- 1438 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TEHİ GÖRME KİMSEYİ...
TEHİ GÖRME KİMSEYİ...
Tehi görme kimseyi
Hiç kimse ne boş değil
Eksiklik ile nazar
Erenlere hoş değil…
Nereden kestiğimi bile anımsamadığım sararmış saman kağıtlı bu dörtlüğü yıllardan beri cüzdanımın bir köşesinde taşırım. Her okuyuşumda farklı anlamlar yüklerim. Dudaklarımda bir gülümseme belirir.
Köyden komşumuz, çocukluk arkadaşım Ali Rıza’nın Şükrü’nün Oğlu Mustafa’yı, Konya Belediyesi’nde ki makamına ziyaret etmek, hatırını sormak için gitmiştim. Açık kapılı odadan koridora şen şakrak sesler, gülüşler taşıyordu. Selamlayarak girdim. Odada bir konuğu vardı. Hoş beşten sonra konuğuyla tanıştırdı. Genç adam Konya’da eski büyük bir caminin imamıydı. Gülüşmelerin O’nun marifeti olduğunu anladım. Mustafa,
-Mustafa, Hocam, dedi. Haydi ne olur. Şu hac dönüşü hikayeni bir de arkadaşım dinlesin.
Hoca ısrar ettirmedi. Büyük bir iştahla, yahu kardeşim. Diyerek başladı.
Allah nasip etti. Bu genç yaşta görevli olarak da olsa hacca gitmeyi, büyük bir coşkuyla hem kanuni hem de dini görevimizi yaptık. Dönüş yoluna koyulduk. O zamanlar kurban bayramı ve hac kış mevsimine rast geliyordu. Yolculuklar da otobüsle oluyordu. Adana’yı bu yana geçtik. Bilmem ki nerelerdeydik. Bir gece vakti geç saatler zifiri karanlık. Otobüs mola vermiş. Zannımca Ulukışla’ya yakın bir yerlerdeyiz. Benden başka neredeyse herkes inmiş, bir yol arkadaşım uyuyordu. O’nu da çay içmek uyandırıp, aşağıya davet ettim. Birlikte indik. Aman Allahım! Bu ne ayaz? Bu ne soğuk? Arabistan’nın sıcağından tedariksiz, hazırlıksız bir şekilde incecik sırtımızla aşağıya inince can havliyle kendimizi mola yerine attık. O da ne? İçeriden kapıyı açmamızla birlikte yoğun bir alkol, meyhane kokusu burnumuzun direğini kırdı. Ben hemen geriye yöneldim. Arkadaşıma
-Haydi gel çıkalım. Dedim. O da
-Vallaha bu soğukta buraya kadar geldik. Ben cay içmeden gitmem. Dedi. Ben de ukalalık yapıp,
-Ulen arkadaş biz nereden gelip nereye gidiyoruz? Bu rakı şarap kokusunun içinde çay mı içilir ? Dedim. O
-Ben içerim. Deyip daldı.
İşin içinde imamlık da var. Ben geri döndüm. Döndüm dönmeye de zifiri karanlık onlarca otobüs var, nereden geldiğimi, yönümü otobüsümü şaşırdım. Yavaş yavaş ayak ucumla yoklaya yoklaya otobüs arıyorum. Ayağım kaldırıma çarptı. İki ayağımla birlikte kaldırıma hoplayıvereyim. Diyerek aynen orada nasıl hoplamışsa üşenmeden gösterdi.
Bir hopladım. O da ne? Bir yere uçup düşüyorum. Can havliyle kollarımı açtım ki, bir yerlere tutundum. Ayaklarım yere değer mi diye aşağı doğru biraz uzattım. Bu arada ayakkabımın teki ayağımdan çıktı. Düşüyor… Düşüyor düşmeye de bir türlü bir yerlere varamadı. Bir süre bekledim. Commmmm! diye bir suya düşme sesi geldi.
Eyvah ki eyvah! Besbelli kuyuya düşmüşüm, düşerken de
bir kenarına tutunabilmişim. Kurban olduğum Allahım yardım et. Dedim. Bir besmele
çektim. Yaradana sığınarak gücümü toplayıp tırmandım çıktım. Çıktım çıkmaya da, ayakkabının birini de kaybettim bu arada, neyse ki bir tanıdık ses yardımı ile, bir ayağımı kardan buzdan sakınabildiğim kadarıyla seke seke her sekişte başka bir kuyuya düşerim kaygısıyla otobüsü buldum. Yerime oturdum. Oturduğum yerde Okuyup üflemenin, tövbe istiğfarın bini bir para.
Ey Allahım. Dedim. Kimde ne var? Sen bilirsin.
Ben, benlik yaptım. Hacdan geliyorum. Diye kendimi büyük gördüm. Meyhanedeki kullarını aşağıladım. Kurban olduğum, güzel Allahım bana, hemen oracıkta haddimi bildirdin. İnsan yargılamanın cezasını derhal verdin. Kendi kendime şükürler içinde, hem yaşıyor olmanın, hem de bir ayakkabı tekiyle kurtulmanın sevinci içinde dualar ediyordum ki, arkadaşım çayını içmiş, huzurla geliyor.
-Ne oldu? Sen de çay bulabildin mi? Diye sordu.
- Ne çayı? Dedim. Ne çayı? Ben şükürler olsun Rabbimi buldum. Dersimi aldım.
Eylül 2009 Alanya
YORUMLAR
Derin anlamlı ve sürükleyici yazınız için kutlarım üstad..
Saygılarımla..