- 980 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Beyaz Ölüm
Okula gelmek için her gün dağda ki evlerinden sabah- akşam yol tepiyorlardı. Öyle dağa bayıra da araba çıkmazdı o zaman.Bin de bir. Kışın soğuğunu en belli ettiği günlerden bir gündü. Sınıfta yanan soba etrafında ısınmaya çalışıyorduk. Adımızın ne önemi var.Ha Ali ha Ayşe. Kısaca hepimiz öğrenmek aşkıyla yanan, filizlenmeye durmuş birer tohumduk.
Öğretmenimizin sınıfa girmesiyle hepimiz koşuşturarak yerlerimize oturduk. Öğretmenimiz uzun boylu, ince yapılı bir adamdı. Hep güler yüzlüydü. Bizlerle baba gibi anne gibi bir candan dost gibi ilgilenirdi.
Kapı çalındı. Her zaman ki gibi evleri uzak olduğu için geç kalan Cemile, Yasemin ve Ayşe sınıfa girdiler. Kalın paltoları yoktu onların.Sadece, yaz kış giydikleri hırkaları vardı, üzerlerinde.Dağlarda yaşayan insanlar genellikle fakir olurlardı. Üçü de üşümüş, yüzleri burunlarının ucuna kadar kızarmıştı. Yerlerine oturacakken öğretmenimiz" Az ısınıp öyle geçin yerlerinize" dedi. Sobanın başında ellerini ve üşüyen-titreyen bedenlerini ısıtmaya çalıştılar.
" Sizin kalın paltolarınız yok mu kızlar?"
Kızlar gözlerinin altından hem sınıfı kolaçan ediyorlar hem de başlarını kaldırıp öğretmene cevap veremiyorlardı.
" Artık bundan sonra gelmeyin okula siz!"
Bu söylem üzerine üçü birden başlarını kaldırıp, öğretmenin yüzüne baktılar.
Bir şeyler söylemek istiyorlardı ama, o kelimeler boğazlarına diziliyor çıkmak istemiyordu.
Başlarını tekrar eğdiler bu kez üçünün bakış alanı sobanın deliğinden firara yeltenen alevdi.
"Neden, gelmeyelim öğretmenim.Bir kusurumuz mu oldu. Bazen, sabahları kalkamıyoruz onun için geç kalıyoruz."
Deyip öğretmenin gözlerinin içine baktı Cemile... ve sonra diğerleri.Ve sınıfça bizde bu söylemine şaşırmıştık öğretmenin.
" Birincisi yolunuz çok uzak.Mevsim kış ve havalar çok soğuk.Yol da kurt- kuş bir şey çıkar kaçamazsınız. Baharda tekrar gelirsiniz. O zamana kadar kitaplarınızı okuyun ve size vereceğim testleri çözün. Ya da kasabada kalacağınız akrabanız falan var ise orada kalın.Böylelikle saatlerce yürüyeceğiniz yolda geçireceğiniz vakti uyuyarak ve dinlenerek geçirirsiniz."
Yoktu ki ...Herkes dağdaydı. Yada şehire çalışmaya gitmişlerdi.
:::
Cemile’nin babasının her gün okula gitmemesi için elinden geleni ardına koymadığını bilmiyordu öğretmen. " kız kısmı okurmuymuş:? Kır dizini otur evde. Okuyup da başımıza alim mi olacaksın?" Der hem kendi burnundan hem anasının burnundan fitil fitil getirirdi... İki ablası da okumamışlar daha onbeşlerinde kocaya gitmişlerdi... Yirmi yaşlarına gelmeden üçer çocuk anası olmuşlardı. Kocaları gurbet elde.Kendileri, çocukları yarı aç yarı perişan halde fakirlik içinde sürünüp duruyorlardı... Okuyacaktı Cemile. Her gün baba dayağı da yese, okuyacaktı. O ablaları gibi olmayacaktı işte.
Ayşe’nin de üvey anası zülum ederdi Ayşe’ye.Her işi gördürür de yine de Ayşe’yi babasına geçer her akşam en temizinden dayak attırırdı. “Gitmeyecek bu kız okula.Ben baş gelemiyorum. Bütün işler bana bakıyor,” deyip ev içinde olur olmaz yere kavga çıkarırdı.Fatura yine Ayşe’ye çıkardı.
Yasemin içlerinde belki de en şanslılarıydı. Anası babası diğer çocuklarını okutamamış olmanın ezikliğiyle sefalet içinde yaşıyorlardı .Ama Yasemin’in azmi ve okuma isteğine ikisi de ses etmemişlerdi. Bazı sabahlar namazı kılar kılmaz yanlarında yoldaş gidiyordu Ahmet bey. Ama sonra yaşının vermiş olduğu romatizma ağrıları belini bükmüştü. Tek destekçileri yanlarında gelmiyordu ama yine de okula gitmekten, okumaktan vazgeçmiyorlardı...
Kızlar yalnızdılar. İki saat sabah, iki saat akşam. Koskoca çamurlu yoldan okuma sevdasıyla aşıp geliyorlardı...
:::
Öğretmenin o söyleminden sonra kızlar bir daha okula gelmediler. Zaten kar, fırtına ortalığı kasıp kavuruyordu. Hiç kimse evinden çıkamıyordu. İki hafta süren yoğun kar ve tipi bir haftanın sonunda, güneşin yüzünü göstermesiyle yeniden canlanmıştı.
Okul tatili de bu sayede bitmişti. Bir gün sınıfın kapısı çalındı.Öğretmen" giriniz" Dedi.Yaşlı bir amca kapıyı açtı. Kapının aralığından içeriye bakındı. Durdu.Tekrar bakındı. " Buyur amca .Kime bakınmıştın?"
Adam, kapıyı usulca açıp içeriye girdi.Elinde kocaman ve kalın bir sopa vardı. Başında siyah bir kasket üzerinde yazlık bir ceket. Pantolonunda bir kaç yama vardı. Başka kıyafetlerden kesilip yamanmıştı pantolonu. Başındaki kasketi çıkarıp öğretmenin karşısında durdu. Tekrar sınıfa göz gezdirdi. " Şeyi soracaktım.Benim kız..."
Tekrar başını çevirip tüm çocukların yüzlerine baktı." Benim kız yok mu?"
“ Senin kızın kim amca?"
"Yasemin. Kızım Yasemine bakmıştım da"
Öğretmenin yüzü alı mor olmuş Sonra beyaza kesmişti. Heyecanla gelen adamın elini tuttu.
"Nasıl yani Yasemin yok mu?"
" Yok evladım.İki haftadır haberimiz yok. En son geçen Salı sabahı okula diye çıktılar kızlarla. Daha da geri gelmediler."
Diğer kızlarla mı. Onlar neredeler?"
“Onlarda yok. "
“Sabah onlar okula diye evden çıkınca adından kar yağışı ve fırtına başladı. Biz de her halde karın ve fırtınanın çok olmasından dolayı öğretmenleri onları alıkoydu evlerinde misafir ettiniz sandık.
Yaşlı adamın eli ayağı titremeye başladı. Şaşkınlıktan, bitkinlikten, çaresizlikten olduğu yere yığıldı.
Öğretmen bir yandan hademe’yi çağırıp kolonya su istedi. Biz de sıralarımızdan kalkıp yaşlı adamın başına toplaştık. Az sonra Hademe Ali amcanın elinde kolonya ve su şişesi sınıfa girdi. Biraz kolonya döküp yaşlı adama koklatıp, boynuna falan sürdü.Elini başının altından tutup kaldırıp suyu dudaklarının arasından ağzına döktü. Yaşlı adam biraz kendine gelir gibi olunca, öğretmenimiz hemen kalkıp hademeye “ al benim evin anahtarlarını. Bu amcayı benim eve götür. Yatır, istirahat etsin.” Sonra yerde upuzun yatan adama dönüp,” sen merak etme amca. Sana kızını ve diğer kızları bulacağım," dedi.
Sınıfın kapısını sertçe kapayarak, okuldan dışarı çıkan öğretmen soluğu karakolda aldı. Komutan hemen jandarmaları topladı. Bu arada tüm kasabanın bu olaydan haberi olmuş herkes hükümet konağının meydanına yığılmıştı. Arabası olanlar arabalarıyla. Olmayanlar yaya çıkmışlardı dağlık yola. Kadınlar ve çocuklarda kasabaya yakın girişleri araştırmak için dağılmışlardı her yere…
Her köşe her dip arandı. Akşamın soğuğu çıkmış, fırtına kasıp kavuruyordu ortalığı.
İnsanlar, kızlara ne olduğunu merak ediyorlardı.
-Kesin kurtlar yemiştir, sübyanları.
-Kurtlar yemiştir.
-Bir tane değil, sürüyle kurt saldırmıştır.
-Saldırmıştır, kaçamamışlardır.
Bir yandan da ağıtlar başlamıştı.
-Kaderiz kızlar.Can kızlar. Gencecik fidanlar, gün göremeden bebelerine kucaklarına alamadan, göçüp gitmişlerdi, dünya denen diyardan hemi?"
Jandarmalar, ve insanlar köpeklerin acı acı havlamalarıyla yönlerini dağın sık olan tarafına çevirdiler. Köpekler durmadan havlıyorlardı. Dağın içindeki köpek havlayışına, insanların uğultulu sesleri de karışmıştı.
Yasemin’in minik elleri ağaç dallarının arasında kalmış, bedeninden koparılmış et parçalarının arasından kemikleri görünüyordu. Bir şeylere engel olmak için çırpınmıştı. Ama sonuç başarısız olmuştu. Bedeni çırılçıplaktı. Bir küçük beden.Bir taze fidan. Bir gül goncası ki henüz açmaya başlamamış bile…
Biraz ileride Cemile yüzükoyun kapaklanmış, başını –yüzünü toprağın koynuna bırakmıştı. Ayşe ise ileride ki kayalığın arkasında bulunmuştu.
Otopsi için şehir hastanesine kaldırılmışlardı.
Üç fidan için evlerinde ateşler yandı.Ağıtlar kış günü ortalığı yaktı kavurdu. Hangi ana hangi baba hangi insan dayanırdı böylesi bir ölüme…
Herkesin kurtlar tarafından parçalandığını zanneden kasabalı, kızların önce tecavüze uğrayıp ardındanda boğularak tek tek öldürülmesine ve akabinde kurtlara yem olarak bırakılması ardından uzun süre yas tuttular…
Peki kimdi bu cani? Böyle bir şeyi yapanın adı insan(!) olamazdı.
Yakup…27 yaşında. Babasını öldürmekten yirmi yıl hapis istemiyle karar verilen ancakyedi yıl yattıktan sonra af ile salıverilen bir mahkum...
Dağlık köyünde evler birbirine yakın olmazdı. Herkesin evi kendi tarlasının başındaydı. Yakup da birkaç kez kızları okula gidip-gelirken görmüş, kendi kafasında hesaplar yapmıştı.
Sabah evden okula diye çıkan üç küçük kızın, yanlarında kimse olmadığını görünce takibe başlamış, ilk fırsatta da onları bir köşede kıstırıp tecavüz edip sonra da boğan Yakup, şimdi yüzlerce kişinin kendini hiç düşünmeden boğmak ve canını almak için yükselen seslerin altında, karakoldan çıkarılıp, şehir hapishanesine yollanmıştı.
Hapistekiler ya namusları için ya da başka türlü pisliklerden içeride yatan kişilerdi .Ve Yakup gibi tecavüz hele ki küçük kız çocuklarına yaptığı bu hunharca işkencelerin ardından, kendi koğuşlarına gelmeleri için Allah’a dua ediyorlardı.
Önce korunması ve herkesin bu olayı unutması için tek kişilik hücreye konmuş daha sonra da diğer mahkumların arasında ki yerini almıştı.
Hiç kimse iki ay önce kızlara tecavüz eden Yakup’u unutmamıştı.
Gece sabaha karşı Yakubun cesedi ranzanın üst demirine bağlanmış kemer ile asılarak intihar ettiği yönündeydi.
Ama işin iç yüzü hiç de öyle değildi…
Mahkumlar sabaha kadar vücudundan jiletle etlerini, dilini ve cinsel organını kesmişler dişlerini ve tırnaklarını tek tek sökmüşlerdi.
Ertesi gün gazetelere yansıyan başlık şöyleydi.
“ Üç küçük kıza tecavüzden dolayı bunalıma giren Yakup… vicdan azabına dayanamayarak hapishanede intihar etti.”
Foto: Abrurrahim Kahraman
YORUMLAR
Geçen günkü yazını teyid eder bir öyküydü...Ne acıki bu memleketin böyle bir dramı var...ve birileri kurbanları değil canileri destekler ya işte o yakar yüreğimi...İnsan hakları diye çıkarlar ortaya satılmışlar ya işte o büker belimi...Ne diyeyim Sultan öyle acıydı ki,
Hz.Ömer'in cahiliye dönemi aklıma geldi.Mübareğin kendisi bir hutbede şöyle haykırıyordu....
Ey Allah'ın ve Resulu'nun dostları,cahiliye dönemime ait şu iki şeyin birisi aklıma geldiğinde ciğerim dağlanır sattlerce ağlarım,diğerinde gülerim ...
Nedir Ya Ömer ? dediklerinde;
"Aklıma geldiğinde ağladığım şey: bizler cahiliye döneminde kız çocuklarını bir zul eziklik utanç sebebi sayardık. Bunun içinde onlardan kurtulmak için her yolu denerdik. Birinin kızı olduğu zaman o insanla alay edilirdi. Aha! Bakın bunun kızı olmuş. Benimde bir kızım olmuştu. Belli bir yaşa kadar onu büyüttüm. Ama bir gün onu götürüp bir çukur kazdım. Onu içine yatırdım ve üzerini toprakla kapatıyordum. Diri diri gömdüğüm o masum yavrucakta benim elbisemdeki tozları kiri minik elleriyle temizliyordu. Ben ise bu kadar babasına düşkün evladımı gömmeye devam ettim ve o masum yavruyu diri diri gömerek öldürdüm. İşte bu olay karşısında duygulanır ve ağlarım.?
Ya Ömer! Peki güldüğün olay nedir?
Bizler yine cahiliye döneminde özellikle uzun yolculuğa çıkacağımız zaman ve sair zamanlarda kendimize helvadan putlar yapardık. Yolculuk boyunca gün boyunca onlara tapınırdık. Bu arada o helvadan yaptığımız putlar kururdu. Bir o kadarda lezzetlenirdi. Bizlerde acıktığımız zaman o taptığımız ilah saydığımız putların kollarını bacaklarını koparır onları bir güzel yerdik. İşte bu olay aklıma geldiğinde de kendimi tutamaz gülerim...
İşte bugün maalesef o cahiliye günlerinin kat ba kat fazlası yaşanmaya başladı...rabbim muhafaza etsin tüm dostları ve onların yakınlarını...
Selamlarımla
"Minicik elleri titremişti yine de vazgeçmemişlerdi okuma sevdasından...
Ve nereden bilirlerdi karda kışta kurda yem olmaktan daha kötü bir şeyin olacağını..
Ya bitirdin beni... Yüreğine sağlık...
Öyküyü okuyor gibi değil, yaşıyor gibi okudum... Canlandı gözümde... Offf..
Ama bittim ben şu an... Elim ayağım buz tuttu resmen...
TEBRİKLER HÜRREM SULTANIM... Yalnız bişey var. onun intihar değilde , diğer mahkumlarca öldürüldüğünü yazsalar belki başka olurdu, canı için caydırıcı olmazmıydı. Hapse düşünce başına gelecekleri bilerek daha temiz yaşmak yoluna giderler belki, hani yatar yatar çıkarım. ooo ekmek elden su gölden yerine, vay anam hapse düşersem vallahi, heleki tecavüz sebebinden, yandım halim harap olur diye düşünürler.. Bu da caydırıcı olur. Ne de olsa bizde idam yok Yasal olarak.:)))
sevgilerim sana hürrem hatunnn.