- 1163 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Naftalin Kokusu
Bir kadınının tuzağa düşürülerek saplandığı bataklıktan, masum olduğunu kanıtlayarak kurtulmasına sebep olan bir avukat, bir sonraki davada bir kadın tüccarını ipten alırken buldu kendisini. Bir anda yaptığı işten iğrendi. Kendisi de dahil her şeyden öyle çok tiksindi ki, ertesi gün işinden istifa ederken bir an olsun bile tereddüt etmedi.
Kendisini eve kapatıp günlerce dışarı çıkmamayı düşündü. Tehditlerden, etik olmadığını düşündüğü elit mesleğinden ve en çok da kendisinden kaçmak istiyordu. Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp, bir yılanın deri değiştirmesi gibi yenilenmek ve tüm olan bitenin üzerine bir sünger çekmek için yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.
Yatak odasındaki şifonyerin çekmecesini açtı. O an keskin bir naftalin kokusu yayıldı odaya. Annesinin yaptığı gibi çekmecelerin içine attığı naftalinlerin tükenmek pahasına çamaşırlara kokusunu bırakıp, onları dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı nasıl koruduğunu ve siper olduğunu düşündü. Hayatta herkesin ve her şeyin bir misyonu olmalıydı. Naftalinin bile yüklendiği bir anlam vardı. Azala azala, ’kendisinden olarak’ tükenirken bile üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getiriyordu.
Kendisini düşündü. Mesleğini icra edememişti, naftalin kadar hakkını verememişti işinin. Objektif olmak her zaman iyi hissettirmiyordu ve belki de onun mesleği için bakış açısı göreceli değildi. Prensipleri gereği reddedeceği işler, tehdit usulü kendi kanununu yazıyordu. Seçim şansının olmadığı, savlarından ve doğrularından ödün verdiği bir meslek onun hayat görüşüyle de ters orantılıydı. ’Yenilmekse yenilmek’ diye düşündü içinden. Kimsenin onun vicdanına hükmetmesine ve kendisini kötü hissettirmesine izin veremezdi. Kaybetmeyi seçmişti bu kez. Şimdiye kadar, belki de kaybettiği en büyük dava buydu. Yanlışların olduğu bir Dünya’da kendi doğruları kaybetmişti ama ahlâk ve vicdan davası kazanmıştı bu kez. ’Bazen gitmeyi seçmek en büyük kazançtır’ diye düşündü ve rahatlatmaya çalıştı beynini.
Düşündükçe içi daha da çok sıkıldı. Birisiyle konuşmak istedi. Onu anlayan, teselli eden ve yanında olduğunu hissettirebilecek birisine ihtiyacı vardı. Telefonu eline aldı. Üçüncü çalınışında doktor olan çocukluk arkadaşı açtı telefonu. Gündelik rutinden söz ettikten sonra mesleği bıraktığını anlattı arkadaşına. Suç işlemiş bir çocuk gibi, tahmin ettiği tepkiyi bekledi. Arkadaşı; onun adına çok üzüldüğünü ancak böyle bir sebepten mesleğini terk etmesine bir anlam veremediğini söyledi. İki gün önce acil servise gelen iki yaralıdan söz etti. Birisi silahlı saldırıya uğramıştı, diğer yaralı ise silahlı saldırıyı yapan kişiydi. Saldırgan olay yerinden kaçarken bir arabayla kafa kafaya çarpışmış, iç kanaması, kaburgalarında ve sol bacağında kırıkları olmasına rağmen hayatta kalmış, canına kastettiği şahıs ise hayatını kaybetmişti.
Arkadaşı; olayın dramatik yanlarından, doktorluk mesleğinin vicdansı boyutundan, her ne şartta olursa olsun hastayı iyileştirme politikasından ve iç muhasebelerinden bahsetti. Sebepler ne olursa olsun, her iki insana da müdahale edilmesini gerektiren mesleğinin zor yanlarını anlattı. Bir insanın canına kasteden birini hayata döndürebilmek için gösterdikleri çabanın gerçekten de takdire şayan yanları vardı.
’Hayat tercihlerimizden ibarettir ve bu yolda ardına bakıp yürümek olası değildir’ dedi. ’Allah arkamıza bakarak yürümemizi isteseydi eğer, arkamıza göz koyardı, önümüze değil’ Derin bir sessizliğin ardından devam etti; ’Önüne bak ve yola devam et!’ Telefonu kapatırken son söylediği o cümle kulaklarından hiç gitmedi avukatın;
’Senin durumun bu durumdan daha mı trajik ki, ben mesleğime böylesine bir aşkla tutunurken, sen mesleğini terk edebiliyorsun ?’
Arkadaşı haklıydı. Bazı gerçekler, aslında bütün gerçekler kabullenilmeyi bekliyorken bu kabullenmezlikti onu yerle yeksan eden. Arkasını dönüp gitmek, onca yıl emek verdiği işine haksızlıktı. Bugüne kadar tutkuyla yaptığı işini, ikinci, üçüncü şahıslar uğruna nasıl da gözden çıkarabildiğine şaştı bir an.
’Doğrularından ödün vermemeli insan ve elinden gelenin en iyisini yapabilmeli; sonunda tükense bile! Sen doğru olanı yaptın’ diye telkin etti kendisini. Naftalinin istikrarlı sürekliliğini düşündü ve onu örnek aldı kendisine. Yeniden yatak odasına döndü. Çekmeceyi açtı ve küçülmüş naftalinlerden birisini eline alıp içine çekti kesif kokusunu. Geçmişi içine saklayan o ufacık naftalinin üzerine bıraktığı ve ellerine sindiği çocukluğuyla sessizliğe sığınıp ağladı, ağladı...
dünyanın şamata sandığında
bir naftalin gibi
geçmişin içine saklansa
ve geleceğe aheste adımlarla
talaş gibi un ufak dağılabilseydi keşke...
fulya/aralık2011
YORUMLAR
Bizi ipten alan duygularımız, hislerimiz... Sonra oyunun perdesi açılıyor. Karamsarlığın dozu ayarlanmamış çılgınlıkları tehditkar bir ilgeç. 'Etik' olmayan nice elit duygularımızın aslında basmakalıp söylentilerin üzerinde fotoğraflar olduğunu kaç kişi bize söyleyebilirdi ki?
Öyküde betimlemeleri incelemek, eleştirinin esasına dair ipuçları verir. Her şeyden vazgeçmiş biri, üzerinde bulunan derisinden soyunmak isteyip, sünger gibi köşesine çekilmek istiyor. Çok güzel!
Sonra, sonra naftalin kokusuyla tekrardan karşılaşması. Naftalini biliyordu, tanıyordu ve ne için kapalı köşelere koyulduğunuda annesindne öğrenmişti. Naftalin gibi olamamıştı varlığı; duygusal bir varlığın huysuz yanlarını barındırıp, kaçmak istemişti her şeyden; en çok da kendisinden!
'Gitmenin, aslında hiçbir zaman kazanç olmadığın' biliyordu, ama avutuyordu bir yanı. Elini eteğini çektiği yerlerde, tükürükleri vardı umutlardan kalma. Kokan ve de yanına kendisinin dahi yaklaşamadığı!
Ve ve ve sonlar...
Naftalinin tükendiği gibi bir gün o da tükenecekti ve hiçbir zaman bir naftalinin kaç günde tükeneceğini bilemeyecekti. Aynı kendisi gibi!