41
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2176
Okunma
Her zaman bakımlı ve alımlıydı. Kuaföründen yeni çıkmış. Hafif makyajı ile bir başka güzeldi. Etrafındaki erkeklerin bakışlarını, gözaltından süzerken ben kadınım. Ben dişiyim. Ben üretkenim. Diyordu. Kendine güveni sonsuz. Seviyor. Seviliyordu.
Yürümesi güzelliğini pekiştirirken, havası an be an artıyor. Gelip geçenler:
“Helal olsun ne kadar güzel bir kadın, yüce rabbim verdin mide veriyor. Dünyada ne şanslı erkekler var.”
Diyenler, yüksek sesle, söylemeselerde o, duyar gibiydi.
Evine geldiğinde, kapıda her zamanki gibi, bakımlı Siyam
Kedisi Eliza karşıladı.
Kucağına aldı. Ojeli elleriyle uzun tüylerini okşadı.
Eliza nında hoşuna gitmiş olacak ki, kadının göğsüne iyice yaslandı.
“Biliyor musun? Eliza, ben en çok kocamı, sonrada seni seviyorum” diyerek yere bıraktı.
Sevdiği bir şarkının sözlerini mırıldanırken biraz sonra,
gelecek eşi için sofrayı keyifle hazırlamağa başladı.
Bu gün evlilik yıldönümüydü. Masada kuş sütü hariç her şey vardı. Kalın bir mumun etrafına saçtığı ışığın, yanında pahalı bir şarap şişesi duruyordu.
Çalan zille ayağa kalktı. Elizayla birlikte kapıyı açtı. Elinde nadide çiçeklerle yakışıklı kocası duruyordu.
“Hoş geldin hayatım”
“Hoş bulduk gülüm”
Diyen kocasına busesini kondurdu. El, ele tutuşarak yemek masasının başına geçtiler.
Doldurulan kadehlerden birer yudum alıp tekrar öpüştüler. Elizada şaşkın, şaşkın mutlu çifti seyrediyordu.
“Hayatım bu günde, çok ama çok güzelsin”
“Sende aşkım her zamanki yakışıklılığın üstünde, senin eşin olmanın mutluluğunu yaşıyorum.”
Diyerek kocasına iyice sokuldu.
Elleri birbirine kenetlendi. Nefesleri sıklaştı. içilen şarabın etkisiyle allaşan yanakların ateşi yükselmişti.
Kendisini hızla çeken kocasına hiçbir tepki göstermedi. İçindeki aleve hükmedemiyordu.
Kocası, ağzıyla ağzını kapadı. Belinden kavralayan ellerin esiri olmuş. Azgın akan bir nehrin sularına kapılmış gibiydi. Bir kuş hafifliğinde yatak odasının saten örtüleri üstüne yayıldı. Hoyratça elbiselerini soyan çok sevdiği kocasına hiçbir tepki göstermedi.
Tarifi mümkün olmayan hazzın merdivenlerini yavaş, yavaş çıkarken, ateş her tarafı sarmış. İki vücut bir olmanın evresini yaşıyordu.
Zaman durmuş haz alabildiğine şemsiyesini açarken bu eşi olmayan zevki doyasıya yaşıyor, karşılıklı inlemelerin melodisini bir tek Eliza duyuyordu.
Nefsin dur durak bilmeyen hâkimiyeti, nefeslerin sıklığı, hafif terlemenin ıslaklığıyla buluşuyor. Yaratanın üremek için verdiği bu mükâfatı sonuna kadar bencilce yaşıyorlardı. İşret karşılıklı doyum ile noktalanırken Tatlı yorgunluk bedenlerinde, hâkimiyetini göstermiş. İkiside yana düşmüştü,
“Harikaydın hayatım”
“Sende”
“Her şey çok güzelde, ne zaman bu odaya gelsek, Elizada geliyor. Bizi seyretmesine tahammül edemiyorum.”
“Biliyorsun uzak doğu seyahatimizde onu sen aldın. Dünyanın parasını verdik. Halada bakımı için veriyoruz. Bunu sen çok istedin. Benim sorunum değil.”
Yemek bile yemeden tatlı bir uykuya daldılar.
Eliza için eve gelen veteriner çok sağlıklı olduğunu, seyir defterinin ritmik işlediğini söyleyip, hatırı sayılır, vizite ücretini alıp giderken, Eliza hiç oralı olmadı. Asık yüzüyle sessizliğe bürünmüş neşesini de kaybetmişti. Belli ki huzursuz ve mutsuzdu.
“Seni hiç anlamıyorum Eliza bu surat asman beni kızdırıyor derdin ne? Neyin eksik? Söyler misin?”
Yıllarca susan Eliza birdenbire sevdiği sahibesine hışımla dönerek:
“Sevgili mirim sana saygı ve minnet doluyum. Artık konuşma zamanım geldi. Sözümü kesmeden beni dinlermisin?”
“Evet dinliyorum konuş”
“Siyamın yoksul sokaklarından beni kurtardın sağ ol. Bana hiçte beklemediğim bir hayat sundun. Doktorum var. Bakıcım var. Çeşidi bol olan iğrenç mamalarım var. Sıcak bir yuvam, beni her an gözeten hamim var. Kuaförüm var. Sevenim var.
Çok iyisin. Çok hoşsunda, bir gün beni doktoruma götürdün. Uyuttun. Uyandığım zaman yaşam benim için puslu oldu. Değişmiştim. Nedenini kendime sordum. Hiçbir cevap bulamadım. Her geçen gün düzeleceğim diye bekledim.
O andan itibaren renkler yalnız siyah beyaz oldu. Tat gitti. Yerini tekdüze bir yaşam aldı. Bir pilli bebek gibiydim. Duygularım yok olmuştu. Hissizdim. Kimsesizdim.
Bir beton gibi ağır, bir demir gibi soğuktum. Sana çok güvendiğim için bekledim. Değişen hiçbir şey olmadı. Günden güne bir hiç olduğumu anladım.
Geçen gün temizlik yapan kadın kapıyı açık bırakmıştı. Ürkerek dışarı çıktım. Yanıma çelimsiz, kaburgaları sayılı bir hemcinsim geldi.
Bana yaklaşırken korktum. Beni kokladı. Sürtündü. Nefesi ve vücudu ateş gibiydi. Ben ise soğuk ve durağandım. Bekledim. Yanaştı.
Beni dansa davet eder gibiydi. Hissim olmadığı için konum yoksuluydum. Beni süzen biçare sokak kedisi etrafımda dolanıp dururken cansız bir eşyaya çattığını anladı ki, beni küçümseyerek terk edip gitti.
Şimdi sana soruyorum? Neden benden bu yüce duyguyu aldın? Neden beni kısırlaştırdın? Yaradan üreyin mükâfatınız bol olacak demiş.
Koklaşmak, sevişmek, karşı cinsime kur yapmak, ana olmak, yavrularıma bakmak neslimi idame ettirmek, benimde hakkımdı.
Hangi güçle benden bunu alıyorsun. Sayılamayacak kadar pilli oyuncakların var. Bir yenisine ne gerek vardı. Onlar pille ben komutunla hareket ediyorum. Beni neden yaşayan bir ölü haline getirdin? Elinde tuttuğun bu oyuncağın vebalini kaldıracak
Güçte misin?
Senin yanında her şeyi olan biri değil de, arada sırada karnı doyan, bazende horlanan biri gibi yaşasaydım.
Atalarım aç, sefil ama özü gibi yaşamışlar. Bırak, vahşeti ve yoksulluğu tatsaydım.
Durgunluğum hırçınlığım, bundandır. Sahibem”
Sesini hiç çıkaramadı. Bu sorular karşısında donup kalmıştı. Aralarında geçen son konuşmaydı.
Eliza, bir gün açık bulduğu sokak kapısından bir daha dönmemek üzere çıkıp gitmişti. Onu tanıyan komşuları ölüm haberini getirdiler.
“Üzgünüm bayan kediniz sanki intihar edercesine arabamın önüne atladı. İnanın yapacak hiç bir şey yoktu.”
Şok olan kadın gözlerindeki yaşları silerken, üzgündü. Pişmandı. Çaresizdi. Bir daha evcil hayvan beslemeyeceğine yemin etti.