gerizekalı...
O sıra cehennem kapılarını ardına kadar açmıştı,
küflü ciğerlerine şahsımı soluyordu,
oysa Azrail’le ilk karşılaşmam değildi,
entelektüel bir tiptir sanılanın aksine…
Ölüm denen şey ebedi mutluluk muydu?
Cennete girmem mümkün olsa muhtemelen!
Halbuki yaşamın tüm virajlarından atlatmıştım
küfrümün her dilini, şipşak adamın arşivinde olduğu gibi durur…
tabi eşinin vajinasında sınırı geçirmediyse…
Eski bir türkü gibi, “Ezanlar bizim için okunuyor sevgilim…”
Kimliğime nüfuz eden saçma sapan melankolik ülkemin
Karamsar notaları…
Düş treni yaklaşıyor biletsiz yolcu almaz bunlar…
rica minnet mümkün değildir…
elimdekilerse yırtık, paramparça.
Kondüktörü çekip tenhaya eski usül tekniklerle hallettim…
Bir şey değil, lavuğun elbiseleri bol geldi, göze batmasak bari,
bilet kesmeyi de bilmem ama neyse, önüme gelene bir tekme…
İndiğim ilk durak, delilerin takıldığı huni kent.
Hiçte yadırgamadılar beni, yıllardır tanışıyormuşçasına…
Delilerin önde geleni, kuytu köşede ama yer altı sularına bakan
masaya davet etti, on numara rakı sofrası,
uzaktan bana bakan ve eskiden takıldığım fahişeyle benzerliği yanı sıra,
tanıdık gelen güzel kadın masanın ortasına atladı,
yekpare eteğini yukarı ovuşturarak bir şeyler mırıldandı…
Cebime elimi attım, çok param vardı,
daha önce fark etmemişim, nereden geldi bunlar?
Amaan neyse, saçtım her yana… kadın kevaşe gözlerle beni süzdü,
asi bir parmak şıklattı, oda ne müzik… ve dansı muhteşemdi… deli lan bunlar…
Biraz masa altından biraz da apış aralarından sıvıştım, akılıların mekanına gitmeliyim.
Caddelerden birine sürtme kuvvetinin en belirgin etkisiyle,
kıvılcımlı ataşe kıvraklığında, aradığımı buldum,
pinekleyen bir it vardı, cinsi belli değil
şu azınlık olanlardan herhalde, eş cinsel tip…
“Naber evlat…” Dedim zekice de tavır yapmayı unutmadım, hani aklı başında mekanı ya!
“Niye geldin lan geri zekâlı?” Demez mi… geri zekâlı özel isim oluyor aslında burada, ben olduğumdan… ama üstüme pek alınmadım, onun için küçük ifade ettim.
Kelleyi boynuna kıstırmış bir adam geliyordu karşıdan,
çıkışı soracaktım, yaklaştı… hiç bana bakmıyordu, birden dereler akmaz oldu,
koca işaret parmağını kaldırdı burnunun soğuktan kızarmış doğalgaz tüneline
soktu, bunu yaparken tecrübeli olduğu da hiç gözden kaçmıyordu…
yaşını başını almış yanda oturan, oturaklı kadına yaklaştım…
“Piişt hanfendi, yolun sonu görünüyo…” Dedim…
Kafama çantasından iz çaldı,
“Sapık, benim senin yaşında oğlum var…” Dedi… Buda çok anlamsız geldi…
Gotik… yazıyordu tabelada, girdim ben de…
değişik bir şeyler özlemlemiştim, kızarmış tavuk kokusu duyuluyordu…
vay canına ve profiterol, bu kokular nereden geliyordu?
iki sevgili durağan hayatın içinde durağandılar; güneşin batışında el ele bankta oturuyorlardı ama uzaktılar birbirine, çok uzak; bankın uçlarındaydı kaseleri ve hiç konuşmuyorlardı, etrafıma baktığımda; burada ki en normal tipler onlardı, iki başlı insanlar vardı, biri kadın biri erkek her biri diğer iki başlılarla öpüşüyordu, dişi olan diğerinin erkeğiyle, erkek olan diğer iki başlının kadınıyla..! Tavuk gibi kızarmışlardı, nedense artık canım tavuk istemez oldu… bir kadın çömelmiş, ölmüş sevgilisinin yüzüne işiyordu, çikolata kokusu yoğundu… aman Allahım profiterol kokusu buydu…
Büyük ihtimalle, gerçek olmayacak derece de saçmalasaydım,
çok daha iyisini yapardım..!
YORUMLAR
işgal
Sıradışı bir kalemsiniz. Takip etmek lazım. Birbirinin aynı cümleler okutmuyorsunuz ve her defasında farklı bir tat veriyor çalışmalarınız.
Saygılar.
işgal
bir masalım var, masal bölümünde, bişmiş...
eskiden rüyamda görüp yazdığım şeylerden,
vaktin olursa tabi okursan sevinirim
düşüncelerini önemsiyorum:)
işgal
aslında niye yazdığımı da bilmiyorum:) en azından güldürücü olduğunu öğrendim sayende...
teşekkürler...
meselci
Belki de sen hâlâ haklısın.
Okur, kendine göre yorumlar yazıyı.
:)