- 525 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Anılardan koparak yaşayabilmek bu kadar zor muydu?
Belki de yıllar ve yıllar sonra ilk defa kalabalıklarının arasında yalnız hissedemedi kendini...
Yollarda kalmıştı bütün özlemleri...
Hayatının bir başka yönünün de olduğunu bir başka açıdan bakarsa belki mutluluğun bir bölümünün içine atabileceğini söylüyordu bir can dostu...
Yaşadıkları ile yaşayamayacaklarının anıları kare kare geri getirmeleri ruhunu dağıtıyordu...
Aslında biliyordu bunu ama sevgiyi yakaladığı ilk günkü heyecanını belki de unutmak istemiyordu...
Kendi değimi ile...
Sevgi unutanları sevmezdi...
Bu gün ilk defa kalabalıklarında kendini yalnız hissetmedi...
Giden giderdi...
İzleri yağmur bulutları gibi koyulaşsa da bir yerlerden güneş ışıkları sızardı...
İlk defa kendini düşündü, dünyada yapabilecekleri ile yapamayacaklarını düşündü, her şey para değildi, değildi ama düşünce paraya çıkıyordu, elde ettikleri ile mutluluğu satın alabilmiş miydi?
Boş verdi bu düşüncelere...
Ve kendine bir ödül vermek istedi ve bir paket çikolata aldı...
Elleri ceplerinde yürüyordu...
Sevginin üstüne sevgi yamanmaz ki dedi...
Kilitlemeliyim yüreğimi, sevgi yoluna açılan kapısına...
Kaybedilmiş yıllar...
Kayıp zamanlar...
Mutluluğun perçinlenmişti sanki yüreğine...
Hepsinin sonu var gücüyle hasrete tutunuyordu...
Kimler girdi, kimler çıktı ki dost canından...
Gidenler gittiklerini kendileri bildiler, kalanlarsa dost cana dost can oldular ve düşündü,
hayat kaybettikleri ve kazandıkları ile doluydu...
Ne can dostları vardı ki canını verebilirdi, hayatı sevenlerle, sevilenlerle yakalamanın güzelliğini yaşıyordu bu dar zamanlarında...
Anılardan koparak yaşayabilmek bu kadar zor muydu?
Hatırlamak istemediklerin aklına düşünce üzülmemek için başka bir anıya dönüştüğümüzde o anı da ne kadar kalabiliyoruz, üzülmeden...
Ne zordur ağlayıp, istemeden ağlanmaya zorlanmak kendimizi... Ne zordur isteyip de ağlayamadan kopuşmak o düşüncelerden... geriye doğru bakabilmek midir yüreğin cesaret ölçüsü? Kaç canım dediğimiz geride kaldı,
Kaç cansın dediğimiz bedenlerimizden parçalar koparmadı? Kaçımız yüzüstü bırakılarak giden kadının ardından omuzlarımız titrercesine, titrete titrete, sallana sallana ağlamadık? Kaçımız giden bir erkeğin arkasından gözyaşı dökmeyen kadın görebildik?
Nedir bu yürek parçalanmaları?
Hangi sebeplerdir bizi yalnızlığa zorlayan?
Hangi sebeplerdir ki mutluluğu avuç dışlarımızda bıraktıran?
Dar anların büyük sevdaları zannettiğimiz sevgi yoğunluğundan off dedik...
Mutluluğumuzu elimizden söküp alanlar mutlu mudur şimdi?
Mutsuzluğunu görmemiz mi bizi sevindiren veya mutsuzluğunu hissetmemiz midir bizi üzen?
Neden bir kadın ağlatılır?
Neden bir adam ağlar?
Tam bir çıkmaz bu dar geçit...
Bir şarkının peşine mırıldanarak takıldığımızda kaçımız ağlamayız? Arada bir hüzün yok artık dediğimiz
Zamanın bir an sonrası içimizi burkan hangi kelimelerdir?
Senin için sevdiceğim,
çektiğim,
bu kadar çile…
Çektiğim bu çile,
sevdiceğim,
senin,
içindir…
Gül kurusu yapraklardan,
dolanıyor şarkılara,
adını yazıyor sayfalar,
çektiğim bu çileyle,
sevdiceğim…
Yorgun düşüyor,
gözlerim…
Yutkunamıyorum…
Sesim boğuk çıkıyor…
Senin için bu…
Sevdiceğim…
Çektiğim bu sonsuz çile…
Gerisi laf-ı güzaf…
Bu ömür yolunda,
gidiyor,
haberin olsun yar...
Boş kere boş laf…
Oy aman oy sevdiceğim oy...
Bir zamanlar en çok senin için ağlardım, şimdilerde kurudu senin için düşen yaşlar, sadece sana çok ağladım diye kendim için ağlıyorum...
Unutulmaya değer aşların varlığına inanmazken, şimdilerde unutamadım diye ağlamak da yetiksiz kalıyor yüreğimde...
Çok uzun bir yolculuk yaptığım, tabanlarım çatlarcasına, yüreğim ezilircesine yürüdüğüm yolun bir çıkmaz olduğunda işte asıl şaşkınlığımdı gözyaşlarımı akıttığım... Değmiyordun bu yolları uğruna tepmeye ve değmiyordun acı da çekmeye...
Sadece yüreğime acıyorum bu yokluklara uğruna katlanmanın acılarını çektiği için...
Üç beş zamanım kalmış geride sensiz...
Beş on zamanın var belki bensiz, gerisi boş kalan düşünceler. Şimdilerde yalnızlığın kökünü kazıyorum. Daldıkça dalıyorum daha derinlere, üç beş konuşulmamış, beş on düşünülmemiş bizlerden kesitler kalmış
geride onları da boş veriyorum. En acısı seni boş verişim olmuştu ki bu kolan beş on konuşulmamış veya
konuşulacak şeyler artık bir hiç, sen dünyanın meşgalesinde, bense yalnızlığın dingilinde, hesapsız yaşamın son kesitlerinde...
Bakıyorum da her çıkmaz, her yol senle bitiyor, her sevinç, her kahır seninle başlıyor...
Bir avuç sevginin içinde boğulduk, san ki nefeslerimiz hesapsızca tükendi, düşüncelerimiz azdıkça azdı, sen bana hırslandın, ben sana kinlendim, hepsi boş şeylerdi, belki de sendin boşu boşuna, hayatıma girerek darmadağın yapan, belki de sendin acı çuvallarını gereksizce omuzlarıma yığan. Belki sendin hayatıma boşuna girmekle sevinçlerimi acıya çeviren, belki sendin hırslarımı tetikleyen...
Bir sen bir ben, boşu boşuna işgal ettik hayatı el ele tutuşmakla...
Boş veremedik bir türlü birbirimizin yaşamına sadece bukağıladık kendimizi, bir birimizle boşuna geçen zamanlar hediye ettik kendimize...
Yazık oldu bu yorgunluklara...
Hepimizin günahı vardı yaratılmışız sevgi içinde kalmaya, tek sebep sevginin kollarında kalmaktan geçiyordu, sadece bakmasını öğrenecektik sadece bakarken görmek istediklerimizi değil de yüreğimizi konuşturmak isterdik... Korkuları ardımızda bırakarak, haramın uzağında, yürek sesinin derinlerinde kalarak sadece öz sevginin kokusuna bakar kalmak isterdik...
Oldu mu, kusurlu muyum demeden, sadece hakça sevgi içine girmek isterdik, sadece nefeslerin duruluğunda gözlerimizi kapamak isterdik…
Hislerimizden uzaklaşarak öz benliğimize sorular sorardık, hak ettiğimiz yaşam bundan sonra bu muydu derken bile korkudan kopmuştuk…
Belki de ruhumuzu sakinleştiriyorduk, ürkek ve de sakınan anlardan kurtulmak için, yalnızlıktan kopuyorduk belki de, belki de hayatımızı yeni bir yaşama devşiriyorduk…
Farkındasızlıkla, ama umursamıyorduk ne geçmişi, ne de geleceğin çıkmazlarında kayboluşların girdaplarından, oysa umutsuz değildik sadece bakınmak, geç kalınmış görüntülere atıyorsa bizi rızamız da olurdu buna…
Aslında yoruluyorduk bu vakitsiz isteklerden, aranış içindeki yüreğimden yükselen sese bakmadan sen benim geçmişten sarkan geleceğimsin derdik…
Aslında bir çıkmazdı bunlar, sadece imrenilecek bir yaşam arzu etmiştik, sadece o yaşamın içinde sade ve öz kalmaktı amacımız…
Ben kimdim, sen kimsin bu hayatın son girdaplarında dolanan… Seni özlüyorum, senin sesini özlüyorum, bakışını ve de gülüşünle gözlerimi kısmak istiyorum… Sadece gözlerindeki kuytuluklarda kaybolmak istiyorum, bu sonsuza uzasa da umurumda değil...
Zor bu isteklerin altında yaşamak, çok zor hem de olmazı insanın beyninde patlar, sadece istekte şimdilerde umulmaz sızıların bedelini bedenimle öderken, sadece durduğum yere bakıyorum…
Ve gecenin nişanı vurulur yüzümüzdeki deriye, siyah bir cenin gibi...
Siyah bir yaşam kesiti gibi, geçmişin tüm izleri, bir siyah nokta gibi kalır yüzümüzde.
Acınası, acıtılası bir bakış ardı kalır aynanın sırlarının üstünde utanılası, acınası, acıtılası, acındırası bir utanç lekesi belirir siyah gecenin son ışık noktasında…
Sorulur kendi kendine, bu yüzdeki benim günahım mı, diye vazgeçilmiş tüm aşkların ardında kalan tek izdir o taşıdığın umulmaza, unutulmaza, unutulasıya atarsın son noktayı da yine de ben sevginin neresindeydim dersin de son günah izinden, saklarsın kendini kendinden, kimseye anlatacak bir şey yoktur aslında, sen hep benimdin, ben hep senindim derken…
Peydahlanır dudak aralarında, ben seni tüm karanlıklara rağmen de çok sevmişim derken bile boyun eğersin karanlıklarda kalan aşka, ben sevmesini bildiğim kadar da karanlıklarda ağlamayı bildim dersin ama çoğu kez son bir defa daha kendin için de ağlarsın…
Son kez dersin ama bu sonlar hiç bitmez aşkının büyüklüğü kadar uzar gider bu yaşamın son karelerinde bile, sadece sonsuzluktaki başın dağılmış kendine son bir kez daha ağlarsın...
Vakitsiz sevdanın an zamanlarını yaşarken, benliğimizden kaybettiklerimizle cebeleşirken, tüm vakitlerimizi düşünce fırtınalarında kaybediyorduk…
YORULDUK...
Tüm zamanların darlığını yaşarken, kaybettiklerimizin arkasındaki korkularımızla bitiremediğimiz çoğul düşlerimizle perperişan zamanlara atıyorduk kendimizi...
Merak ve korku karışımı bir yorgunluktu bu omuzlarımızı çökerten...
Selamsız bir rüzgâr vurur yüzüme,
mangaldan boşalmış köz gömülmüş toprağa,
yangınlar yüreğimde,
toprağa düşen kızgın güneş yarıyor tohumu,
bu ışık, bakışlara düşen son umut...
Kiralık veya geçici bir zaman ararsın kendine, tüm geçmişinin silindiği acılarına sebep olan kimden ve de
korkularından kurtulmak istersin...
Kimden derken aslında bilirsin onun kim olduğunu, ismini tekrarlaman çoğu zaman acı verir yüreğini yırtarak...
Bilirsin onun gülüşlerini, ağlayışlarını, mutluluğunu ama da gene de kendi mutluluğundan çıkarıp attığın
zamanlardan nefret edemeden unutmak, kaçmak, kurtulmak istersin...
Yüzündeki noktadır sabahın ayazında yüreğini donduran...
Geçici unutkanlıklara atmak istersin beynindeki düşünceleri ama gene de bir yol bulur gelir oturur gözlerine buğunu
Bakışı. İşte belki de o an nefret edersin hem ondan, hem de nefes almalarından...
Yazgının zıpkınlarıdır seni perperişan acılara daldıran ve haykırmak istersin sesin çıkmaz, sessiz hıçkırışları bir kez
daha tanırsın ve utanırsın kendine verdiğin sözlerden, unutmaya dair tüm çıkışlarından...
Bir kelebek uçuş dalgalanmasıdır yüreğinin vuruşları ile sarsılman, say ki dersin, say ki o yaşamı hiç yaşamadın, o
rüya gibi an zamanlarında hiç kalmadın, belki de acının tarifi başlar yeniden, yeni yeni düşüncelerle...
Kurtuluşun kendi içinde saklıdır oysa, bir türlü açığa çıkaramazsın ve dişlerini gıcırdatarak yaşam tarihinin öncesine
kiralık zamanlardan kurtulmak istercesine gömülürsün benliğine, işte tam zamanıdır artık zamanı yaşamaktan
vazgeçişinin...
Nedendir ki bu yaşananların ıstıraplarından vazgeçememe?
Hepsinin ardı bir avuç mutluluktan zehir olmuş hayattan kaçış çırpınışlarıdır aslında körkütük dolanımlar.
Kiralık ve geçici zamanlara sığınıp kurtulmaktır belki de bu kısık ve kesik nefesler...
Her seferinde de acının tam da ortasında başlar geri kalan yaşam...
Hep kanatılır beden, hep kanatır birileri, deltası bu yaşamın ama gene de dirençli kalıp yalvarmadan şükreder yaşamına...
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.