- 1103 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Diğer Boyuta Mektup / Bir İki Üç Tıp
Merhaba...
Merhaba kanadı kırık minik serçe... Düşününce ne kadar da klişe geliyor kulağa değil mi? Öyleydin ama, kanadı kırık minik bir serçe... Uçmuşsun sonunda özgürlüğe, duydum. Sana hoşça kal diyemedim, bana hoşça kal demedin... Bilirsin beni; tüm vedalar ısırır tinimi, sözcükler dilime dolanır, koca bir yumruk genzime oturur, yakar ( oysa ben giderken sana görüşürüz demiştim). Her gidiş ayrı bir yangın. Yanıklarımı üflemekten bitkinim. Kelimeleri süslemeye hiç mecâlim yok üstelik. Ama daha söyleyeceklerim vardı. Bırak serçem! Öyle çok oldu ki konuşmayalı, biraz içimi dökeyim.
İlk gençliğimin hem en tatlı anları, hem en büyük hayal kırıklıkları oldun sen, ama ben seni hep sevdim. Gülüşünü sevdim, ağlayışını sevdim, dışındaki çocuğu, içindeki yıkık kadını sevdim. Bana indirdiğin darbelerin ardından, tutup kolumdan kaldırışını, Önce beni ağlatıp, sonra gözümün yaşını silerken içindeki şevkâti sevdim. Ben sana hiç öfke beslemedim, bilesin istedim.
Tanıştığımız günü anımsadım gidişini duyduktan sonra. Tamamen hafızamdan silinmişti oysa. Bir düşünsene yarım ömür geçti üstünden, belki de daha fazla... Belkisi yok, senin için bir ömür... Dolayısıyla daha fazla. O müdavimi olduğumuz kafeteryada başımdaki korkunç ağrıya rağmen inatla otururken yanaşmıştın masaya. Seni daha önceleri de görmüştüm, ortak arkadaşlarımız olduğunu biliyordum. Masaya eğildin ve ’’ Canım fena sıkılıyor, okey falan oynasak mı?’’ diye sordun gülümseyerek. Öyle içten bir duruşun vardı ki; sana hayır demek olanaksızdı. Oyuna katılmaya niyetli olmasam da, aramıza katılmanı onayladım. ( İşte o gün, yanımda olmasa da, bugüne değin hep aklımda olan, arkadaşlığı ve arkadaşı için nesi varsa vermeye hazır olup, aynı zamanda neyim varsa isteyen seni tanıdım. Seni tanıdığıma asla pişman olmadım... ) Oyun tüm heyecanı ile sürerken, birden bana dönüp neden oynamadığımı sordun. Başımın çok ağrıdığı söylediğimde, ıstakanı masanın ortasına ittin ve ’’Arkadaşlar ; okey bitmiştir, şu andan itibaren bir-iki-üç-tıp oynuyoruz’’ deyip, kahkahayı bıraktın masanın orta yerine. O zaman anladım ki, sen benim önemlilerime katılacaksın. Sen masadan kalktıktan sonra, seni çok sevdiğimi, seninle çok iyi anlaşabileceğimi söyledim. İlk tepki, senin için vereceğim ilk kurbanı getirdi. ’’ Bırak şu topal kızı! Malın teki...’’Bir anda, masada senin aksayan bacağın ve yaşam felsefen anakonu olmuş, bu konunun mimarı ise pek bir eğlenmeye başlamıştı. Bir insanın engeli, başkalarına eğlence konusu olduğunda, benim gülecek hâlim kalmaz. Ağız dolusu bir öfkeyle masadan fırladım ve seni küçümseyene haddini bildirdim. Böylece hikâyemiz başladı. Ben seni çok sevdim...
Ah serçem, belki hiç sevilmediğinden, sevgiye de inanmadın sen. Sevene inanmadın. Çevrende sevilen kim varsa canını yaktın. Farkında mıydın bilmem, etrafındakilerin sevdiklerini ellerinden çekip alırken, belki kendini bir nebze üstün hissediyordun ama, her yalnız kaldığında kendine kırgınlığın ve çevrene öfken daha çok büyüyordu. Çevrenin sana tepkisi büyüyordu. Yalnızlığın çığ olup seni eziyordu. Hatırlar mısın, belki de hatırlamazsın ama ben hiç unutmadım; ilk aşkımı öpmek için, onunla öpüşüp bana sevginin gerçekte var olmadığını kanıtlamak için ne çok uğraşmıştın. Onunla öpüşmek hatta gerekirse sevişmek, senin eksikliğini yamayacaktı. Yaptın da... Bana gerçekten sevilmediğimi! gösterdin. Benim sevgiye inancım bitmedi. Peki sen? Sen yamandın mı, yama tuttun mu hiç bilemedim, mutlu oldun mu? Umarım olmuşsundur, bunu gönülden söylüyorum inan...
Aslında sen eksik değildin ki... Tanıdığım en neşeli, en cıvıl cıvıl kadındın, güzeldin, başarılıydın. Esasında çok şevkâtli, çok eğlenceliydin sen. Köprü altı maceralarımız bile roman olmaya yeterdi. Galata’da iki biradan sonra garsona ’’şişenin depozitosu var mı abi? ’’ sorusunun ardından ’hayır’ cevabı gelince bira şişesini denize fırlatmayla başlayıp,masadaki kül tablasını ödeyip onla devam eden, ilerleyen saatlerde fırlatacak bir şey kalmadıktan sonra ayakkabıları da atıp, eve giden yolda, vapur ve otobüse yalın ayak binen, eve vardığında ise, camiide abdest alırken ayakkabılarının çalındığını anlatan kaç deli var(dı) ki o zamanlar hayatımda. Bunca çılgınlığa rağmen; üvey annemle tartışsam, babamla bozuşsam, askerdeki ağabeyimi özlesem, teyzeme kızsam, işe geç kalsam, eve erken gitsem, yani ne olursa olsun, sığınacak dingin bir duraktın. Her anımda vardın...
Niye uçtun ki serçem? Bakma sen benim gitmeme! Ben seni hiç unutmadım. Marketin ortasına devirdiğimiz kutu mendillerin başında ’Sedef’e motor’ diye bağırıp, aynı anda tam tam dansı yaptığım başka bir arkadaşım olmadı benim. Hele bir de o esnada marketten içeri Sedef adasına gitmek için sözleşipte, senin bana ihtiyacın olduğu için ektiğim arkadaşım içeri girdiğinde ’’ Motor iskelesi buraya taşındı da, biz seni bekliyorduk ’’ diye olayı komediye çevireni hiç olmadı.
Seninle geçirdiğimiz yılbaşı geceleri, iş yemekleri, herhangi bir akşam, öylesine bir sabah kahvaltısı... Hiçbiri unutulmadı... Öyle çok kahkaha, öyle çok gözyaşı paylaştık ki birlikte, öyle çok dostluğunu, öyle çok hainliğini gördüm ki, o kadar çok konuşup birbirimizle, öyle çok sustuk ki birbirimize... Ne çok yıkıldık, ne çok ayaklandık birlikte. Özür dilerim, çok özür dilerim, ben gittim ve sen yalnız yıkıldın... Seni tutamadım... Seni kaldıramadım...
İki yıl evveldi, aradım seni... İstanbul büyük, bulamadım. Duydum ki iyice kırılmış kanatların, alkol, uyuşturucu ve yalnızlık. Hâlâ aynı sözü söylüyorlarmış ardından ’’ Bırakın şu topalı! Malın teki...’’ Toparlar dedim, yine uçar dedim... Hani derdin ya; ’’ Çok bilmişlik yapma, her şeyi bilemezsin! ’’ Bak haklı çıktım uçtun, bu sefer sen bilemedin.
Çok içiyormuşsun son zamanlarda. Yalnızmışsın da üstelik... Annen baban da yokmuş artık yanında ve sığınacak bir dal kalmamış etrafında. Hiç sevmezdin yalnızlığı.Öyle ya, en sefil açlıktır yalnızlık ve senin tahammülün olmadı hiç sefalete. Kendince mutluluklar aradın. Biliyorum bulamadın... Yoksa takıp şırıngayı koluna, ölüme uçar mıydın!
Başın ağrıyormuş... Duymadım, bilmedim, gitmiştim, uzağındaydım. Özür dilerim... Keşke yamacımda olsaydın, üfleseydim kırık kanadına. ’Bir- iki - üç- tıp’ deyip, sustursaydım dünyayı keşke, ilaç olabilseydim ağrıyan başına, biraz iyi gelseydim sana.
Geç kaldım değil mi? Mahşer dedikleri yer de çok gürültülü mü? Seni düşünüyorum, eğer düşüncemle ulaşabiliyorsam ağrılarına ’bir-iki-üç-tıp, hepsi bitti artık serçem ağlama’...
Hoş kal...
YORUMLAR
Zeynep Süberk
Sevgimle en dolusundan :)
Hanımefendi, dilinize, anlatımınıza, sızlatan duygunuza, duruşunuza hayranım.
Her zamanki gibi, son derece zarif buldum.
Kutluyorum. Sevgiler.
Zeynep Süberk
Birbirimize aynı yerden baktığımızı hissetmek ne hoş.
Sevgimle.
Kendine İyi Bak Derler Ve Giderler
"Kendine iyi bak. Çünkü bundan sonra ben yanında olmayacağım.
Olamayacağım. İstesem de istemesem de.’’ der Ömer Köroğlu.
Hikâyenizi okurken,aynı anda bu satırları da anımsadım doğrusu. Hoşça kal’’ sanırım aynı şeye delalettir,kendine iyi bak’la. İkisi de bir yaranın müjdesini veriyor. Doğru ya da yanlış,hiç önemli değil.Gerçek olan kelimelerin arkasında saklanıp,sessizce haykırmamız.Sonra neden,sonra nereye gitti’deriz kendi kendimize.
Ya da,
Murathan Mungan’ın da ifade ettiği gibi:
"Bazen bir insanın nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmek,
bütün bir insanlık tarihini bilmekten bile daha önem taşıyabiliyormuş meğer.
Dünyanın en önemli sorusu, birinin şu an nerede, nasıl, kimlerle olduğu olabiliyormuş..."
Bütün bu sözler gittikten sonra aklımıza gelir.Pişmanlıklar başlar.Keşkeler kapını çalar
durmadan beni al içeri,beni al içeri!
Hikâye’ de önemli olan biraz da, hatta çoğu zaman kendini bulmak değil midir?
İç sesim evet’ diye bağırıyor durmadan. Bizi anlatan,bize yakın hissettiğimiz
olaylar ilgimizi çeker. Bu hikâyenin kahramanları da o kadar uzak değiller değil mi bizden?
Yolda karşılıyoruz ekseriyetle O'nlarla.Selamlaşırız da.Tanımak zorunda değiliz'm;
ama biliyorum sanırım onları.Onlar da beni tanımıyorlar;ama benim varlığımdan
haberleri vardır.Bu yeterli işte.Tanımadığım insanların hikâyeleri;ancak içimizden olanların…
Akışı beğendim,kelimelerin zikzakları da çok hoşuma gitti.
Ve
Bayâ oldu sizden hikâye okumayalı doğrusu.
Ben, daha fazla…
Sus’tum…
Zeynep Süberk
İşte sevgili harun, tam da burası... İşte bu cümle tüm bu kelimelerin odak noktası. Ne kadar güzel bir açıdan bakmış, ne kadar net görmüşsün.
Güzel ziyaretin için içten teşekkür ederim :)
Zeynep Süberk
Sevgimle.