- 2437 Okunma
- 30 Yorum
- 0 Beğeni
DİVANALTI TEKKESİ
Ne zaman işte böyle kapkaranlık olsa yeryüzü, ne zaman bütün diller sussa, ne zaman yalnızlığı çağrıştıran ayrıntılar sivriliverse karanlığın geniş bağrında, ben ipince bir tüy gibi süzülürüm boşlukta. Yoldan geçen kamyonların sert ve korkunç frenleri, rüzgarda uçuşan kuru yapraklar, komşunun tıkırdayıp duran çanak anteni, çöpteki tavuk kemiklerini pay edemeyen aç kedilerin ince hırıltıları, saatin ölümü anımsatan tıkırtıları, bana gönüllü soyunan sonsuz bir yalnızlığın merhabası gibi gelir.
Ben çok yaşadım aslında. Hiçbir şey kursağımda kalmadı. İki bacağımı açıp kapılara tırmandım mesela. Bir çarpı işareti gibi durdum ışığa karşı. Herkes gibi. Benim annem de herkesin annesi gibi yıktı kaşlarını bu halimi görünce. Sırtıma okkalı bir terlik yediğim de oldu. Fakat geçti. Her şey gibi. Ağlaya ağlaya divanın altına girdim. Orası benim kendimi büyüttüğüm kuytuydu. Divanın paslı ve bozuk yaylarına bakarken tanımladım hayatı. Bir yandan annemi bekledim, beni öpüp koklayıp gizlendiğim yerden çıkartması için, bir yandan bir mezarlık sediri gibi yapayalnız uzayıp dik durmayı öğrendim. Kerrat cetvelini orada ezber ettim. Dokuzlar bir sene uğraştırdı beni. Gittikçe artan sayılarıma yama yapacak bir şeyler bulmakta zorlandım. Paslı yaylar, parmaklarımın yetemediği yerde koştu imdadıma. Her insanın bir on birinciye ihtiyacı olduğunu divanın altında öğrendim ben. Bir de büyümenin de, kerrat cetveli gibi ilerledikçe genişleyen ve eldekilerin yetersiz kaldığı bir çoğalış olduğunu. İşte o vakit, varlığımdan daha büyük bir varlığa ihtiyacım olduğunu anladım.
En güzel uykulara da orada daldım. Burun akıntısıyla ve yavaş yavaş sokulan ağırlık, her seferinde hiç şaşmadan gelip buldu gözlerimi. Pek çok düşüncenin ardından yorgun düşüp, öğle vakti yerde para bulmuşçasına coşkuyla sarıldım uykuya. Basamak basamak rüya havuzuna inerken, ölü diri kimim varsa el salladı ardımdan. Ben divan altı rüyalarımda hep büyümüş halimi gördüm. Üstünde çileli anaların oturduğu divanların altında, tatlı rüyalar uçuşur muydu hiç? Ya yolumu keserlerdi okul dönüşü, bağırmak ister sesimi çıkartamazdım. Ya gürz gibi bir tokat inerdi yüzüme, döne döne yere düşerken bir tay yelesi gibi dağılırdı odaya saçlarım. Düşerken, kenarlarına macun çekili camların titrediğini duyardım. Mutfakta demlik kaynıyor olurdu. Güllü bir havlu sallanırdı tezgahın yanında. Tam düştüğüm yerde küçük bir bebek çıngırağı olurdu ekseri. Kapı aralığından, sarı saçları düğüm olmuş, mavi gözlerini dünya kadar açmış küçük bir çocuğun baktığını görürdüm. Yalan yok; şekerli düşler de gördüm ben. Fakat bu düşler Ramazan Bayramları kadardı.
Bir perdeydi divan altı. Beni zamanın yaşayan parçasından sakınan, görünmez kılan, büyülü ve sırlı bir perde. Orası hayata dahil değildi. Kabul ediyorum, özgür bir alan da değildi paslı yayların altı. Egemenlik annemin çileli oturuşlarınındı ve ben hiçbir zaman ondan bağımsız ne ağladım ne güldüm. Hep tuhaf bir anne kırığı oldu içimde. Arabesk bir mızıka melodisine sarılmış, alnı güneşle parıldayan, yarım bir siluet, gizliden gizliye dolandı peşimde. An oldu, birbirimize karıştık. Zaman geldi derin uçurumların iki zıt yanında kaldık. Fakat hiç ayrılmadık.
Bilmemem gereken şerleri de divan altında öğrendim.
Şayibe Abla çıktı geldi bir ikindi üzeri. Eteklerini toplayıp bacaklarının arasına sıkıştırdı. Divan eteğinin altından karanfilli patiklerini gördüm. Yine bir şey kırmışım, karşılığında kalbim kırılmış. Mübarek divan altı açmış bana müşfik bağrını. Kimseciklerin gizli sığınağımdan haberi yok. Kırıklığımın da son demlerindeyim. Az sonra mavi tülden elbisesiyle sokulacak gözlerime uyku meleği. Kendimi kadın göreceğim düşümde.
“Ablacığım gayri yetti benim çektiğim” diye başladı söze Şayibe Abla. Annem nasıl bir yüz ifadesiyle dinliyordu onu, ah bir görebilseydim. Bohça bohça açılırken mahrem sırlar, annemin rengi atmış mıydı? Isırmış mıydı nazikçe dudağını? Yere eğilmiş miydi kirpikleri?
Şayibe Ablanın kocası iki kadınlı. Bir gece ona uğrarmış bir gece öbür karısına. Bir de tutar öbür kadınla yaptıklarını anlatırmış Şayibe Ablaya. Zavallı kadın anlattıkça ağladı da iki gözünün yaşı sırılsıklam etti penyesinin yakasını. Annem hiç konuşmadı. Yattığım yerden gördüm; hiç kıpırdamadı topuk taşı kokulu ayakları. Öyle durdular yan yana. Bu onun içindeki yılgın sahranın yansımasıdır. Geniş, durgun, yakıcı ve ölüm kokulu bir çöl var annemin göğüs çatalında. İçindeki deli tayları dizginleyen, öfkesini boğan, cesaretini kıran, aydınlıktan tiksindiren bir çöl. Hayatın meşhur aheng-i reftarına yan çizecek olsa, kendi çölünün kumlarına batacak annem. Kendi kederinde boğulmaktan daha vahim ne var şu dünyada? O yüzden, hep sustu. Ya da duyulması hoşa gidecek şeyler söyledi konuşunca.
Akşam ezanına kadar oturdu Şayibe Abla. Sonra geldiğinden daha hafif bir kütleyle süzülüp gitti evine. Annemin ayakları kalınlaştı biraz daha. Kurak topraklara dönen topuklarına baka baka uyudum. O gün çok ayıp şeyler öğrendim velhasıl.
Hayat bu; mübarekle ayıp koyun koyuna. Yeryüzünün bir yanı necaset, bir yanı nimet. Ömür ise kalanlı bir bölme işlemi. Erdemin nefse bölünmesinden kalan yegane şey ayıplar. Yüz çevirdiğimiz, reddettiğimiz, kendimize bile itiraf edemediğimiz fakat hiçbir zaman terk etmediğimiz vazgeçilmezlerimiz ayıplar. Karanlık yorganımızla örteriz üzerlerini. En üryan anlarımızda gece gizler bizi. Rab, hiçbir zaman vurmaz yüzümüze ayıbımızı. Bilakis, saklar. Fakat biz iflah olmayız. Bunların hepsini divan altında düşündüm ben. Yaylara abanmış rutubet kokulu pamuk yatağın desenlerine baka baka.
Şimdi yok o divan. Abimin sünnetinde eskiciye sattılar onu. Yerine kanepe aldılar. Ben ve korkularım çırılçıplak ortada kaldık. Divanın güllü örtüsünün dürülüp yüklüğe kaldırıldığı, pamuk yatağının sökülüp bir çul üzerinde avluya serildiği, somyasının dar sofa kapısından zorla çıkartılıp eskici Nazım Efendinin kamyonetine yüklendiği gün, beni perdeleyecek, bana hayatı öğretecek başka eşyalar aradım. Hicret Takvimiyle tanışıklığım böyle başlamıştır.
Fakat bu daha derin ve daha ağrılı bir hikayedir. Belki herkesin yaşadığı, belki kimsenin önemsemediği, ya da unutmaya ant içtiği bir hikaye. Çocukluktan adamlığa geçişin hikayesi. Oyuncaklarımızı, küçük elbiselerimizi ve annemizin ninnilerini Şehriyar’ın develerine yükleyip, onların aksi istikametinde bir yola revan olduğumuz çağların hikayesi. Sancılı, çıplak ve korkak. Bir dal çıtırtısıyla havalanan serçeler kadar ürkek. Bütün acizliğimizi hırçın bir rüzgara sarıp gizlediğimiz, kalabalıkta esip gürlediğimiz, tenhalarda koca dünya gibi sular altında kaldığımız bir Sırat hikayesi. Bize yalnızlığımızı anlatan bir uçurum başı hikayesi.
Ben yazamam bu hikayeyi. Acıtır beni. Ağlamaktan ölürüz hepimiz. Geriye bizi okuyacak kimse kalmaz.
İnsan hüzündür. Hüznü faniliğinden gelir. İnsanı yazan ağıt yazar o yüzden. Size nasıl anlatırım çok ağlayacağımızı? Ezilip yoğrulacağımızı. Derimizin günden güne eskiyip acıyacağını…Nasıl anlatırım, sarılıp tutunduğumuz ne varsa çürüyüp toz olacağını ve bir gün; mandaldan kurtulan çamaşırlar gibi savrulacağını ruhlarımızın. Candan türettiklerimizin, veda dakikamızı bekleyeceklerini, sımsıcak düştüğümüz memleketlerden buz gibi çekip gideceğimizi…Kafa kağıtlarımızın tozlu çekmecelerde hükümsüz, mahzun ve mahpus kalacağını. Ayakkabılarımızın buruşup sertleşeceğini, entarilerimizin minder yüzü olacağını…
İşte yine gece…Koşup koşup aniden durduğumuz an. Bütün meşgalelerimizin, yarenlerimizin ve gölgelerimizin birer bilardo topu gibi deliklere doluştuğu vakit. Yalnızız biz. O kadar sessiz ki ortalık, göğüs kafesimizi tekmeleyen kalbimizin sesi çınlıyor kulaklarımızda.
Annem avuçlarını yıkadı da yattı şimdi. Sağ yanına döndü hayır rüya görmek için. Babam yorgun bir leylek artık. Yavru taşımayı çoktan bırakmış. Çekmiş koca kanatlarını karnına, artık şen sesler tütmeyen bacamıza tünemiş. O yüzden hastalık kokuyor evin içi. Nenemin kına kokulu ruhu dönüp duruyor odaları. Aralık bulsa uçup gidecek İdris Sadi Beyin yanına.
Mahalleye sis çökmüş. Yağmur yağacak sabaha. Bizim işportacı İlhan şemsiyeden parayı kıracak yine. Dükkan saçağının altına doluşan işçilere garezle bakacak Bakkal Saliha. Kedi Gorbaçov rugan çizmelerini yalayacak küçük okul çocuklarının. Ben bütün bu ağır cümleleri unutacağım sabah çayının buğusuyla. Annem oyası yırtık yaşmağını dolayacak yine başına. Çökelek süzecek. Sobayı yakacak. Sabah namazından sonra uykuyu haram edecek bana. Çanak çömlek sesi saracak benliğimi. Bir yerde gürültü varsa, o yerde hayat da vardır diye düşünüp teselli bulacağım. Annemin ezanla açtığı pencerelerden serin rüzgarlar girecek ciğerlerime. Unutacağım bu gecenin karanlık simasını. Sofanın orta yerine kuracağız soframızı. Babam inecek bacadan. Sabah haberlerini izleyecek söylene söylene. Belki o ara nenemin ruhu sıyrılır da çıkar bacadan. Az ferahlar hanemiz. Belki Şayibe Abla da gelir. Kocası öldü onun. Yüzü gülüyor. Bir de ayıp şeyler anlatmıyor artık.
Ben eşref saatlerini divan altında tüketen kafası geniş bir çocuğum. O yüzden biraz örümceklidir cümlelerim. Biraz rutubetli ve biraz modası geçkin. Siz kusuruma bakmayın benim. İnsanlık hakkında ne söylediysem hepsi yalan. Hicret Takviminden okudum onları size. Aslında biz hiç ölmeyeceğiz.
...ENGİNDENİZ...
(Resimdeki odadaki huzuru hissedebiliyor musunuz? Hangi lüks mobilyada var bu lezzet? Eskilerin ruh sağlığının neden bizden çok daha iyi olduğunu anlamak güç değil bu manzara karşısında.)
YORUMLAR
Merhaba, kendimi hedefe kilitlenmiş bir topluluğun koşar adım gider halinde, arkaları sıra tökezleyerek yetişmeye çalışan biri gibi hissettim bu kadar yorumdan sonra...
Dün sayfama düşmüştü adınız,fakat fırsat bulup paylaşamadım, üzgünüm...Yazınızı bir kaç kez okudum, sıkılmadan yorulmadan...
Anlatımınız ve betimlemeleriniz çok güçlü...Aslında hikaye herkesin hayatı olan sıradan bir yaşantı...Ancak malzemeyi o kadar ustalıkla kullanmışsınız ki farkındalık bu şekilde oluşmuş...
Olay ve olguları algılamak yetmemekte...Zihnin bunları özümseyerek "analiz" sonra da "sentez" yapması gerekiyor...
Sonra da fesih ve beliğ bir dille icra etmek ...Bu yetinin sizde fazlası ile olduğunu gözlemlemekteyiz...
Yazınızda öğretmenlerin yıllarca(şimdi de bazen) çarpım cetvelini öğrencilere nasıl bir işgence vesilesi yaptıklarını da gözlemledim...Bu, katlama sayıları dediğimiz yöntemle, ezberlenmeden rahatlıkla kavratılmaktdır.Bu da ayrı bir gözlem...
Biz bir çocuğun saatlerce divanın altında kalmaya itilmesi ynlışlığının sosyal ve psikolojik boyutlarını burada tartışmayacağız elbette...
Konumuz elbette edebiyat, bu işi de ustalıkla yaptığınızı yürekten ifade edebilirim...
Böyle bir yazının nüanslarındaki kimi ufak kırıntıları ustaya saygı adına nazar boncuğu sayalım...
Çok tebriklerimi ve saygılarımı gönderiyorum efendim...
Entellektüel-41 tarafından 12/8/2011 9:20:42 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Tekrar zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Sizleriniz mutluluk verdi. Saygılar.
Yazınıza ve yorumlara bakınca herkesin bir divan altı tekkesi olduğunu gördüm ve şaşırdım...Sadece benim var sanıyordum....
SElam ve saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Teşekkürler hocam. Saygılar selamlar.
Ne güzeldir eski divanlarımız, kaçıp saklanacak bir köşeydi..Çok eskilere gittim...çok....
Harika bir yazı bir öykü okudum . Ben de yürekten tebrik ve sevgilerimi yolluyorum...
Aynur Engindeniz
Sevgiler güzel arkadaşım.
Yaz kızım; Yazar yazısında düpedüz tekke propagandası yaptığından, 677 Sayılı Tekke Ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine Ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men Ve İlgasına Dair Kanuna muhalefetten ...........vs..vs
“Eskiye rağbet olsaydı bitpazarına nur yağarmış”...
Artık hangi atamız söylemişse bu atasözünü maşallah oda benim gibi konaklarda, saraylarda dadıların, lalaların elinde lüks mevki büyümüş zaar. “nikel-kübik mobilyalar, duvarda yağlı boyalar” her şey varda bir divanı yok garibimin. Hadi evde yok da müştemilatta damı yok allasen.
Yorumları okuyorum da, peki, öyleyse bu insanlardaki eskiye temayülü nasıl izah edeceğiz o zaman. Demek ki eskiye rağbet var. Yeter ki birisi deşsin.
Ve bu deşme işini sen çok iyi yapıyorsun.
Maşallah yazar değil, sanki vakanüvis, nerden aklında kalmış, o kadar detay. Taa o zamanlardan not mu tutmuşsun, yoksa dedenin günlüğümü eline geçti..... Demeyeceğim :- )
Yetenek, yetenek Allah vergisi herkese nasip olmuyor.
Çıtanı o kadar yükselttin ki bu yazının çeyreğini herhangi birimiz yazsak herhalde kurdeleyi makarası ile verirlerdi.
Tebrikler, selamlar, saygılar
Not: “Küçük-tefek” gibi yazım fantezilerine hiç lüzum ve ihtiyacın yok. Haa bir de şu çanak anten mevzusu aklıma takıldı. Anten neyse de çanak anten o kadar eskimi yav :-)
Aynur Engindeniz
Yazım fantazisi ne anlamadım ama, ben kullanılmayan kelimeler icat etmiyorum ki ustam. Zaten yaşayan ve Anadolunun içinde dipdiri duran günlük konuşma dilimizi kullanıyorum. Bakış açım da o yönde. Yani salon aşklarını, kavgalarını, siyasetlerini yazmaktansa, hergün her dakika binlercesi sahnelenen yaşam parçalarını yazmaya gayret ediyorum. Öykülerime bu ilgi nereden geliyor? Bugünün sıkıcılığından ve metalik renginden olabilir. Belki bu deli ne saçmalamış yine, bir bakayım arzusu olabilir. Belki herkesin içinde olan bir şeylere bastığımız için olabilir. Yani yeni bir şey icat etmiyorum. Kimsenin bilmediği şeyleri de yazmıyorum. Ve herkesin yazabileceği şeyler yazıyorum. Yani taklidi çok kolay bir tarz benimki :))
Kurdelayı makarasıyla verme sözünü herhalde yıllarca tebessümle anacağım İsmet Abim. Çok güzel espriydi ama estafurullah yani. Bunu sen mi söylüyorsun USTAA?
Vakanüvis nedir bilmiyorum ama senden öğreneceğim/iz çok şey var.Ayrıca belirteyim hafızam berbattır. Yani yazdıklarımın %95 hayal gücü :)) Geri kalanı yaşadıklarım ve gözlemlediklerim.
Belki birgün kendimi çok daha iyi ifade edebileceğim. Bütün bunlar yeteneğin yanında çalışmakla olacak işler. Gününün iki saatini yazmaya ayıran, kendiyle savaşan, çoğu zaman yenik düşen mağlup bir kumandan gibi, başımı klavyeye vura vura..." Hatirla oni, hatirla oni..." E geçmiş zaman yazıyoruz:))
Çanak anten işine gelince. Sevgili abim, buradaki vatandaş eskiyi hatırlıyor ama günümüze yakın bir zamanda yaşıyor. Giriş bölümünde bize yakın bir çağdan olayın içine damlıyor. Bu öyküyü de pek çok öyküm gibi, çalışma odamın penceresi önünde sokağa ve bahçeme nazır, karanlık ve rüzgarlı bir anda yazdığım için, giriş tamamen gerçek:)) Kediler anten sesi rüzgar falan. Yazmaya niyetim de yoktu aslında. Hastayım, öylesine zaman öldürüyordum ki, artık duramadı içimdeki küflü sözcükler.
Nen onları seviyorum. Bu megalomanlık olarak algılanmasın. Yazdıklarımdan ziyade içimde genişleyip büyüyen fakat kelimelerle tarif edemediğim duru ve dingin zamanların özlemini seviyorum. Herşeyin bir ederi olmadığı zamanları, anketlere düşmediğimiz, birer istatistik ögesi ve dolar işareti olarak görülmediğimiz, imgesiz ağlayışlarımızı ve ardına kadar gülümsemelerimizi...Annelerimizi...Bir tek benim değil, bütün herkesin annesini düşlediğim ve sessizce ellerinden öptüğüm o mübarek eski zaman kadınlarını hayal etmeyi seviyorum.
Şimdiki zamanla geçmiş zamanın sentezini mayalamayı başardığım vakit, yazılarım eski zaman işi olmaktan çıkacak biliyorum. Ama şunu da biliyorum, hiç bir zaman öz kültürümden uzak, aşk ekseninde dönen, içinde bolca bilgi çağı ögesi barındıran yazılar yazmayacağım. İstesem de yazamayacağım.
Belki birgün, eski yaşantılarımız modaya çıkar...Bu büyük bir hayal mi?
Senin beğenin bana beş makara kurdeladan daha mutluluk verir bilirsin. Biz o kurdelaları çok aldık. Şimdi başkaları bundan nasiplenmeli. Ben bugün bu kadar okunuyorsam, bunu aldığım seçkilerle adımı duyurmuş olmama borçluyum.
Benim muradım kalıcı olmak.
Çok konuştum değil mi :))
İsmet abi, sitemizin en renkli siması...Lütfen bizden gözlerini çekme. Biliyorum sen de herkes gibi hayatın salıncağındasın. Zamansızlık içinde ve bu memleket şartlarında bir aile büyütüyorsun. Ama senden öğreneceğim çok şey var hayata ve yazmaya dair.
Bu arada TS için üzüldüm :))
Sevgiler saygılar selamlar...
Sanırım on dokuz dakika sonra Güne gelecek bir öyküyü okudum. Büyük parantezlerin, öykü içinde mini öykülerin olduğu bir anlatım. Bazen yaşlı bir mahalleliyi dinlediğimi düşünüyorum, konudan konuya atlayan. Bugün bütün o açılan parantezler ya da kapılar belirli bir yere çıkıyor. Her şey kıvamında, her şey yerli yerinde. Gayet güzel olmuş.
Oh, bu arada on dakika kalmış.
İlhan Kemal tarafından 12/7/2011 11:51:22 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Saatten dakikadan haberim yok. Önemli de değil zaten. Siz layık görmüşsünüz, okurlarım beğenmiş ya; işte seçki budur bana göre.
Saygılar değerli yazar.
İlhan Kemal
Bu söz üzerine de bir iki şey söylemek isterim. Öncelikle belirteyim, sedir delisiyimdir. Hatta evimin salonuna boydan boya sedir yaptırmak istemiştim ama olmamıştı. Ben de kanepeyi sedire en yaklaşacak şekilde dizayn etmiştim (O dönemde evimin mobilyalarını ben çiziyordum).
Günlük hayatın gerekleri kullandıkları mobilyalara da yansıyor. Evet, divan şahane bir şey ama mekan büyüdükçe sınırlı kalıyor. Fotoğrafdaki odada için çok uygun ama duvarlar arası mesafe açıldığında insanların karşılıklı olma durumu ortadan kayboluyor. Ortaya kullanılmayan bir alan çıkıyor, vs. Resimdeki huzur ise mobilyalardan çok, taşıdığı pastoral havadan ileri geliyor. Düşük tempolu, az stresli bir dünyanın izleri taşındığı için gördüğümüzü rahatlatıcı buluyoruz. O odada elektrik prizi var mı, bilmiyorum. Eşler o sedirlere karşılıklı geçip, kucaklarında dizüstüler, birbirlerine bakmadan akşamları da çalışmaya başladıklarında mobilyalar aynı bile kalsa huzur ortadan kayboluyor.
Şayibe Ablanın sorunu divanda değil, kocasındaydı örneğin. Bugünün bir çok "mutsuz" insanından bence daha mutsuzdu. Özetle sorun mobilyalarda değil hayat temposunda, hayatımızda hedeflerimizde, yaşadığımız streslerde.
Aynur Engindeniz
Sedir merakınıza gerçekten hem sevindim hem şaşırdım. Pek o tarzı sevebilecek gibi durmuyorsunuz gözümdeki sanal profilde. Ama yanılmışım.
Tekrar teşekkür ediyorum size. Bu arada seçki konusunda sizi bu kaçıncı yanıltışım bilmiyorum:))
Daha güzel günlere inşallah.
İlhan Kemal
=> Bu arada seçki konusunda sizi bu kaçıncı yanıltışım bilmiyorum:))
=> Her astığı öykü güne gelebilecek kalitede olan üyelerimiz var. Eğer Kurulun amacı hep en iyi öyküyü güne getirmek olsaydı, her gün o yazarlar günde olurdu.
Aynur Engindeniz
İkisi de benden.
Doğru demişim ama. Şükür bu tür şeylere geniş bir pencereden bakabiliyorum. Yoksa İlhan Kemal, Ahad Karacan ve Chaotica öyküleri için çok üzülürdüm hatta neden hepsi güne güne gelmiyor diye haykırabilirdim....
Benim çocukluğumda somyalar vardı. İlk okul yıllarımda ise kanepeler süsledi odalarımızı. Bana geçmişi hatırlattın. Güzeldi be Aynur'cuğum hem de çok. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim sevgili yazarım. Sevgiler sana...
Aynur
senin bu engin düşselliğine hayranım...
Rabbim sana lutfeylemilş ve sen de bunu en güzel hali ile sergiliyorsun..
ve bu ne güzel ne latif bir rersim gerçekten
böyle bir evimiz olmalı bizim...böyle bir yuva isterim ya):
bura da sevgi ne güzeldir kim bilir
Rabbim en sevdiği hali ile yaşamayı nasib eylesin
Peygamber diyarı gibi sade ve sadık olarak..
"yüreğini çok sevdim"
o en gür hali ile hiç durmadan tıklasın
bir tıkında da ben olayım
dua t/adında
sevgimle
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ediyorum güzel sözlerin için. Bugün iyice pancar kesti yüzüm:))
Sevgiler canım.
Şayibe (şaibe) abladan yol çıkarak da hikâyeyi çözümleyebiliriz aslında.Zaten işimizi kolaylaştırmak için de yapmış olabilir böyle bir şeyi yazar. Hikâyeden apayrı bir şey
olarak düşünemeyiz kahramanları. Öyle ki onlar başlı başına hikâyedir.İşte biz de
bunu bilip,ona göre hareket ediyoruz.
‘Şayibe’karşımıza şaibe olarak çıkıyor daha çok,yani şüphe: yalan. Yazarın da en
sonda ‘’İnsanlık hakkında ne söylediysem hepsi yalan’’ deyişi bile açık bir tezahürüdür.
Tamamladı her şeyi.Topluyoruz.Gitmiyoruz…
Eski bir tarihten seslenmiş bizlere,dolayısıyla kelimeler de eski olacak o kadar,olmak
zorunda-sanki- kavramlar da keza; çünkü hikâyeyi canlı tutan bu ince ayrıntılardır.
Görmemezlikten gelemezsiniz bunları. Daha da ileri gideyim,olmazsa olmazların
başında gelir benim için.Ben böyle okumak isterim,böyle akmak isterim içine olayın,
ya da durumun. Ve çok özen gösterdiğiniz o kadar belli ki,bak burası keşke şöyle
olsaydı,gibi düşüncelere de girmiyorsunuz.Yani okura hiçbir şey bırakmamışsınız.Sadece okuyun,düşünün ve tabii tadını çıkarın okumanın, der gibi.Bize de bu düşüyor zaten.Mi?
Bir de küçük şeyler üzerinde durmanız beni daha da celbetti doğrusu.
Eşyadan yola çıkarak ki anlatışınız,ilgimi arttırdı hikâyeye olan.
Sonra
Kerrat cetveli’nin kullanma nedenini merak ettim,yine bir şeyler olmalı, ya da küçük
şeyleri beyhude kullanmamış olmalı,dedim.Evet amacıma ulaştım,hatta düşündüğüm
gibi de oldu.Dokuz’larla da bir bağlantısı var bu cetvelin.Çünkü okurken aklıma takılmıştı,bir yandan da böyle bir ihtimalin olabilirliğine kafa yoruyordum.Ta ki bitirene kadar.Yanılmadım.Yanıltmadınız.
‘’Kerrat cetveli’’: eskilerin çarpım tablosu için kullandıkları tanımlama. 'kere' kelimesinin Arapça çoğuludur. Rakamların birbirleriyle çarpımının toplam 90 adet olması nedeniyle kerrat ifadesi kullanılmıştır.
Şimdi, taşları yerine rahat bir şekilde oturtabiliriz, diye düşünüyorum.
‘aç kedilerin ince hırıltıları’’ kedilerin özel bir anını yakalamak gibidir,hayatımızda
olağanüstü şeyleri,olağanüstü kişileri yakalamak.’’ der Murathan Mungan. Biz o
ânı yakaladık mı acaba? Yoksa ânı yakalayacağız diye,kaçırdık mı o kişileri,o şeyleri.
Ben kediyi yakaladım.Gerisinden bana ne!
Şehriyar: Istanbul.
Yine, Istanbul’da soluklanıyoruz. E.. bu kadar şey anlatacaksınız,hele ki o eski
Divanaltı toplantıları hatırlatacaksınız; ama deyinmeyeceksiniz buraya.Mümkünsüz.
Her şey yavaş yavaş durulanıyor zihnimizde.
Anlattıklarım biraz karışık oldu sanırım,bunu da eski ve yeni zaman arasında
mekik dokurken ki halime bağlıyorum...
Antik bir çığlık attım, Hünkârım duydunuz mu?
Aynur Engindeniz
İtiraf ediyorum, kedi küçük bir detay olarak kaldı ama onların aç ve çaresiz mırıltıları hakikaten yalnızlığı ve acıyı çağrıştırır bende.
Bu öykünün diğerlerine göre daha düşünce ağırlıklı olması, anlaşılırlığını gölgeleyecek diye endişe etmiştim. Yorumlardan yanıldığı anladım.
Size çok teşekkür ederim. Okuyup emek harcayıp yazıyı açmanızdan dolayı. Bu öyküyü yazdığımda aldığım ilaçlardan dolayı gerçekten pek duru bir zihinde değildim ama, Rabbim utandırmadı çok şükür. Bunu da kazasız belasız atlattım :))
Yolunuz aydınlık olsun. Sonsuz saygılar selamlar.
Harun Aktaş
İşte bu! deyişiniz bile yetti.
Madem siz itiraf etmişsiniz,bende itiraf edeyim o zaman;kısasa kısas: Yazarların,şairlerin üstü kapalı olarak anlatmak istediklerini acizane bulmak benim en çok hoşuma giden yanıdır.Onların hayal dünyasını,onlardan müsaade almadan-belki de alıyorumdur bilmiyorum- bulmak bambaşka bir duygudur.Emin olun bu hikâyeyi yazmak kadar olmasa da,en az onunda kadar heyecanlı bir duygu seremonisidir. Nasıl oluyor bu?'' sorusu bile çaresiz kalıyor bu duygunun karşısında...
Çözemediğim şifre? Var o kadar çok ki,geriye kaldı: 899999999...
Çok mu ukala oldum ne...
Varolunuz...
Mehtap Yıldız
çocukluğumda kedilerden zaman zaman çok korkmuşumdur...birde başlarını çevirip mavlamaları yoku
sorma gitsin(.
eskiden kedilere taparmış insanlar. dinlediğim bazı hikayelerde cinlerle bağlantıları olduğu falan zihnimde taklavari bir kabus sahnesi oluşmuştu.
taki Ebu Hureyrenin ra.kedilere olan sevgisini öğrenene dek.
(:
aslında zaman zaman hala az biraz korkuyor gibiyim ama
fazla etki yapmıyor artık...büyüdüm artık çünkü...(
kedilerden söz açılınca paylaşmak istedim sevgili engindenizim...
muhabbet ile....
Aynur Engindeniz
Harun Bey, bahsettiğiniz duyguyu nadiren de olsa yaşarım ben de. Çoğunlukla kendime göre yorumlarım durumu. Eğer anlatım apaçık değilse şayet. Fakat sırlı cümlelerde inanın yazarlarla çok ters açıdan baktığımız oluyor duruma. Ama bu da güzeldir. Okuyucunun gözünde pek çok mana kazanır eserler. Siz hiç hedefi şaşırmadan çözüyorsunuz benim öykülerimi. Bu, niyeti anlaşılmak olan bir yazar için bulunmaz niöettir. Tekrar saygılar.
(.
önce puanımı verdim şimdi rahatça okuyabilirim
güne gelmesini dileyerek
canımsın benim...sevgimle
Aynur Engindeniz
Öperim gözlerinden.
Mehtap Yıldız
bir dahaki görüş gününe kadar sabredeceğiz güzeldaşım..
sesini saklımda tutacağım her gece söz
gündüzleride aklımda
yazan kalbin en engin huzura erişsin emi
sevgiler ve gözlerime eyvallah.(:
Aynur Engindeniz
Sevgiler en büyüğünden.
Davidoff
Çok özür.
Aynur Engindeniz
Güzel öykücü, sevgili dostum iyi ki varsın.
Aynur Engindeniz
Nerede bu evler. Ama aslında çok zor olmasa gerek bu güzellikleri yaşatmak. Bu bizim elimizde. Şahsen benim böyle bir odam olsun isterim ve bunun için uğraşacağım:)
Sevgiler güzel yüreğine gül kokulu.
AYSE 09
sevgimlesin bitanemmmmm
Divan altları bana kardeşimin anneme göre suç olan suçu işlediğinde saklandığı yerdi.
Ben görmüşsem hemen anneme söylerdim. Annem de oklavayı eline alır onu oradan çıkartırdı.
Bir kez de kaşa çıkmış orada uyuyakalmıştı .O zaman onu bayağı aradığımızı hatırlıyorum .
Keşke şimdi de öyle başımız sıkılınca sığınacağımız yerler olsa.
Güzel akıcı bir anlatımdı , sizi sevgiyle tebrik ediyorum..
Aynur Engindeniz
Okuman ve kıymetli katkın için çok çok teşekkür ederim. Sevgiler güzel yüreğine.
divan altı..
ben küçüken..
bizim evdede her evde olduğu gibi demir divanımız vardı..
ne zaman ağlamak durumunda kalsam onun altına girerdim..
kendimce düşünürdüm..
içli içli ağlardım..
divanın paslı tellerini gözetlerken çoğu uykuya dayardım..
ne yazıkki çok güzel anıların yok..
değişik bir yaklasımdan öyküleme yapmışsınız..
işte bir öykücüde olması gereken hayal gücü..
kullanmayı bilmek gerek..
tebrik ediyorum..sevgilerimle
Aynur Engindeniz
Sen de bendenmişsin ne güzel.
Teşekkür ediyorum okuduğun ve yanımda olduğun için.
Sevgiler çok çok.
Aynur Engindeniz
Beğenmene okumana sevindim canım. Teşekkür ediyorum çok ama pek çok. Bir de; ben de seni seviyorum:)
Aynur Engindeniz
söndürüyor ferini yavaş yavaş an
ışıltısını çoktan yitirmiş beyaz
siyah kaplıyor her yanı
gelecek uzak geçmiş yakın
ve mevsimlerden yaz...
gözlerim kapalı
dalıyorum...
saklambaç oynamakta
mahallenin oğlanları
ustaları ölmüş
al satıyor
bal satıyorlar
pembe tokalı kız çocukları...
gülüşmeler kıkırtılar...
seyir deyim ...
Okumuyor, seyrediyorum...
Ahad.
ahad karacan tarafından 12/7/2011 4:35:50 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ederim.
Aynur Engindeniz
Saygılar tekrar.
Mekteb'i divan altı,
altı üstü bi divan,
divan'ı kebir,
kebir'i cebir,
cebir'i kerrat,
kerrat cetveli,
cetvel düz değil,
gönlüm hoş değil,
görünen kuş değil,
kuşu kaçmış gönlüm,
gönlümü anlamayan gönülsüz,
gönülsüzüm şu yalan dünyada,
dünyamı kararttılar,
karanlık her yer,
yerim dar,
dar gözlüler,
gözlerim kör,
elimden tut ....
Aman Allah'ım vurmayın...
Bismillahirrahmanirrahim...
Divan altında bunun gibi nice rüyalar görürde zıplardık...
Değerli yazarım tebrik, takdir ve selamlarımla
İbrahim ERZURUMLU tarafından 12/7/2011 4:33:30 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ederim okuduğunuz ve beğendiğiniz için. Yorumunuz şiir gibi vesselam:))
Saygılar.
İbrahim ERZURUMLU
Ülviye Yaldızlıı
altı üstü bi divan,
divan'ı kebir,
kebir'i cebir,
cebir'i kerrat,
kerrat cetveli,
cetvel düz değil,
gönlüm hoş değil,
görünen kuş değil,
kuşu kaçmış gönlüm,
gönlümü anlamayan gönülsüz,
gönülsüzüm şu yalan dünyada,dünyamı kararttılar,
karanlık her yer,
yerim dar,
dar gözlüler,
gözlerim kör,
elimden tut ....
Aman Allah'ım vurmayın...
Bismillahirrahmanirrahim...
Divan altında bunun gibi nice rüyalar görürde zıplardık...
Bir kedi
bakışları zıpkın
bıyıkları arşa değen
mır mır
tıkır tıkır
kıkırdardık
divan altında
bir hasır
yarısı tahta
yarısı çızgili muşamma
yarızı anne terleği
beyaz çamaşırlar olurdu sepetlerde
bir ileri iki geri
kafamızı kaldırırken
saçlarımızı tutardı divanın yayları
ah saçım
saçımda bir bit
biti gaz odasına attılar
yandı
her biri bir çığlık
örümceklerimizin kocaman açılda gözleri
simsiyah örtündü perdeler
perdelerde laleler
lale kokuyor İstanbulda bir sokak
kale arkası
basık yassı bir ev
cumbalı dört koldan
sardılar
gece yarısı vardiyalı askerler
vurdular birini
birinin dişe ağrıdı
biri doğurdu sessizlikte kızı
nerdeyim ben...?
İbrahim ERZURUMLU
Aynur Engindeniz
Çok sık yazamayacağım artık İbrahim bey. Birşey farkettim. Bütün o büyük yazarlar iki üç ayda bir öykü yazarlarmış. Biz ise seri üretime geçtik maşallah:) Durup demlenmekte fayda var sanırım.
Teşekkürler tekrar.
Sultan sana da canım:)
İbrahim ERZURUMLU
Ülviye Yaldızlıı
Çok büyük yazar oluncaya kadar saptirik supturuk şeyler yazacağım:)
siz değerli abim ve ablalarım kadar büyük yazar olana kadar ferhatın fırınındaki ekmekler bana kırk yıl bilem yetmeyecek:))
Aynur Engindeniz
Yok yok. Kararım beni bağlar. Çok düşünüp az söyleyeceğim bundan gayri. Büyük bir yazar olmaya talip değilim, bunu hayal edecek kadar kafamı çarpmadım bir yerlere :))
Sen yaz Sultanım. Sen yazarken büyüyenlerdensin çünkü.
Ne tuhaf ...
Benim de öyle bir sığınağım vardı ... Demir bir karyola ... Kenarlarından sarkan fuşya rengi karanfil işlemeli etamin nasıl da gizlerdi düşlerimi, korkularımı ...
bizim de bir Naime ablamız vardı ... O da epey müstehcen anılar bırakırdı evimize, giderken ... Annem ''Kızlar kadınların arasında oturmaz, laf dinlemez!'' derdi de odaya gönderirdi beni ... Ama bakla sofa evimizde içtikleri kahvenin şapırtısı bile duyuludu işte ...
Sonra herşey öldü ...
Anlatımına bayıldım yine ... Nerelere gittim okurken bir bilsen ...
Kalemini severim ben senin e mi :)
Aynur Engindeniz
Herkesin bir divanı ya da ona benzer sığınağı vardır. Dedim ya zaten " Herkes gibi" diye. Senin de bizim tekkenin müridi çıkman ne hoş.
Ben de seni severim, senin bilemeyeceğin kadar güzel dostum.
Teşekkür ediyorum. Sevgiler.
gülkurusu
Ya kendimi bulamaytacak kadar kendime gömülüyorum ... ya da ulaşamayacak kadar uzaklaşıyorum kendimden ...
Orta yolu bulmam gerek ...
Ama emin olduğum tek şey senin dostluğun ... İyi ki varsın ...
ne şayibe ablalar gördük çocukluğumuzda, o zamanlar ilginç gelirdi, eteğni toplayarak oturması, arada bir camdan dışarı bakması, anlattığı şeylerse genelde hep aynıydı, büyüktü ya onlar...
mobilyalara gelince, sedir diyelim, on numadır valla hala hevesim geçmedi, arkadaşlarla genelde bu tip yerler bulup muhabbet ederiz sonunda birer acı kahve ve nargile oldummu, dumanlı dumanlı oy bizim oralar türküsü ne güzel çalınır ruhumuza....
yazı harikaydı kutlarım, beni orlara götürmeyi ve okutmayı başardı, kutlarımmm
sevgi ve saygılarım
Aynur Engindeniz
Öykümü okuduğunuz ve kıymetli görüşlerinizi bildirdiğiniz için teşekkür ederim. Gerilim öyküleri ne alemde? Uzun zamandır okumalarıma zaman ayıramıyorum. En kısa zamanda sayfanıza göz atacağım. Heyecanlı öykülerin kalemini takip etmekte fayda var.
Saygılar.
işgal
lanır, bi yere dev kazanlar kurar herkes karınca kanaat bir şeyler getirmiş, İşte biri fasulye, biri nohut vs falan Aşüre için. Kazanlar kaynar, muhabbet sohbet dostluklar pekişirmiş, eğlenilirmiş...
Bugünse bize dayatılan kültürümüzün tersine ne varsa yapıyoruz, ne Kültürden, ne dinimizden, ne de tarihimizden bir haberiz...
ve zaman kavramı o kadar yokki, kendimizden bile birhaber divaneyiz. İş hayatı denen kaosta günün belli bir saatinde gece olsun gündüz olsun, şarja takılıyoruz ve sonra iş yerine gidip pil misali gerekli hücreye bağlanıyoruz ve sürekli aynı döngü pilin işi bitene kadar, Kimse canlı olduğunun farkında değil kullanabildiğin kadar kullan...
Şu etiketler feminizim gibi, depresyon gibi vs...
Depresyon; çağımızın hastalığı mı?
Kesinlikle hayır, geçmişte biraz canım sıkkın, moralim bozuk gibi ifadelerle anılan ve arakadşlıkla, aileyle paylaşılarak geçen basit şeylerdi. Günümüzde bunların başında ilaç sektörü gelir, maddi kazançlarla sürekli topluma empoze ettiği ve buna etiket bir isim verdiği maddi çıkardır... Derki çağımızn vebası, yoğun iş temposu, ekonomik sıkıntılar, evlenememe vs kişide yarattığı psikolojik travmalar sürekli bu çıkmazı pompalar ve kaostan çıkış yolunu gözterir x ve x ilaçlar... Daha neler neler... benim çözümüm herşeye karşı duyarlı olmakla birlikte iç huzurda yatar ve bilgi! Her neyse saatlerce yazabilirim kusurabakma uzattımmm
Öykünü okudum çünkü önceki okuduklarım bana hayl kırıklığı vermedi, bir başkasını merakla okudum ve zevk aldım. Bence marifet okuyanda değil okutandadır... Ah sevindim öykümü hatırlamanıza, şu sıralar ben de vakit ayıramıyorum bu tür şeyler yazmaya... Ama şunu söylim kültürümüzde o kadar çok konu var ki, oturup düzgünce işlesek, holuvud bolivud, anca kopyasını yapabilrler çünkü zaten orjinali bu topraklarda...
neyse çok uzattım:)
sevgi ve saygılarımmm la
Aynur Engindeniz
Ben okuduğum ve beğendiğim yazıları kolay kolay unutmam. Bundaki hüner benim hafızamda değili, yazan kalemdedir:) Evet gerçekten biz Şark ülkesi olarak aslında masalların, efsanelerin büyü hikayelerinin tam göbeğindeyiz. Fakat bu yönümüzü edebiyata da sinemaya da yansıtamadık doğru dürüst. Dilerim bu konuda öncülerden olursunuz.
Saygılar.
işgal
Ben eşref saatlerini divan altında tüketen kafası geniş bir çocuğum. O yüzden biraz örümceklidir cümlelerim. Biraz rutubetli ve biraz modası geçkin
...........
Ben ise meftunu olmuşum o cümlelerin. Seni okumak bana ne kadar iyi geliyor biliyor musun Engindeniz'im ?
Normalde çok hızlı okurum ama bu senin öykülerin için geçerli değil. Tek bir harfini bile kaçırmadan, içime çeke çeke okuyorum seni. O güzel tasvirlerin, betimlemelerin arasında kaybolup gidiyor ve her defasında söylediğim gibi kendimi bir anda hikayenin içinde buluveriyorum.
Bazen bir kahve önünde soğuktan titriyorum, bazen de bir hastane koridorunda yaşam ile ölüme tanıklık ediyorum. Bu kez bir divan altıydı yerim ve orada en mahrem sırlara ve iç hesaplaşmalarıma vakıf oldum.
Resimdeki odanın huzuru bir yana senin okumanın huzuru anlatamayacağım kadar derin. Daim olsun o engin kalemin.
Çok ama pek çok sevgimle...
Aynur Engindeniz
Ben bu yorumlardan aldığım rüzgarla yürüyorum sanırım. Tabi akıl ekseninden kaymadan fazla gaza gelmeden. O yüzden samimiyetle söylenen her söz benim için altın değerinde. Sen ise bu konuda bana karşı oldukça bonkörsün. Beğenine layık olmak ne güzel.
Çok ama pek çok sevgiler benden sana...
Hamuş-71
Günışığım bilmez misin iltifat marifete tabiidir. Aslında bu konuda cimri olduğum bile söylenebilir :)
Ne desem ne kadar göklere çıkarsam az kalemini. Lütfen bu konuda benimle polemiğe girme :)
Rabbimden acil şifalar diliyorum senin için ki özletmeyesin kendini bu kadar.
Dua üzre...
Aynur Engindeniz
Öperim gözlerinden.
Duların için teşekkür ediyorum. Tekrar sevgiler cancağızım.
Ülviye Yaldızlıı
Az dedim, çok az yüreğim (sevilmek) istedi:)
Hamuş-71
Kimeydi bilmiyorum ama ben üstüme alındım bile müsaadenizle sevgili Sultan :)
Bizim gönül hanemiz oldukça büyüktür dostlarımız için.Sizde buyrun bir yer seçin kendinize.
Size de sevgim çok olsun. pek çok hemde :) Kalben...
Ülviye Yaldızlıı
Sevgi hep kalben hem ruhen güzelliklere...
Aynur Engindeniz
Hamuş-71
Seni hiç kırar mıyım biriciğim :) Hemen yaptım kahveleri kendime az şekerli Sevgili Sultanımıza kendi gibi bol şekerli ve misafirliğe gidiyorum az sonra :)
Ama sana kola yassahh :) Kendi ellerimle bir limonata ya da ayran' a ne dersin? Hadi hepimize afiyet olsun :)
Dostlukla...
Ülviye Yaldızlıı
Baki dostluklara...
Sende benim iki kaşımsın Aynurcuğum.Bilirsin ki kaşsız göz bir şeye benzemez:)
Ayrıca mayalı mısır ekmeği pişiriyorum.Son turları atıyor.Buyrun gelin .Yanına da çay, cola cola... kahvenin üzerine iyi gider.:)
Hamuş-71
Mısır ekmeği miii :) Ayran farz oldu şimdi yanına Sultanım :)
Aynur'um " yeter artık sayfamı meşgul ettiğiniz hadi bakalım herkes kendi sayfasına" demeden geliyorum ben...Çikolatalarımla :)
Ülviye Yaldızlıı
Ne istersen ben için fark etmez.Fasulye turşusu sever misin_?_ Hemen kavurayım .Bol soğanlı, biberli:)
Aynur Engindeniz
Öptüm ikinizi de...
Anlatınız sayın yazarım. Böyle güzel bir öyküye ağlasak da kafidir doğrusu. Çocukluğumuzun o hüzünlü dünyasına bizi götürdünüz. Kaleminiz var olsun.
Saygılarımı iletiyorum.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum. Saygılar.
FARQİN2101
Saygılarımla
Ah arkadaşım, ben, en kolay kerratta 9'ları öğrendim Rahmetli babacığım nur içinde yatsın, bana kerratı kendisi yazmıştı. Ve ezmerledikçe kolaylaşıyordu. En kısası da 9'lardı:
"9x9=81
9X10=90
Zorlandığını söyleseydin sana da verirdim babamın hazırladığı o yarım, sarı aritmetik kağıdına yazılmış rakamları.
Ayrıca örümceklerin zamana ağlarını germeye çalıştı o günlerde çerçiciden yün kırığıyla, çorap eskisiyle kırık leblebi mi yoksa iplikli şeker mi alman gerektiğini kulağına fısıldardım.
Neyse; o günlere örümcekler elbizlerini örttü.
Şayibe Abla'nın gülümsediğine bakma. O, rol kesiyor. Çünkü yalnızlığı onu ısıtmaktan çok uzak.
Mükemmeldi yine.
Paylaşım için teşekkürler, saygı öncelikli sevgiler.
Yükselenyıldız tarafından 12/7/2011 1:43:01 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Babanız ilgili bir babaymış, rahmeti bol olsun eğer ölmüşse.
Okuduğunuz ve katkıda bulunduğunuz için çok teşekkürler.
Saygılar selamlar.
İnsanların yüreğine dokunmayı biliyorsunuz ..Sizi okumak bana iyi geliyor.Saygılarımla...
Aynur Engindeniz
Saygılar çokça.
Resimdeki huzur hissettiğimiz gibi hissediyoruz yazıdaki özlemi ve hüznü :(
Off içimi ezdi bu yazı ya.
Özlediğim çocukluğum geldi aklıma ve korkularımdan saklandığım, şekli, ismi farklı divanaltları...
Canım yazarım bu yazı ayrı .
Özledikçe çocukluğumu dönüp dolaşıp okumalıyım bunu. Belki diner.
Teşekkürler, çok çok tebriğimle..
Sevgim daim...
Aynur Engindeniz
Öperim gözlerinden küçük dev yazarım.
Sevgiler.
O qué
aşk olsun ya 20 yaşında olana çocuk denir mi hiç:D
yerle bir ettin yazarlık şeysimizi:D
kariyer mariyer kalmadı!!!
öpüldün:))
Aynur Engindeniz
Herkesin bir gizli sığınağı vardır.Kendiyle yalnız kalmaya ihtiyacı olduğu zamanlar girer onun koynuna ve anlatır kendini-istediklerini-istemediklerini...
Benim kendi kendine konuştuğum zamanlar geldi aklıma..
Seni okuyunca kendimi buluyorum... Bulmak için okuyorum.Okudukça içime biriken yalnızlıklar beni benden götürüyor.Diyorum ki: yalnız değilmişim oysa hayatta.Hayatta değilim yalnız
Öyle işte. Böyle hayat.Bazen yalnızlıklar iyidir. Sus kalmak iyidir.İçin coşar .Yağmur sel olur cümleler dökülür ya.İşte ben o zaman daha çok çekiliri kabuğuma.Ben gizli kabuğuma sığınırım.Kendimi en çok o vakit anlarım...
Seni seven Sultan...
Aynur Engindeniz
Yaşanmışlıklarımızın da kalplerimiz kadar benzer olması ne kadar güzel. Sustum dişyorsun da, senin susuşun bile şiirsel yahu!
Seni seviyor bu gözler...
sığınılan bir liman ,her dalga sesi yankı yapar çarptıkça ve süzgecinden geçirir neyi anlatırlar ,nedir bu kaçışlar ve içindeki hüznü neden saklar bir divan altı kıvrılışları...
insanın kendini ifade etme biçimleri
kimi sığınır anne koynuna
kimi kaçar anne koynundan
kiminin laldır dilleri
kimi bir liman bulur kendince sığınacak
yine güzeldi
Aynur Engindeniz
Beğenmene sevindim. Bilirim zor iştir sana öykü beğendirmek:)
Teşekkürler çok çok...
Divanaltı mektebinde bende tedris ettim . Mektepden medreseye, medreseden mabede benim de benim de3 düşüncelerim yıkandı ışık sızdıran o karanlıkta ( bizim divan biraz daha kuytudaydı onun için paslı telleri çok görmedi gözüm. ben divanaltında hep yıldızsız gökyüzünü seyrettim.
Ama senin yanında kendimi birinci sınıftan terk hissettim şimdi.
Dediğin gibi resimdeki odada huzur var belki kına kokulu nenen uğramadığından, belki de divan olmadığından:)))))))))
senin kadar güzel dokunamadım geceye tebrik ediyorum
Aynur Engindeniz
Çalışmalara ara verdin yine. Yoksa ben mi kaçırıyorum seni. Bir kontrol edeceğim. Yokluğumda pek çok söz verenim kaytarmış, kelimelerini kendilerine saklamış:)
Sevdğim kalemlerden ve kişiliklerden birisin. Teşekkür ediyorum varlığın için.
reyya
şaka şaka ama ben konu bulamıyorum deneme tarzı da yazamıyorum
ama senin ilginle de mutlu oluyorum:))))
İnsan hüzündür. Hüznü faniliğinden gelir. İnsanı yazan ağıt yazar o yüzden. Size nasıl anlatırım çok ağlayacağımızı? Ezilip yoğrulacağımızı. Derimizin günden güne eskiyip acıyacağını…Nasıl anlatırım, sarılıp tutunduğumuz ne varsa çürüyüp toz olacağını ve bir gün; mandaldan kurtulan çamaşırlar gibi savrulacağını ruhlarımızın. Candan türettiklerimizin, veda dakikamızı bekleyeceklerini, sımsıcak düştüğümüz memleketlerden buz gibi çekip gideceğimizi…Kafa kağıtlarımızın tozlu çekmecelerde hükümsüz, mahzun ve mahpus kalacağını. Ayakkabılarımızın buruşup sertleşeceğini, entarilerimizin minder yüzü olacağını…
Bakmayın burasını çimdiklediğime,hepsini çok svedim ve yürkten kutladım.Selam,saygı...
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ediyorum değerli şair.
Saygılar.
Resimdeki oda Safranbolu'daki evimizin oturma odasıydı sanki, yok yok Müsellim hanım teyzeler vardı üçler de derlerdi, yaşlı üç kız kardeş onların odasına daha çok benziyor, Safranboludan ayrılmamdan yıllar sonra belgesellere çıkmıştı izlemiştim tv de çocukluğuma dönmüştüm.
Şu an o ev Müsellimler konağı adıyla konak pansiyon olarak işletiliyor, benim doğup büyüdüğüm ev de aynı şekilde.
Resim yine o günlere götürdü beni.
Benim de çok zamânım geçmiştir divan altlarında, çok saymışımdır paslı yayların kıvrımlarını, çok çarpmışımdır kafamı çıkarken biraz erken kaldırıp.
Yazılarınız hayatın ta kendisi ve emînim insanlara unuttuklarını hatırlatıyor hep, neş'esiyle, hüznüyle.
Yine muhteşemdi, soluksuz okudum.
Yürekten kutlarım.
Selam ve sevgiler değerli yazarım .
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ediyorum varlığınız ve katkınızdan dolayı.
Saygılar çok çok.
Bir kez daha zekanıza hayran oldum. Yirmi santimetrelik bir pencereden dünyanın nasıl göründüğü konusunda çok güzel yazılar. Bunu biri film yapsa diye düşündüm. Bunu nasıl yaptığınızı bilmiyorum ama her satırı oya gibi işlediğiniz halde okuyucunuz yorulmuyor. Bana tad veren en çok da bu olsa gerek.
Her zamanki gibi maaşallah diyorum.
Aynur Engindeniz
İyi ki varsınız. Rüzgar oluyor yelkenime sözleriniz.
Beğenilerimiz karşılıklı ve birbirimize aynı nazarlarla bakıyoruz. Ben de size maşallah diyorum sevgili yazarım.
Teşekkürler çok çok.
O divan altından izlenimler şahaneydi... Tanıdık coğrafya, ikiz hüzün ve de rengi hiç değişmeyen gözyaşları!
Divanın yaylarında büyüyen çocuklar, şimdi yerim dar demeye başladı...
Haydi hayırlısı bakalım..
Çok güzel betimlemeler, ayrıntı; fakat sıcakkanlı insan manzaraları... Muharrem Ayı dolayısıyla ayrı bir neşve satırlar arasında..
Hürmetle her daim..
Aynur Engindeniz
Usta, her zamanki gibi beğenmene sevindim. Ama hiç mi şurası şöyle olmasaydı ya da olsaydı diyeceğin bir yan yok? Taktir onur verici, fakat senin gibi dikaktli okurların eleştiirilerine de ihtiyacım/ız var.
Sanırım "n" den gidiyorsun. Kelime deryasında başkalaşmak üzere öyküne düşmek zamanıdır. Herkese şiddetle tavsiye edilir...Hakiki bir usta var karşımızda. (Bunlar biliyorsun ki, seni tanıdığımdan beri söylediğim sözler.KİMSEYE HAK ETMEDİĞİ LAFI SARFETMEM. Kimseye sayfasına gelene övgüler yağdırıyor DEDİRTMEM:)
Saygılar ve teşekkürler güzel ses...