- 1762 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MEHRALİ BEY (3)
(3)
Mezarlığın ormana bakan kapısına gelen devriyelerin gözleri , iki nöbetçinin başlarına neler geldiğini bilmeden, hala onları aramaktaydı.
İçlerinden biri, nizami yürüyüşünü bozarak birden telaşla bağırdı;
- Komutanım! Komutanım!.Şuraya bakın!...
Hepsi birden, askerin eliyle işaret ettiği yere baktılar.
Mezarlık duvarlarının on beş yirmi metre ötesinde, ormanlık alana bakan yolda, hareketsiz bir şekilde yerde yatan iki kişi vardı.Hep birlikte oraya doğru koştular.
İlk önce komutanları olay yerine varmıştı.
- Aman allahım!.. Bunlar!. bunlar!. bizimkiler!...
diyebildi.
Hepsi korku dolu bakışlarla o an donup kaldılar. Manzara korkunçtu. Bir birlerinin bir kaç metre ötesinde, yerde yatan askerlerin kanları, çimlerin üzerinde neredeyse bir kan gölü oluşturmuş ve pıhtılaşmıştı.Cesetlerin birinin dili dışarıdaydı. Donuk gözleri, başına gelen şeye inanamamiş bir yüz ifadesiyle birlikte açık kalmış, neredeyse dışarıya fırlamıştı. Diğeri yüz üstü yatmakta ve yüzü kendi kanının içinde tanınmayacak durumdaydı.
Askerlerin ikisi, kan gölünün ortasındaki arkadaşlarının kaskatı kesilmiş cesetlerine bakamıyor, başlarını anlamsız bir şekilde sağa sola sallıyorlar, bir takım dualar mırıldanıyorlardı...
Bir anlık şaşkınlıktan sonra komutanları;
- Vasiliy! koş hemen garnizona haber ver! Nöbetçileri boğazlamışlar.
Asker, olanca hızıyla kasabaya doğru koşmaya başladı. Orada daha fazla kalmadığı ve geceki nöbeti kendisi tutmadığı için, Tanrı’ya dualar ediyordu.
Olay yerinde kalan askerler, olayın failleri hala oralardaymış gibi tüfeklerine sarılmış, yavaş ve dikkatli bir şekilde sağı solu kolaçan etmeye başladılar.
Fakat;
Sadece vadiden çıkıp, araba yolu boyunca kasabaya doğru ilerleyen derenin sesini ve kendi nefeslerini duyabiliyorlardı. Ortalıkta serçelerden başka hiç kimse yoktu...
Rus Garnizonu. Borçalı
Nefes nefese nizamiyenin önüne kadar koşan asker, kapıdaki nöbetçinin söylediklerini duymuyor, heyecanlı bir şekilde ve sessizce hep aynı sözcükleri tekrarlıyordu;
- Komutanı bulmalıyım!. Komutanı bulmalıyım!..Komutanı bulmalıyım!..
Yere çöktü.Beti benzi atmış, nefesini çevirmekte zorlanıyordu...
Nöbetçi asker, daha yarım saat önce nizamiyeden nöbet değişimine çıkan arkadaşının durumunu görünce o da telaşlandı.
Elini omuzuna koydu ve sarsarak;
- Ne oldu Vasiliy? Sakin ol biraz, ne olduğunu anlat !..
Asker, sakin olmak bir yana, ağlamaya başlamış, tekrar tekrar;
- Kesmişler!. kesmişler!. Krill ile Andrey’i kesmişler! mezarlığın orada!..orada...aman Allahım...korkunçtu.!..
deyip duruyor, ellerini alnına ve yüzüne vuruyor, ellerine koyacak yer bulamıyordu.
Durumun ciddiyetini anlayan nöbetçi asker, alarm düdüğünü öttürmeye başladı. Aradan bir kaç dakika ya geçmiş ya geçmemişti. Her taraf Rus askerleriyle dolmuştu.Etrafına üşüşen askerler Vasiliy’e bir bardak su içirmişler, birazcık sakinleştirdikten sonra olayı anlattırmış ve ona sıcak bir çay daha vermişlerdi. Anlatılanları duyunca hepsi dehşete düşmüştü.
Hemen Yüzbaşı Bariseviç’e haber saldılar. Anton Bariseviç, evli ve iki kız çocuğu olan, Çar’a sadakati şüphe götürmeyen, köklü bir aileden gelmiş bir Rus yüzbaşısı idi. Kasabada ki iki katlı ahşap bir evde oturmaktaydı.
Yirmi, yirmi beş dakika sonra Yüzbaşı Bariseviç apar topar gelmiş, nizamiyenin kapısında telaşla atından iniyordu.Bina girişindeki mermer basamakları çıkarken, bir taraftan önü açık üniformasının düğmelerini ilikliyor, bir taraftan da söyleniyordu;
-Allah kahretsin!. Ben olmadan hiç bir işi yürümez mi bu garnizonda.
Bie hışımla dış kapıdan içeriye girdi. Uzunca ve geniş koridoru geçip, birinci kat nerdivenlerine yöneldi. Garnizon, üçer katlı iki bloktan oluşmaktaydı. Odası, kasaba tarafındaki bloğun üçüncü katındaydı. Uykulu ve yorgun bir suratla ahşap merdivenlerden hızlı adımlarla odasına çıkmaya çalışırken,ikinci kat merdivenlerinde ayağı halıya takıldı. Az daha yere kapaklanıyordu. Belli ki, akşam votkayı yine fazla kaçırmıştı. Üzerindeki üniformanın son düğmesini iliklerken kendi odasının tam önündeydi. Askerlere dağılmalarını emretti.
Vasiliy’i odasına aldı.
- Ne oldu asker, sabahın körünü mü buldunuz? Hadi anlat bakalım!.
Vasiliy, hala olayın heyecanını üzerinden atamamıştı. Hazırolda durmaya çalışıyor, fakat dizlerinin ve ellerinin titremesine engel olamıyordu.Gözleri kan çanağı olmuş, sorulara kesik kesik konuşarak cevaplar veriyordu..
- Komutanım nöbetçilerimizi doğramışlar!.İkiside ölmüş!..
- Nerede evladım?
- Mezarlığın orada... Nöbet değişimi için gittik... Sabah komutanım... Bulamadık...Az sonra ormanlığa doğru onları gördük, yerde yatıyorlardı... Çok korkunçtu komutanım her yer kan içindeydi. Ölmüşlerdi komutanım. Birileri boğazlarını kesmişti.
- Kim buna cüret edebilir?
- ????...
- Tamam tamam sen çık. Bana emir erini çağır.
On beş dakika sonra yüzbaşı Bariseviç önde, seksen silahlı süvari arkasında, kasabanın taş yolundan nal sesleri ile olay yerine doğru dörtnala uzaklaştılar...
Fısıltı gazetesi, bir kaç saat içerisinde kasabanın her yerine olayı abartarak iletmiş, görevini yerine getirmişti...
Meraklı kasabalılardan bazıları da, kimi yayan, kimi atları ile olay yerine gelmiş, askerlerin cesetlerine uzaktan bakarken, aralarında fısır fısır konuşuyor, olay hakkında farklı hikayeler üretiyorlardı .
Askerler, cesetlerin üzerini örtmüş, etraflarına sivil hiç kimseyi yaklaştırmıyorlardı...
Çok geçmeden, dün gömülen Memilli Bey’in mezarının boş olduğu ve cesedinin çalınmış olduğunun farkına vardılar.
Failler belli olmuş gibiydi.
İşgal altındayken bu nasıl bir cüret idi. Her kim ve kimler olursa olsun misliyle cevap verileceğini bildikleri halde, nasıl böyle bir işe girişmişlerdi?
Mehrali’nin deli dolu yiğit bir kişi olduğunu bilen bazı kasabalılar;
- Kesin Mehrali yapmıştır komutanım. Bulun o katili!.
- Evet evet kesin odur, asmalı bu Kara Papak Türklerini!.
diye, komutana uzaktan seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.
Kasaba halkının çoğu, Rus ve Gürcüler den oluşmakta, Türk boyları ise onlardan uzaklarda ki dağ köylerinde yaşamaktaydı. Bu boylar, Kara Papaklar, Çerkez’ler ve Ahıska Türkleriydi. Rusların işgalinden sonra geleneklerinin ve yaşam şekillerinin asimle olmaması için onlardan uzaklaşmışlar ve dağ köylerine yerleşmişlerdi. Kasabada kalan Türkler ise, bunlara odunculuk yaparak yaranmaya çalışan yalaka ve işbirlikçi tayfası idi...
Öğlen olmadan garnizondan gelen yüz kişilik destekle birlikte sayıları iki yüz kişiyi bulan süvari birliği, atlarını Darvas köyüne doğru sürdüler..
Ahad...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.