- 1083 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
DESTİNA
DESTİNA
Dün gece sen uyurken
İsmini fısıldadım
Ve hayvanların korkunç
Öykülerini anlattım.
Yalçın kayalıklar üzerine inşa edilmiş Kantara kalesinin güneye bakan surları, Girne dağlarının ihtişamıyla kucaklaşmış gibiydi. Dağdan esen hafif yanık reçine kokusu Mesarya ovasından yükselen çitlembiklerle birleşmiş oradan da arşın yedi katına yükselmişti. Gecenin kör karanlığında Karpaz sırtları tüm heybetiyle sessizce uyumaktaydı. Islık gibi öten rüzgârın nefesi kalenin duvarlarına çarpıp, kayalıklardan aşağıya koşarak Mesarya yaylasının koynuna usulca girdi. Gökyüzünde oynaşan yıldızlardan kuyruklu olanı ani bir hareket ile kayıp usulca karanlığın içinde kayboluverdi. Kalenin gözetleme kulesinde uyuyan askerin başındaki miğfer düşüp taş zeminde yuvarlanınca, kuytu bir kenarda uyuyan kediler sersemleyerek kaçışıverdiler. Gecenin sessizliğini yırtan ani ses dalgaları taş duvarlara çarpıp kalenin burçlarına doğru yükseldi.
Su sarnıcının ıslak duvarlarında dolaşan beyaz bir el, sessizce demir kapının zincirlerini çözüp çıplak ayaklarıyla uçarcasına taş merdivenlerden süzüldü. Zifiri karanlığın derinliğinde parlayan masmavi gözleri açılıp kapandıkça denizin üzerinde parlayan yakamozları andırıyordu. Ölü beyazı yüzündeki ifadesizlik, saçlarının soluk sarısıyla birleşip oradan sırtındaki incecik geceliğin kumaşının havına yapışıp kalmıştı. Şeffaf bedeninin yumuşaklığını taşıyan çıplak ayakları, her adım atışında geceyi inletiyordu. İncecik ayak bileğine takılı olan zincirin topuzu yerde süründükçe, taşın ve demirin boğuşması sonucu ürpertici sesler çıkıyordu.
Beyaz el, sol tarafta ki savunma kulesinin merdivenlerinden sağ tarafa dönüp tonozlu odayı geçtikten sonra haç tonozlu odanın önünde durdu. Ahşap kapının koca demir tokmağını çevirip içeriye süzüldü. Kapının önünde uyuya kalmış olan askerin belindeki hançeri bir çırpıda alıp adımlarını hızlandırdı. Deniz tarafına bakan mazgallı odayı arkasında bırakıp kuzey batıya yöneldi. Ayın keskin ışığının parladığı koridorda ilerlerken, elindeki hançeri göğsüne sımsıkı bastırdı. Ölümün soğuk nefesi ciğerlerine dolarken, dudağının ucunda takılı kalmış buz gibi bir öpücük oracıkta asılı duruyordu.
Demir parmaklı camın ardında uluyan kurtların çığlıkları, nal şeklindeki kulenin içinden sızıp kalenin iç duvarlarına doğru yankı yapıyordu. Ahşap masanın etrafında sızıp kalmış askerleri geçip, üst kata çıkan merdivenleri tırmandı. Bir iki adım sonrasında taş koridorun sonunda ki kapıya ulaştı. Kapının her iki tarafında yanan meşalelerin aydınlığı gözlerini kamaştırdı. Beyaz avuçlarını uzatıp ateşin kızıllığına son verdi. Anında etrafı saran karanlığa aldırmadı. Bir adım sonrasında kapının diğer tarafındaydı.
Odanın tam orta yerindeydi.
Şöminede yanan odunların yanık kokusuna karışmış taptaze aşk kokusu midesini bulandırdı. Sımsıkı kapatılmış perdelerin üzerinde gezinen ateşin gölgeleri usulca raks etmekteydi. Rastgele etrafa saçılmış kıyafetler çıplak ayaklarının altında ezilmişti. Gözüne takılan somon rengi gecelik, hatıralarının canlanmasına neden oldu. Yüreğinin kocaman bir el tarafından ezildiğini hissetti.
Hayali bakışlarını yatağa doğru çevirdi.
***
Dün gece sen uyurken
Çiçeklere su verdim
Ve insanların korkunç
Öykülerini anlattım onlara.
Genç kadın elinde ki kasnağı kucağına bıraktı. Uzun süre ipek kumaş üzerine işlediği çiçek motifi ve hemen altına ki ismi süzdü.
Angelino henüz keşiften dönmemişti. Destina yüreği sızlayarak onu ne kadar çok özlediğini düşündü. Günlerdir sevgisini katarak sabırla işlediği ipek mendili parmağının ucuyla okşadı. Gözlerini kapadı. Sanki Angelino yanı başındaymış gibi hissetti. Şimdi başını avuçlarının arasına alıp sabırlı olmasını söyleyecek, onu ne kadar sevdiğini söylerken aynı zamanda boynunu öpücüklere boğacaktı. Genç kadın bir an ürperdi. Günlerdir solgun duran yanaklarına ateş bastığını hissetti. Elbisesinin eteklerini toparlayıp pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açmasıyla beraber yanan yüzüne vuran serin hava iyi geldi. Gözlerini kapatıp taze havayı soludu. Şimdi biraz daha iyiydi.
Odasının penceresi Karpaz sırtlarına doğru bakıyordu. Çoğu geceler Angelino, pencerenin alt kısmında bulunan kaya parçalarına tırmanarak genç kadının yatağına süzülürdü. Sabahın ilk ışıklarına kadar birbirlerinin olurlar, umutla gelecekten bahsederlerdi. Angelino sabırlı olmasını tembihler, zamanı geldiğinde kendisinin eşi olacağına söz verirdi. Lakin bunun için biraz zamana ihtiyacı vardı.
Angelino hırslı bir adamdı. Orduda henüz istediği mevkie kavuşamamıştı. Şu an yapacağı evlilik kendisine ayak bağı olabilirdi. Sevgilisinin hırsı Destina yı korkutuyordu. Zira beklemekten başka çaresi de yoktu. Çünkü onu çok seviyordu. Bazen bu sevgisi kendisini ürkütüyordu.
Günler birbirini kovalıyorken genç kadının hasreti bir o kadar büyüyordu. Her seferinde alışkın olduğu bu kısa ayrılıklara nedense bu sefer bir türlü alışamamıştı. Kendisinin dahi adlandıramadığı bir duygu boğazına dayanıyor orada düğüm haline gelip içinin daralmasına neden oluyordu. Kalenin eşsiz güzellikte doğaya sahip olan bahçesinde yaptığı kısa yürüyüşler dahi içinin sıkıntısını hafifletmeye yetmiyordu.
Akşamın alaca karanlığa dönüştüğü saatlerde bahçe gezintisinden odasına döndüğünde, yatağının üzerine bırakılmış notu görünce sevincinden deliye dönmüş gibi oldu.Titreyen parmaklarıyla zarfı bir çırpıda açtı. Kâğıdın üzerinde yazılan notu bir solukta okudu.
Canım sevgilim bu gece yarısından sonra, seni su sarnıcında bekliyor olacağım.
Senin olan.
Angelino.
Genç kadının yüreği bir kuş gibi çırpınıyordu. Defalarca mektubu öpüp kokladı. Duyduğu hasret bedeninin tüm uzuvlarında kol geziyordu. O kadar şaşkın ve âşıktı ki, neden Angelino nun kendisini su sanrıcında buluşmaya davet ettiğini düşünmedi bile.
Keşke düşünebilseydi.
***
Dün gece sen uyurken
Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden
Yeni bir isim verdim sana
Destina.
Su sarnıcının karanlık dip köşelerinde dolaşan farelerin bıyık altı gülüşmeleri, dudaklarında takılı kalmış son bir parça et parçasını çiğnemeleriyle son buldu. Avının lezzetinden mayışan ıslak tüylü bedenlerini, nemli duvara yaslayıp uykunun nefis koynuna bırakıverdiler.
Uzun zamandır kullanılmayan sarnıcın ıslak duvarlarından çıkan kesif nem kokusu; boşlukta daireler çizerek, tavanda ki pencereden dışarıya çıkmak için yol arıyordu. Karanlığın orta yerine vuran sönük ay ışığ;ı taş duvarları cansız bedeniyle yokluyor, yosunlaşmış taşların ardına saklanan tüm haşereler kaçışacak yer arıyordu.
Destina ince pelerinine sıkıca sarılıp titreyen bedenini kollarıyla soğuktan korumaya çalıştı. Bedeninin titremesine rağmen yanan yüreğinin ateşi yüzüne vurmuş, mavi gözleri alev saçıyor gibiydi.
Sarnıcın demir kapısını aralayıp içeriye adımını attı. Derişik nem kokusu genzini yaktı. Yarı karanlık üzerine doğru bir iki adım attı. Bakışlarını etrafta gezdirip cisimleri seçmeye çalışırken ayağına sürünen ıslak ve yumuşak şey yüzünden yüreği ağzına geldi. Elini boşluğa uzatarak nedensiz sağ tarafına doğru yöneldi. Hemen arkasında havada kavis çizerek yol alan hançerin gözlerine sadece ay şahit oldu.
Mavi gözlerinin son devinimleri usulca kirpiklerinin ardında kalırken, dudağının ucundan dökülen fısıltı yaklaşmakta olan çekirge faresinin havlamasına karıştı.
_ Angelino!
***
Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
Yaşamdan çok ölüme mahkûm olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için
Yaşamımın gizini vereceğim sana.
Hayali bakışlarını yatağa doğru çevirdi.
Kadının mürdüm rengi saçları beyaz çarşafın üzerinde sere serpe öylece duruyordu. Islak göz kapaklarının altında biriken ter damlaları, tuzluca dudağının ucuna doğru akıyordu. Erinçli dudak kıvrımları hazzın son safhasında takılı kalmış gibiydi. Esmer parmakları erkeğin saçlarının arasında takılı duruyordu. Angelino nun gür kıvrımlı siyah saçları ensesinden omuz başlarına doğru akıp gitmişti. Yay gibi gergin vücudu müstağni bir halde kadının karaşın bedenine yaslanmıştı.
Öylece.
Umarsız.
Arsız.
Mahkûm.
Genç kadının hayali şeffaf bedeni yatağın cibinliğinin üzerine tünedi. Tül cibinliğin üzerinde asılı olan inci taşların şıngırtısı odanın duvarlarında yankılandı. Oynaşan perdelerin gipür dantelâlarından aşağıya doğru sarkan cam taşlar teker teker yerlere saçıldı. Tavandan sarkan avizenin üçgen kristal taşları sallandıkça; üzerlerindeki toz zerrecikleri, havada süzülerek genç adamın yatağın dışında kalmış avucunun içine doğru yerleşti.
Soluk nemli dudaklarını kulağının dibine yanaştırdı. Tanıdık limoni kokusu burnuna çarptı.
İçi gıcıklandı.
Önemsemedi.
Önemsenmediği gibi.
Beyaz el havaya kalktı. Hançerin metal parıltısı önce duvara yansıdı. Ardından Angelino nun boğazında inip kalkan şah damarın üzerinde ki kızıllığa gömüldü.
Genç erkeğin boynundan fışkıran kan Destina nın yaşamının gizini öykülüyordu.
Öylece.
Umarsız.
Arsız.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
Üçüncü yazımı bitirdim.Yorulmasaydım devam edecektim. Nasip olursa yarın devam edeceğim...
Sagılarımla...
SEVİLAY DİLBER
keyifli olduğunuzda buyurun gelin...
selamlar...
çok güzel kurgulanmış harika bir yazıydı hayel gücünüzün çok derin olduğu aşikar kutlarım emeğinizi saygılarımla selamlar
SEVİLAY DİLBER
her şey gönlünüzce olsun..
sevgi ve selamlarımla..
SEVİLAY DİLBER
çok...çok .. teşekkür edrim..
saygı ve selamlar...