- 526 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Dağ Başı
Adamın gözlerindeki uçurumu fark etmez göründüm. Sapa bir yerdeydik. Az ötede gerçek uçurumlar... Ben sadece birkaç parça yiyecek bir şeyler almak için gelmiştim bu dükkan bozuntusuna. Böyle bir dağ başında aç ve susuz kalmaktan beni kurtaracak her şeyi sonuna dek kabullenmeye hazır, bu döküntü binaya içimden sevinç çığlıkları atarak bir çırpıda yaklaşmıştım.
Öylesine bir gezinti nerelere sürüklemişti beni! Biz insanlar rüzgar olmaya soyunsak da bir şeyler ille de hatırlatıyordu bize kendimizi. Sınırlarımıza çarpıp duruyorduk bir süre sonra. Rüzgarımız bir dalın üzerinde takılıp kalıyordu. Su arıyorduk, içimizde çöl yangınları... “Şöyle bir sucuk ekmek olsa” diye öyle bir tablo çiziyorduk ki zihnimizde, rüzgar olup her şeye meydan okuyan o asi ruh ihtiyaçlarımız karşısındaki bu aczimizi görünce, “nerdeyim ben” diyerek apar topar terk ediyordu bizi.
Adama cola ve açlığımı biraz olsun bastıracak bir şeyler sipariş ederken gözlerine bakmamaya özen gösteriyordum. Az önceki bakışma sırasında göreceğimi görmüştüm çünkü. Adam bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde çok fazla insan yüzü görmüyordu muhtemelen. Böyle bir yere gelmeyi göze alabilenlerse ancak erkek olabilirdi.
Ben susuzluğumu ve açlığımı çoktan unutmuş, O’nun çok güzel bir karısı olduğunu, bu durumda dağ başında da olsa önüne bir kadın olarak çıkmamın benimle ilgili herhangi bir tehlikeyi işaret etmediğini telkin etmeye çalışsam da kendime, adam an be an daha beter bir açıklıkla ne kadar yanıldığımı çarpıyordu yüzüme. Hayır, en azından bir aydır bu dükkandan bir kadın girmemişti… Ve nefesinin sıklaşmasına bakılırsa da güzel bir karısı yoktu.
Kadın olmanın rüzgar olmayı daha da beter zorlaştıran o yanını sergiliyordu yüzünde beliren o çirkin sırıtış. Bir erkek olsaydım yorgunluk, açlık ve susuzluğa daha güçlü karşı koyabilecek olsam da bir noktadan sonra bir kadından çok da farkım kalmayacaktı bedensel ihtiyaçlar karşısındaki aczim yönünden. Yığılıp kalacaktım bir yere. Yiyecek, içecek bir şeyler bulmaya girişecektim. Ama asla özgürlüğüm, bedenime yönelmiş yılışık bakışlarla tehdit edilmeyecekti. Bir kadının o bakışlar karşısında duyduğu aşağılanmadan zerre kadar haberim olmayacaktı.
Bir motor sesi yırttı adamın gözlerindeki karanlığı… İlk kez bir et parçasıymışım gibi bakmadı bana. Bir araba durmuştu dükkanın kapısında. Uzakları buraya getirmiş, adamı mağara devrinden kalma o vahşi yaratıktan çok uzak, dükkanında müşterisinin memnuniyetini her şeyin üstünde tutan, işinin ehli esnaf haline getirmişti bir anda.
Arabadan inen adam bir şeyler sezmişçesine ikimize bakıyordu. Dükkan sahibinin apar topar yüzünden silmeye çalıştığı o suçüstü yakalanma ifadesinden geriye bir şeyler kalmış olmalıydı ki çok özlediğim o medeni dünyadan bir gülüşle, beni gideceğim yere kadar götürmeyi teklif eti. Ardından da adama buz gibi bir bakış fırlatarak bana siparişimi vermek için ne beklediğini sordu.
Az sonra bir arabanın içinde ilerliyordum. Özgürce esmemi önleyen pek çok şeyden biri olarak çok gerilerde kalmıştı artık o köhne dükkan ve sahibinin karanlığı… Pencereden rüzgar giriyordu. Direksiyonun başındaki adamsa o dükkan sahibi gibi bakmıyordu hiç. Çok güzel bir ifade vardı gözlerinde. Rüzgar olmama izin veren… Güzel bir karısı ya da sevgilisi olmalıydı.