- 3129 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AŞIK VEYSEL'İN MİSTİK TARAFI
Alevilik, genel olarak halk şiirinden beslenir. Alevilikte bu şiirin kültürel birikim ve temeli bu inancı taşıyan âşıkların deyişleridir. Bu alanda en öndeki isim kuşkusuz Pir Sultan Abdal’dır. Onu Kaygusuz Abdal ve diğerleri takip eder. Türk halk şiirinde başlı başına ekol olan, şiirleri hâlâ önemini ve özelliğini koruyan Veysel de Alevidir, ama Veysel, bu kategoride yer almaz. Âşık Veysel’e kanaatimizce Sünnilerin sahip çıktığı kadar Aleviler çıkmamaktadır. Aslında önemli bir sosyal hadisedir bu. Bunun üzerinde Halk Edebiyatçılarının bir çalışmasının olduğunu sanmıyorum. Bir yığın (1) Alevi derneği içerisinde, ön planda olan Âşık Veysel adını taşıyanı yoktur. Neden yoktur? Cevabını gelin Âşık Veysel’den alalım:
“Yezit nedir, ne Kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi.
Şu âlemi yaratan bir
Odur külli şeye kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası.
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah’tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…” (2)
Bu üslup, İslam’ın tefrika ve fitneye karşı koyduğu kuralların şiirleştirilmiş halidir. Tasavvuf edebiyatımızda, Ahmet Yesevî ile başlayan bu anlayış, günümüz modern halk ve Batı tarzı şiirinde mistik bir anlayışın temsilcisi olarak görülür. Bu şiirine şair şu dörtlüklerle başlamaktadır:
“Allah birdir Peygamber Hak
Rabül âlemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası.
Kürt’ü, Türk’ü ve Çerkez’i
Hep Âdem’in oğlu-kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi”
Bu ifadeleriyle birlik duygusunu şuur haline getiren Âşık Veysel, ülke ve millet bütünlüğüne sadık doyurucu bir tavrın sahibidir. Şiirlerindeki bu birleştirici gayreti onun hayatında da görürüz.
Şairin, o sade hayatının ayrıntılarına indiğiniz zaman, böyle ifadelerin önemi daha da artmaktadır. Bir dönem siyasal iktidarı, şehir şehir gezdirerek Halkevlerinde Veysel’e sazıyla türkü söyletip şiirler okutmuş, ayrıca o dönem eğitimde Marksistleşme eğilimini besleyen Köy Enstitülerinde saz hocalığı yaptırmış ve onu bir anlamda iktidarın halkla bütünleşmesinde bir katalizör aracı olarak kullanmak istemiştir.. Böyle bir yakınlığa rağmen, Veysel, siyasi tercihe bile girmemiş ve hele Alevi-Sünni ayrımının başımıza ne belalar açacağını bu şiiriyle böyle dillendirmiştir. Tabii, bu kadarla da sınırlı bir bakış değildir onunki. Bir başka şiirinde ise daha net bir tavır ortaya koyarak şunları söyler:
“Aslım Türk’tür, elhamdülillah Müslüman
Şükür âmentü’ye etmişiz iman
Kalbime yaraşmaz şirk ile güman
Kalbimiz nur ile dolu sayılır” (3)
Aslında bu alanda söylediği şiirin tamamı uzun olduğu için buraya aldığımız sadece bu mısralardan ibaret değildir. Onun kitabının düzenlenmesinde kendisinin dahlinin ne kadar olduğunu bilmiyoruz, ama Divan geleneğine uyarak ilk kısma “Münacat” tarzındaki şiirleri alınmış. Bu şiirlerinin tamamında, saf İslam anlayışının derin izleri vardır:
“Binbir ismin bir cismin var
Oğlun, kızın ne hısmın var
Her bir irenkte resmin var
Nerde baksam orda sensin” (4)
Kur’an’da, “Yeryüzünde sizin için rengârenk yarattıklarında da öğüt alan bir toplum için gerçek bir ibret vardır.” (5) diye buyrulmaktadır. Şair bunu bir başka şiirinde söylediği “Zahir batın her irenkten görünür” (6) mısrasıyla da yeniden teyid edercesine anlatmaya çalışmaktadır.. Ayrıca, hemen bu mısrasının altında, “Nerde baksan orda hazır bulunur” ifadesiyle de netleştirmektedir. Şairin bu ifadesi, Kur’an’ın “Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın vechi oradadır” (7) mealindeki âyetinde, ve “O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” (8) ayetlerinin şiirleştirilmiş halidir:
“Her nesnede mevcud, her nesnede can,
Anın için dedik biz ona Canan
Evvel âhir odur onundur ferman
Ne sen var ne ben var bir tane gaffar” (9) kıtası “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” (10) ayetinin şiirleştirilmiş halidir.
Özellikle şu noktaya işaret edelim: Âşık Veysel, şiirlerine bu vahdanî uyarıları yüklerken, bu ayetleri okuyup bilerek mi hareket etti acaba? Gözlerinin görmemesi, yaşadığı dönemin dine ve inançlara mesafe koyan baskıcı ortamı dikkate alınırsa, büyük ihtimalle Kur’an’ın yukarıda metnini verdiğimiz ve benzerlerinin de sıkça geçtiği ayetleri görmesi ihtimali zayıftır. Bu durumda O, yaratılış hikmetinin kendi ruhuna yansımasını keşfetme gibi üstün bir seziş gücüyle bunları söylemiş olmalıdır. Bu da, onun bir manevi eğilim içinde olduğuna işaret etmektedir. Böyle değil de, bu ayetleri okuyup bunları yazmış ise, bu defa çok daha farklı bir kişilik emaresi ortaya koymakta ve Kur’an disiplini içerisinde bir hayat telakkisine bağlı kalmaktadır.
Her iki halde de, Âşık Veysel, ayırımcı değil birleştiricidir. Bir anlamda insanları bu ortak duyarlılık etrafına davet etmektedir.
Şairin bu tür söyleyişlerini çoğaltmak mümkündür. Bunların tamamında, derviş mizacının teslimiyetle noktalanan halini görürüz. Öyle ki, bunu şu ifadesi çok güzel anlatır: “Görenlere açık, körlere gizli” (11)
Bu sözün görme özrü olan bir insan tarafından söylenmesinin anlamı önemlidir. Onun burada söylediği “gören-kör” keyfiyetinin ana vasıtası “Göz” değil. “Gönül”dür. Tasavvufta Allah’ı idrak yolu önce iman sonra teslimiyetle sağlanır. Gönül, burada göz görevini üstlenir.
Kur’an’ın bu konudaki uyarısı açıktır: "Muhakkak size Rabbinizden basiretler (kalb gözleri) geldi. Artık kim hakkı (hakikati) görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse zararı kendisinedir..." (12) Bu ayetlerin işaret ettiği hususiyet fizikî görüş değil, mistik; metafizik kavrayıştır. Değilse, yine Kur’an da ayet açıktır: "Gözler onu göremez, O ise bütün gözleri görür.." (13) Bu ayette, insanın gözüyle Allah’ı görmesinin mümkün olmadığı bildirilmektedir. Ama onun “Ayetlerim” olarak işaret ettiği kâinatın düzeni bu görüşün niteliğinin farklı olduğunu göstermekte ve insanı "Doğu da, batı da Allah’ındır. Başını ne yana çevirirsen, Allah’ın Veçhi’ni görürsün!" (14) ayetiyle bakışındaki derinliğin farkına varılmasına davet etmektedir... İslam tasavvufunun temel anlayışı da bu ayetlerden beslenerek gelişmektedir.
Sonuç itibariyle bunları söyleyen bir insanı, bugün tartışılan Alevilik varyantları içerisinde oturtacak bir yer bulamayan Aleviler, onunla mesafeli olmayı tercih etmiş görünmektedir. Aslında, Alevilik gerçekten dini kavramada değişik bir yorum bir meşrep ise, Veysel’in bu anlayışta ön safta olması gerekir. Çünkü o, Aleviliği İslam’ın dışında herhangi bir yere çekmemektedir. Onun şiirindeki mistik öz bu anlayıştan beslenir ve onu büyüten yanı da burasıdır…
MUHSİNİLYAS SUBAŞI
_______________________________________
1 Sayılarının 279 olduğu söylenmektedir Akşam Gazetesi 12.01.2008
2 Âşık Veysel, Dostlar Beni Hatırlasın, (Der. Ümit Yaşar Oğuzcan), s.69. T.İş Bankası Yayını, İstanbul-1974
3 age.s.239 (Yavuz Bülent Bakiler, Âşık Veysel, s.44.Size Dergisi Yayını,İstanbul-2004)
4 , Âşık Veysel s.28.
5 Nahl; 16/ 13.
6 Âşık Veysel, . s.31.
7 Bakara; 2/ 115.
8 Hadid; 57/ 4
9 Âşık Veysel s. 33
10 Kaf; 50/ 16.
11 Âşık Veysel s. 32
12 Enam; 6/104
13 Enam; 6/103
14 Bakara; 2/115
YORUMLAR
Aşık Veysel'i ne güzel söylemiş her yerde , her tele vuruşta sözünü... Ayrılık değil birlik mesajları verdiği için midir bilinmez Alevilerin bazıları tarafından dile alınmazsa da sevilmediği.. Müslümanların arasına fitne tohumları ekenler dermekte şimdi...
Teşekkür ederim çok faydalı bir yazı... saygılar...