- 815 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
l
-Müziğin sesini son ses açmasan olmaz değil mi? Kapat şu lanet dört artı bir midir, beş artı bir midir; ne zıkkımdır, kapat, düşünemiyorum.
-Ne oldu canım? Hem bu ses ne böyle, bu ne ya ciddi tak tak?
-Ne ne? Bir şey olduğu yok! Daktilo aldım eve gelirken.
-Sanki pazardan iki kilo elma alıp, gelmişsin gibi söylüyorsun. Acayipsin vallahi!
Bugün yine beni anlamadı. Anlamayacağını zaten biliyordum. Hem anlasa şaşardım, anlasa yine ağlamazdım; o yatağımıza girdikten sonra, ben bu tahta sandalyenin üzerinde. Neydi ki günahım benim? Yoksa İsa için atfedilen günah, tek değil miydi? Gelip geçen onlarca rüya sonrası yıl sonra, küçücük bir rolüm dahi yoktu. Yaşamak adına oynadığım küçük bir rol! Her şey önceden öyle güzel kurgulanmıştı ki, romanın sonunda ne olacağım dahi belliydi. Ama heyecan olsun diye, o sonun, o adı ’ölüm olan son yolculuğun nasıl olacağını bilmiyordum.
-Ben yatıyorum. Hadi sen de bırak şu tak tak’ı da gel yatağa.
Hayır, hayır hayır gitmeyecektim bu sefer. Ne olursa olsun, sabaha kadar yazacaktım. Beni anlamayan bir insanın konuşması ne kadar yüksek sesle olursa olsun, benim de inadım o kadar büyük olacaktı. Hem yatağa girsem ne yapacaktık ki! Arada bir rahatlamak için yaptığı o işi de yapamazdı, rahatsızdım. Ayrıca en ufak zevk dahi vermiyordu artık. Bir boşluğa girip çıkan ve de birkaç zaman sönen göktaşlarından bir farkı yoktu. Haberim vardı, biliyordum; ama hissedemiyordum. Bu kadardı o büyük umutlarla hayata açılan beraberliğimiz.
Sırtımı dönüp, aldırış etmeden ne aylar, ne yıllar geçti. Sanırım hepsi boş, boşluk içinde yüzen ve de fırtınada bir gün batacağı bilinen bir gemi gibiyim. Farkındayım, yaşayamadığımın.
-Aman, sen bilirsin! Gelmezsen gelme yatağa. Oh, çekerim yorganı sadece kendime bende.
Çek! İstediğin gibi kullan iki kişilik yorganı. Bir daha kullanmayacağımı dahi düşünmeden yalnızca sen sarıl ona. Hiçbir zaman yüreğime inemeyen yüreğini sarsın puflu yorgan.
Clara Zetkin’in sesini duyuyor olmalıyım, bu ses onun sesi. Evet, yaz diyor bana; ’yaz kızım’. Ama bir hâkim edasıyla değil, mahkeme salonunda değilim. Evimin, sevip sevmediğim konusunda çok defa yanıldığım insan olan eşimin az ötesinde salonda yazıyorum. Savcı oradan çokbilmişçesine bağırmıyor; ya da bir avukat parasıyla haksızda olsa birini haklı çıkartmaya çalışmıyor! Kendi halinde yazıyorum. Kendi halimde söyleniyorum belki, ama bunun kimseye zararı da yok! Eşim yatağında tek başına yatabilir, ama aç susuz kalamaz zihnim. Hayalsiz, kitapsız ve de sevgisiz!
...
Acı, bakirdir ve biz ona sığınmak için heyecanla koşuyoruz hayat yolunda. Bir roman gibi; öncesi bilinmeyen bir hayat ve sonu hiç tahmin edilmeyecek kadar garip bir ikilem. Susuyoruz; aşka, huzura, mutluluğa, paraya... Belki de benim istediğim tek şey yaşamak! Aşk hayal, huzur geçici, mutluluk tadımlık ve para faydasız!
...
Sayfalarca yazabilirim bugün. Bu 11. sayfanın başı. Ne yazacağımı bilmeden yazıyorum, ama biliyorum ki, ne yazarsam yazayım ’kadınım’ ve elbette anlatmak istediğim bir şeyler vardır.
...
Yağmurun sesini duyuyorum. Apartman boşluğu üzerindeki cama vuran yağmurun sesi ürkütüyor beni. Yalnızım, yalnızlığımı paylaşabileceğim bir yalnızlığım dahi olamayacak kadar!
...
Küçükken, kadınların özel günlerinde daha huysuz olduğuna dair pek çok rivayet duymuştum. Ama ben iyi durumdayım. Kimseye karışmıyorum. Sakinimde ayrıca. Hatta bugün eşime demlediğim çayı, önüne kadar götürdüm. Çay tabağını bile kendi ellerimle bardağın altına koydum. Esasında son derece geçimli biriyim, özel günlerimde dahi.
...
Küçük biriyim, hem de çok küçük! Bu 23. sayfa. Toplam 50 tane kağıt kullandım. Yazdıklarımın dünya için en ufak katkısı olmayacağını iyi biliyorum. Yine de çaba göstermem gerekiyor.
...
Ellerim, ah bu ellerim! Arada sırada esnemem gerektiği an ağzıma götürüyorum onları. Balık kokuyorlar. Bugün ’levrek’ yemeninde tam zamanıydı ya, Of Allah’ım, Of!
...
Daktilo ile yazmak eğlenceli bir iş. Sırf daktilo kelimesinin bende uyandırdığı edebi hava ile beraber sayfalarca yazabilirim. Ama yazmışım; daktiloya sahibim zaten. Kelimenin havasını başkaları düşünsün!
...
Bu saatte loş bir lamba altında yazmak, yazmak ve uyumak istemiyormuşçasına yazmak!
...
Canım sıkıldı. Yeter artık, bırakıyorum. Parmaklarım iyicene yoruldu. Bileğim sızlıyor ve saat 04. 21. Bu gelen ses de neydi? Her neyse! Bizimki tuvalete gidiyor. Ben de bir kahve alayım kendime.
Hayır, olamaz! Neler yazmıştım, kaç saattir o sayfalar için uğraşıyordum. Olamaz, hayır Allah’ım! Bu tamamen sanrı ve yanılıyorum. Evet, evet oyun oynuyor gözlerim benimle. Yazdığım o kadar sayfa bir anda nasıl yok olur? Gözlerime inanmamak istiyorum. O sayfalar yok artık! Az önce, kahveyi masa üzerine koyup, yüzümü yıkamak için banyoya gittiğimden beri kayıplar. Kim aldı onları, kimin ellerinde o sayfalar? Onlar benim; hayır hayır, bu olamaz işte! Bunu yapmış olamaz eşim. Elinde birkaç kâğıdı yırtıyor. Bu kadar fazla artık!
-’Bana kalırsa olgular o kadar açık-seçik ki, senin için bile apaçık ortada olması gereken bir konuda benim fazladan bir şey söylemem gereksiz.
Ne oluyor bana? Ağzımdan çıkan kelimeler, saatlerce yazmaya uğraştığım metinden bir alıntı. O metni de başka bir kitaptan alıntılamıştım. Normal konuşamıyor gibiyim.
-Ne oldu Leman? Bütün gece yatmadın, bana mı sinirleniyorsun?
-Nasıl yırtarsın o kâğıtları? Lanet olsun senin gibi kocaya. Nasıl, söyle! Seni insafsız, hayvan, sevgisiz, vahşi adam! Söyle, nasıl yırttın, nasıl?
-Neyi yırttım Leman, bunlar müsveddelerin değil mi senin?
-Hepsini yırtmışsın, hepsini..heps..
Eşimi yumruklarken, sinirden ellerimin deki bütün gücü kaybettiğimi fark ettim. Yere çökmüştüm dizim üzeri ve ağlıyordum. Ama neden yaptı ki, neden?
-Yırtmadım canım hepsini. Oraya kahveni koymuştun. Bende saatlerdir uğraşıyor bu kadın dedim, bir şey olur filan; kitaplığın üst rafına koydum.
Gözyaşlarımın bir anda kesildi. Gülüyor muydum artık; sanki gülüyordum, evet!
-Nasıl yani, anlamadım. (Burnumu hışımla yeleğime sildim)
-Nasıl anlamadın ya, işte bak oradalar!
-Neden ama, neden anlamıyorum!
Hayır, hayır ben bu adama âşık değildim. Yıllarca aynı evin içerisinde aşk arayan sefillerdik biz. Şimdi bu el, bu parmaklar; saçlarımı okşayan ve de hayır, hayır; dur öpemezsin! Dilin değmemeliydi dilime. Bunu yapamayız, olmamalı!
Kendime karşı koymak ister gibiyim. Pamuk gibi yumuşadığımı hissediyorum. Mezoşist biriyim ve ben kendi düzenime boyun eğmiştim. Bu kadarı fazla, dudaklarım; onun dudaklarının arasında. En son bu duyguyu ne zaman hatırladığımı dahi unuttum. Yaşamıştım, ama onu hatırladığım anı dahi unutmuştum.
Bu halının üzerinde beni dakikalardır öpen eşim. Saat sabahın beşi. Daha fazlası olmamalı, ama dakikalardır ben kendimi dahi hatırlayamıyorum. Göğüs ucumda bir soğukluk, yavaş yavaş ısıtıyor sert bir şey onları; ısınıyorum.
Olan oldu! Olmamalıydı, ama oldu! Yazdıklarımı tekrardan okudum. İçinde olan isyanı iliklerime kadar işleyen eşime olan küskünlüğüm her sayfada apaçık belli oluyor. Bu sefer doğru olanı ben yapıyorum.
Eşim banyodan çıkıp, salona doğru geliyor.
-Leman, ne yapıyorsun sen?
-En doğrusunu yapıyorum.
-Bütün gece onlarla uğraştın, onları çok seviyorsun. Yapma dur!
-Hayır! Bunların parçalanıp, yakılmalı! Bunlar sana olan kızgınlığım, oysa ben..
-Oysa sen?
-Beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum.
-Yapma Leman, tabi ki seviyorum; seviyordum da!
-...
Tekrar sarılıyorum eşime. Ağlamak çok güzel bir şey! Ağlıyorum, mutluyum. Sevinçliyim; aşkın aslında vurdumduymazlıklar altında saklanan duygu olduğunun farkına varıyorum. Hiçbir insan bir ömür boyunca aşk ile yaklaşamaz sevdiğine. Ama bazı anlar, bazı anlar...
Eşim işe gitti. Yeni bir hayat başlamadı, her şey eskisi gibi. Ama gerçekleri görmem için bu gece gerekiyormuş, anladım. Girdiğimiz günah içinde üzgünüm, ama o üzüntüyü hissetmiyorum bile!
Or.’a telefon açmalıyım. Yazacak ’l’ hikâyesini buldum. Çok mutlu olacak!
l Yazısına Yorum Yap
"l" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.