- 922 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
n
’Şimdi başlayacağım, ama seni uyandırmak istemiyorum. Öğlen olsun, o zaman saçlarını okşayıp, bir kedinin güneşe göz kırpması gibi, ellerinle gözlerini ovuşturmayı izleyeceğim. Seni seviyorum, biliyor musun?’
-Bu ne şimdi?
-Monoton değil mi?
-Bak canım, sıradanlaşan her şey sıkıcıdır!
-Ne yani, sana sevdiğimi nasıl söyleyeceğim? ’Seni seviyorum’ diyerek olmuyorsa, nasıl peki?
-Öyle değil be şapşal!
...
-Tamam, her şeyi en baştan alıyoruz.
-Bu sefer ben başlıyorum. Ama lütfen ikide bir ağzını yalama!
-Söz veriyorum; yeter ki sen teklemeden şu yazacaklarını oku bana.
...
-Merhaba Charles!
-Hayır, hayır öyle başlamayacaksın. Merhaba denir mi hiç öykü yazarken? Saçmalıyorsun inan!
-Eee, ne yazacağım? Ya benden başka bir şey isteseydin, şimdiye yapmıştım bile! Mesela seneye Wimbledon turnuvasında oyuncuların performans analizini yapmamı isteseydin...
-Biliyorum, elbette yapardın, ama bu iş farklı, o iş farklı! Hem kuralları yazılmamış bir turnuvadan bahsediyorsun. Acaba bu turnuvayı düzenleyen İngiliz’in beyaz fetişti mi varmış, ne dersin?
-Saçmalama lütfen! Sahada daha iyi gözükmeleri içindir. Yani tribünler onları daha rahat görsün diye.
-Sana bir şey soracağım. Eğer ki bunu yapabilirsen, inan bana öykü yazman için seni bir daha zorlamayacağım!
-Bunu bir erkekten duymak ne hoş duygu! Bu hoş duyguyu sana kanıtlayayım mı?
-Orta olsun!
-Kahveden sonra devam edelim.
...
-Bence İngilizlerin beyaz renge aşırı derecede tutkuları var.
-Güneşli günlerin fazla olmadığı Manchester günlerimi aklıma getirdin.
-Manchester mı?
-Evet! Şehir kütüphanesinin, tiyatro salonlarının önünde fotoğraf çektiren turistler, dönmedolabın altında öpüşen sevgililer, banklarda ceketi içine ikide bir bira saklayan gençler...
-Saklıyorlar mı biraları gerçekten ceketleri içine?
-1970’lere götürmek için öylesine bir panoramaydı bu. Alakası dahi yok!
-Upss...
-Hadi kahveyi getir. Ama süt dökme içine, boşu boşuna kaynatmıyoruz o güzelim kahveyi.
-Al bakalım! Dökme üstüne.
...
-Sor.
-Neyi?
-Soracağın her neyse artık!
-Haa, soru mu, soru şeydi; ’No Racism’ yazan tabelaların fikir babası kimdir?
-Babası mı? Annesi olamaz mı yani? Neden siz kahrolası canınızı her durumda erkeksi saksafonluğuyla donatıyorsunuz. Notalarınız illa ’do’ mu basmalı?
-’İnsan’ nedir; açıklar mısınız?
-Ondan önce sana bir şey anlatmak istiyorum. Gerçek bu bak! Geçen komşulardan dinledim.
-Senin milletten duyduklarını anlatmanda olmasa, biz nasıl anlaşırdık seninle, değil mi tuzlu helvam?
-Kes şu lakabı demeyi bana!
-Hadi anlat bakalım o zaman.
-Geçen gün karşı apartmanda ki 14. dairede oturan Neriman adlı bir kadın, aşure günü bahanesiyle markette ne kadar kuruyemiş varsa, almış gelmiş evine. Sonra bu Neriman adlı kadın, güzelce bunları karıştırmış, aşuresini hazırlamış. Ama işin farklı bir boyutu var. Bu kadın 40’ın sonlarında. Taş gibi hatunmuş ve de genç erkekleri kendine ayartıyormuş.
-Hah hah, jigolo mu yoksa?
-Keşke öyle olsa! Bu kadının psikolojik sorunları da varmış. Genç yaşta taşrada bunu zengin bir şehirli ile evlendirmişler. Şehirli kocası bundan elli yaş büyükmüş. Ama adamda bir servet varmış ki, harca harca bitmezmiş.
-İyi hoş da, sana bunu anlatanlar sıkmasınlar? Son zamanlarda ortalığı böyle hikâyeler türedi. Genç kızları, yaşlı adamlara satmalar falanda fistan...
-Yok yok, olağan bir durumsa zaten, inanılır bir tarafı var. Bu kadın bir gece evinin dış kapısını açıp, bağırmaya başlamış. ’Yetişin komşular, yetişin abiler, ablalar; kocam ölüyor’ diye. Eve bir gelmişler, ne görsünler?
-Adam yatakta kadını...
-Hayır be, daha da kötü! Adam tuvaletini yaparken, bağırsak kanaması geçirmiş. Klozetin üstünde öylece yatıyormuş. Bir tarafı bok, bir tarafı kan. Öyle bir manzara varmış ki, komşulardan kaç tanesi kendilerini dışarı zor atmışlar. Sonra ambulans filan gelmiş, gelmiş ama adam çoktan ölmüş zaten. Yapılan otopsi sonrası, adamın makatında aşırı derecede yırtılma ve bağırsakların zedelenip, mikrop kaptığına dair bulgulara rast gelinmiş.
-Sen bunların hepsini duyduğuna emin misin?
-Bana inanmıyor musun yoksa?
-Devam et dinliyorum.
-Sonra bütün miras bu kadına kalmış tabi ki! Bu kadında o zamandan beri değişik semtlerde oturmuş. Kocasından kalan bir sürü gayrimenkul olduğu için, rahatça paraları harcıyormuş. Nasıl olsa bir ay sonra kiraları tekrar banka hesabına yatıyor. Bu kadın en son bizim semte taşınmış. Geçen yıl Haziran civarı. O zamandan beri komşuların, kadının üst katında oturan üniversite öğrencilerini kışkırttığı ve de birkaçıyla beraber olduğu hakkında şüpheleri varmış. Ama kadın hiç kanıt bırakmıyormuş geride.
-Nasıl bıraksın ki? Öğrencileri bursa bağlamıştır o kadın, işte olay budur ya!
-Esas olayda, geçen gün aşure yaptıktan sonra olmuş. Bu kadının karşı komşusu yaşlı bir çiftmiş. Bu kadın üst katında öğrencilere bir güzel elleriyle yaptığı aşurelerden bir tepsi verdikten sonra, tencerede kalan son aşureyide bir tabağa koyup yan komşularına vermiş. Tabi, istemeyerek vermiş. Sevmiyormuş yaşlı çifti. Aşureyi vermeye gittiğinde, yaşlı adam kapıyı açmaya çıkmış. Zavallı adam aşurenin olduğu tabağı alırken, elinin titremelerine zor engel olmuş. Ellerinin titremesine sebep olan yalnız yaşlılığı değilmiş elbette. Kadının taş gibi memelerini, ince abiyesinin üzerinden gören yaşlı adam heyecanlanmış. Neyse sonra dairesine girmiş kadın. Yaşlı adamda aval aval arkasından bakmış kadının. Yaşlı adamın zor gören gözleri, kadının kalçalarında öyle daireler çiziyormuş ki; sorma gitsin! Kadın içeri geçince, birden ’eyvah’ diye bağırmış. Çünkü üst kattaki öğrenciler için yaptığı aşure içine ’afrodizyak’ eklemiş. Neler yokmuş ki içinde; Azgın teke otu, çakşır otu, ısırgan otu tohumu, keçiboynuzu, kore ginsengi ve de Japonya’dan özel getirttiği karışım. Bu afrodizyakları kanına almış bir insan nasıl olabilir, sen düşün!
-Ben tahrik olmaya başladım ciddi ciddi. Eee, sonra?
-Eyvah demiş, ama gidip de adama dök diyemezmiş aşureyi. ’Aman, yaşlıdır, bir halt olmaz bunağa’ deyip, gece on iki olmasını beklemiş. ’Fikret gelsin ya, o daha toynak’ diye de hayal kuruyormuş. Neyse, saat on bir olduğunda, zil sesini duymuş. Saat on ikiyi beklerken, erken çalan kapı zili Neriman hanımı heyecanlandırmış. Ağırdan ağıra zil çalarken, kapı dürbününe bakma ihtiyacı dahi görmeden, kadın kapıyı açmış.
-Eee?
-Karşısında kimi görsün? Seksenlik bunak, elinde boş tabak, saliseler içinde kadının degajesinden gözlerine çıkan yolu ezberlemiş. Kadında tabağı eline almış, tam adamı kovacakken, aklına şeytanca bir fikir gelmiş. Zaten adamın emeklisi ’ha bir gayret’ deyip, son gücüyle yıkık dökük bir minareyi ortaya çıkarmış. Neriman olacak fitne kadın, adamın bu durumuyla dalga geçebilecek kadar cesur bir kadın. ’İçeri geçin isterseniz, çay içiyorum size de veririm Hikmet Bey’ diye adamı içeri almış. Adamda dünden razı tabi ki, içeri girmiş. İçeri girmiş ama ağzını zor tutmuş. Heyecandan romatizma olan bacakları seksen şiddetinde sallanmaya başlamış. İçeride birbirinden ilginç kıyafetler, deri kırbaçlar, uzun zincirler, ekrana gömülü büyük bir ekran ve yüzlerce mum.
-Vayy be!
-Vay tabi canım, vay da vay! Yaşlı adam, kadının insanın burun deliklerinden tüm hücrelerine yayılan parfümünün de etkisiyle çaresiz bir şekilde köşedeki tek koltuğa geçip, oturmuş. Yayıldığı koltuktan öylece kadının ona yaptığı görsel şöleni izlemiş.
-Bir tür...
-Evet, ama gerisini anlatmıyorum. Yaşlı adam baygın şekilde otururken de koltukta, bu sefer gençlerden ikisi eve gelmiş. Afrodizyaklar o kadar etkili gelmiş olacak ki, ikisi birden Neriman hanımı ziyaret etmek istemişler.
-Evimizin yanında millet neler yapıyormuş da, biz uyuyormuşuz!
-Yaaaa! Sonra kadın hünerini göstermeye başlamış. O kadar malzemeyi boşuna almamış ya? Yaşlı adam Neriman hanımın gençlere uyguladığı garip seviş şeklini ilk başta garipsemiş olsada, sonradan o da katılmak istemiş. Tabi bu talebi, sonu felaket ile bitecek bir istek olmuş.
-Yaşlı kocasına olanların aynısı mı yoksa?
-Hem de tıpa tıp aynısı! Yaşlı adam, kadının ona yaptıklarından sonra evine gitmiş. Tabi ikide bir bağırsağı kaşındığı için, tuvaleti geliyor zannediyormuş. Tuvalete en son gittiğinde, bir daha çıkamamış.
-Bağırsak delik deşik..
-Aynen öyle!
-Peki, bu gençlere nasıl bir şey olmuyormuş ki?
-Kadın genç sevicisi, yaşlılardan midesi bulanıyor. Soktuğu her neyse yaşlı adama, bağırsaklarını delik deşik etmiş. Gençlere fazla şiddet uygulamıyormuş.
-Iyyy!
-Ne oldu be, tırstın mı sen?
-Bu kadının eline düşmektense...
-Bir şey olmaz canım! Zaten taşınma hazırlıklarına başlamış kadın. Bu sefer yurtdışına gidiyormuş.
-Para bol ne de olsa!
-Ne oldu, miden bulandın gibi?
-Bu olayı dinledikten sonra nasıl olmamı bekliyorsun ki; Of!
-Anlatmasaydım keşke ya! Canım ya, kıyamam sana!
...
-Ne yazıyorsun sen yine ya?
-Senden dinlediğim o olaydan sonra, ancak yazarak kafamı dağıtabilirim diye düşündüm.
-Ne yazmışsın sen bakayım. Aaa, bana sorduğun soru: ’İnsan nedir?’ Cevap da bu mu?
-Yeni başladım, azar azar gidiyordum sona doğru işte!’Onlar bu hayatın anakronik mührüyle noterde tasdiklenmiş müdavimleridirler. Birkaç milyonluk sayıları ile azımsanmayacak derecede büyük bir toplum organıdırlar. Fakat bir organ içinde hemen hemen hepsinin çekirdeği olmak üzere tüm hücre yapıları farklı ve de ayrıktırlar. Venn şeması içerisinde gösterilmek üzere, dünya dışarıda evrensel bir küme mahiyetine bürünürken, kendileri de sosyolojik bir araştırmaya layık olacak kadar önemli bir mevkiye sahiptirler. Kim peki bunlar? ’
-İnsan mı bunlar? Hah hah...
-Gülme be, çok da güzel gidiyordum.
-Canım, sana bir şey diyeyim mi?
-Söyle bakayım, ne diyeceksin?
-Gel sana anlattığım olayı yazıya dökelim. Bence o daha güzel olur!
-Emin misin?
-Bana inanmıyor musun?
-İnanıyorum tabi ki de, acaba nasıl olur?
YORUMLAR
Sessiz harflerle yazılmış, bir alfabe yazı dizisi.. Buna ne kadar, "alfabe" denirse tabi?
Burda merak ettiğim, iki şey oluyor;
Birincisi; niye sesli harfler yok?
İkincisi; Z'ye varım nasıl olacak, Z'den sonra A'ya geçiş olacakmı?
Gibi mesela?
İyi gidiyorsun, içerik değil ama teknik olarak okutturuyor yazı kendini..
Ne de olsa, "iyi bir yazar, okurun merakını uyandırmalı.."
Saygılar..
seni seviyorum diyebilen bir dil kâinatın oluşumunu gözlerinde işleyen bir sihirdir bence...
alfabenin her harfi parmaklarında canlanmayı bekliyor...
sırasını savan anlam olmanın şavkını yansıtıyor okuyana...
harikasın erdemli duruşuna emeğin şafağını saydıran adam...
tebrikler...