- 568 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CANLARIN CAN SAVAŞI
Bu katıldığı kaçıncı savaşıydı, kendisi bile bilmiyordu. Gene de her seferinde sanki ilk defa katılıyormuşçasına, hep aynı korkuyu duymuş ve heyecanlanmıştı.
Derin bir sessizlik çökmüştü savaş meydanına. Koca bir ordu kuşları bile ürkütmeyecek bir şekilde savaş düzeni almak için sağa sola koşuşturup duruyorlardı. Bu asla taktik icabı değildi. Çünkü hemen karşılarında bulunan düşmanı görecek ve görünecek kadar birbirlerine yakındılar. Ama karşı tarafta da aynı sessizlik hakimdi. Belli ki, onlarda çok korkuyorlardı.
En arkada tüm heybet ve ihtişamıyla Kral ile hemen yanıbaşında Vezir duruyordu. Onlara gizlice baktı asker. “Acaba onlarda da korku var mıydı?” diye düşündü. İkisinde de hiçbir korku ve endişe belirtisi yoktu. Peki, neden ikisi de fillerden oluşan askeri birlikleri yanlarına yerleştirmişlerdi? Yoksa filler ve hemen onların yanı başlarında duran atlı süvari birliklere güvendikleri için mi korku duymuyorlardı? Ne onlara ne de olanlara bir anlam verememişti, hiçbir şey anlamadı asker. Neden tüm rütbeliler en arkada sıralanmışlardı?.. “Biz daha cesuruz da ondan” diye düşündü asker, en ön safta olduğu için kendiyle gurur duydu.
Kendilerine ait iki kale arasında hat şeklinde sıralanmışlardı. Savaş her an başlayabilirdi. Kalelerde en keskin gözlere sahip gözcüler vardı, onlardan gelecek işareti bekliyorlardı.
Kalenin birinden duyulan borazan sesiyle birlikte Kral, Vezirine eğilerek, askerlerin duyamayacağı sesle bir şeyler söyledi. Vezir büyük bir saygı göstererek, “emredersiniz kralım” dedi ve askerlere var gücüyle bağırdı, “Hücuuum!.. “
Hepsinde olduğu gibi, korku bizim askerinde tüm benliğini sarmış, gelip tam dilinin ucunda düğümlenmişti. Korkuyordu. Korkudan zangır zangır titrediğini hissetti. Ve o da diğer askerler gibi korkuyla avazı çıktığı kadar bağırdı, “Ben kormuyoruuum!.. Hadi arkadaşlar, hücuuum...”
Ön cephede bulunan askerler kahramanca ileri atıldılar. Artık savaş başlamıştı. Arka taraftan Kral, taktiklerini Vezire veriyor, o da bir sağa bir sola koşuşturarak emirleri yüksek sesle tekrarlıyordu. “ Sol taraftan saldırın... Süvariler şu gediği tıkayın düşmanın geçmesine izin vermeyin... Hey, fil birliği siz sağa kayın düşmanı acımadan ezin... Askerler ileri, hadi aslanlarım saldırın...”
Ortalık birden toz ve duman bulutuna bulanmıştı. Havada kan sıçratan kılıçlar acımasızca sallanırken hiç kimse ne düşen kellelerin, ne de acıdan kıvranan insanların farkındaydı.
Ne bağırtıları ne de bağırdığını duyuyordu asker. Sadece yaşama içgüdüsüyle kendinden geçmiş bir halde hesapsızca kılıcını sallayıp duruyordu. Her düşman askerini yere serdiğinde karşısına yeni bir düşman askeri çıkıyor ve her seferinde de savaşa yeniden başlıyordu. Yerde cansız yatan arkadaşlarını gördükçe tüm yorgunluğunu unutup, korkularından aldığı güçle bağırıyor, bağırdıkça da saldırıyordu. Ortalıkta ne düzen kalmıştı ne de taktik. Bütün birlikler birbirine karışmış, var güçleriyle ya öldürüyorlar ya da ölüyorlardı!.. Kalelerden ok yağmuru başlamış, fil birlikleri, atlı süvariler, askerler hep iç içe girmişlerdi. Öyle ki, Vezir bile kılıcını kınından çıkarmış askerler gibi kahramanca savaşırken emirler vermeye devam ediyordu, “Krallarına saldırın, saldırın ve onu öldürün, hadi aslanlarım...”
Hava kararmak üzereydi. Düşman askerleri oldukça azalmış, kalanlar da var güçleriyle Krallarını korumak için savaşıyorlardı. Vezir, kalan fil birliğini soldan, atlı süvarileri sağdan düşman Kralına saldırmak için gönderdi. Kendiside bir gurup askeri yanına alarak ortadan saldırıya geçti. “Hadi cengâverlerim dayanın az kaldı. Krallarını ele geçirdik mi zafer bizim...”
Gerçekten düşman Kralı da her şeyin bittiğinin farkında olmalıydı ki, büyük korkuyla bir sağa bir sola kaçıp duruyordu. Ortalıkta ne kendisi için savaşacak ne de kendisini savunacak askerleri kalmıştı. Son bir umutla kendini bir tarafa attığında kanını donduran buz gibi sesle irkildi, “işin bitti, ‘Şah ve mat’...” bu bizim askerin sesiydi.
Savaş bitmişti. Ortalık kan revan içinde her iki tarafın yaralı ve ölüleriyle doluydu. Sonra bir el uzandı yerde yatan askerleri ayırt etmeden toplayarak bir kutuya doldurmaya başladı. Yerden havalanan tüm asker, atlar ve askerler yeniden cana geliyor ve başka bir zaman yeniden savaşmak için istirahata çekiliyorlardı. Damalı savaş tahtası duvara asıldığında hayat kaldığı yerden tekrar devam etmeye başladı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.