhaba!
-Köyden yumurta, süt bana gelecekti; geldi mi acaba?
-Geldi hocam.
-Parasını verdin mi?
-Verdim.
-Tamam, şimdi üzerimde yeterli nakit yok yarın veririm, dedi.
Cengiz Bey:
- Olur, dedi.
-Hayırdır bu telaş nedir , içeri gelseydiniz!
-Geç kaldım toplantıya.
-Milli Eğitim Müdürü
-Kafayı bana takmış durmadan baskı yapıyor, dernekten istifa etmemi istiyor. Evde çocuklara anlattım. Çocuklar üzülüyor kaygıları var istifa etmesen diyorlar Fezoye Hite(Fevzi YILMAZ) gibi sürgüne gönderirler. Durumları biliyorsun görüşseniz diyorum.
-Tamam dert etme sen. Geç kalma! Ben Kaymakam Bey’le görüşür hallederim.
-Tamam, gidiyorum dedi.
-Güle güle dedi Cengiz Bey
Cengiz Bey ardiyedeki lavaboda ellerini yıkadıktan sonra masanın üstüne eski tarihli bir Cumhuriyet
Gazetesi serdi. Gazetenin manşetinde ”Amerika Emperyalizmi Dayatırsa Meşru Müdafa Hakkımız
Vardır’’yazıyordu. Sefertasının kenar bağlantısını açarak sefer taslarındaki yemeklerin ısınması için iki
sefertasını sobanın üzerine koydu. Yemekler birkaç dakika ısındıktan sonra tezgâhın altından bir elbezi
çıkararak sefertaslarının kenarından elbezi ile tutarak gazetenin üstüne koydu. Cengiz Bey kendi kendine
mırıldanarak: ‘hanım sürpriz yapmış kaz eti pişirmiş kanatlarını pekte severim’ dedi.
Kesmeaşı çorbasını, kaz etini ve koyun yoğurdunu afiyetle yedi. Masasını topladı. Ardiyedeki lavaboda
ağzını çalkaladı. Arka cebinden bir tarak çıkartarak saçlarını taradı. Dükkanın genel bir durumunu
gözden geçirdi. Ortalığa çekidüzen vererek anahtarlarını alarak dükkanın kapısını kilitledi.
At hanları olan komşusu:
-Cengiz Bey, nereye gidiyorsun çay yaptım buyurun içelim.
-Sağ olasın, postahaneye uğrayacağım, oradan da mesai bitmeden Kaymakam Bey’den görüşme
randevusu alacağım.
-Beni bekleyen olursa ki mutlaka bekleyen olur
-Beklesinler geleceğim, dedi.
Komşusu elini kaldırarak onayladı.
Cengiz Bey seri adımlarla Park Palas Oteli’nin köşesinde onu takip eden cüce gölgesiyle bir anda gözden kayboldu…
O andan itibaren, Cengiz Bey’i bir daha gören olmamıştı…
Yediden yetmişe herkes içlerindeki iyiyi seyrederek evrenin sahilinde dondurdular zamanı.
Millet Bahçesi’nin duvarı dibinde mekân kurmuş esmer yüzlü ayakkabı boyacısı çocuklar, solgun
dükkân levhaları, beyhude dolaşan kaşka(at arabaları) ve yalnızlıktan adeta kendilerine sarılmış vefalı
dost yüzlerin ısrarlı beklentilerine dair, saf insani duygulara mahsus bir kanaatle…
Bu umut olsa gerek. Her gün yinelenen koca bir umut.
Sunay Karataş
08.12.2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.