- 1386 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
PİS HİKÂYE
DEDECAN
Elli yılı aşan kent yaşamına karşın köy, kasaba işlemeli hikâyeler anlatmakta üstüne yokmuş Bal Ali’nin. Mecliste o varsa, gülmeye ve şaşırmaya hazır herkes ağzına bakarmış. Dostları, arkadaşları; sözü etkili, üstesinden gelemeyecekleri biriyle mi karşılaştılar, altta kalmamak için Bal Ali aranıp bulunur, odeğilden adamın karşısına çıkarılırmış.
Adını böylesine hak eden bir kişi daha tanımadıklarını söylüyorlardı konuştuğum kimseler.
Eskiden, bu söz ustalarından, aynı köyde, aynı dönemde iki kişi birden boy gösterirse işler karışır, sorunlarla baş edilemez olurmuş. Böyle olağandışı durumlarda iki çenebaz burun buruna gelir, halkın önünde vuruşur, sonunda kimin utku kazandığı oylamaya gerek kalmadan ortaya çıkarmış. Yenilen ya pes eder meydanı ötekine bırakır ya da pılısını pırtısını toplar, kendine yeni bir alan bulmaya yönelirmiş.
Kentli olalı Bal Ali’nin, kimseyle yarışmak gibi bir sorunu da yokmuş.
Köydeki gibi değilmiş kent yaşamı, kim kime dumdumaymış.
Doğrudan kendisinden dinlediğim “Dedecan” hikâyesini; yüz kızartan bölümlerini azıcık törpüleyerek ve okurun sabrını zorlamamak için kısaltarak sunacağım.
*
“Dedecan’nın anası; evliliğinin 12. yılında, tekkeye, kubbeye etek dolusu para harcadıktan, boğazlarından keserek cinci hocalara yağ, yumurta, peynir, para karşılığında muskalar yazdırtıp, üfürükçü hocalarla karanlık odalarda ince tezgâhlardan geçtikten sonra ancak duyabilmiş karnındaki bebeğin kıpırdanmalarını. Hacıdan hocadan tiksindiğini açık açık söylemekten çekinmeyen kadıncağız, kocası Cemal Ağa’nın ille de bir evlat diye tutturmasına karşı koyamamış. Ol nedenle herhangi bir bebekten kırk kat daha değerli ve önemliymiş bunlarınki. Bebekken, Dedecan diye yere göğe sığdırılamayan oğlan, akılbeylik olunca, yani beş-altı yaşlarına doğru yol alırken, fırlama köy çocuklarından kimileri, büyüklerden önce onun çatlak bir çocuk olduğunu şıp diye anlayıvermişler. Anlasalar ne olacak; Dedecan’nın anası, babası ve öteki yakınları çocuğun aklına toz kondurmamak için dalga dalga gelen saldırıları püskürtürken kan ter içinde kalsalar da yılmamış, pes etmemişler. Gün günü kovalayıp oğlanın bıyıkları terlemeye, boyu posu ortaya çıkmaya başlayınca, bu kez de görünümündeki gariplik dert olmuş köylüye. Saçından tırnağına değin babasından en küçük bir iz taşımayan Dedecan, yaklaşık on iki yıl önce köye gelip kendini evliya diye yutturmayı başaran bir meczuba o denli benziyormuş ki değme gitsin.
*
Meczubun hikâyesine celince.
Gündoğusundaki köyleri bir bir ele geçiren, uğradığı her köyü tansıklarla (mucizelerle) büyüleyen, altüst eden HocaDede (bu adla ünlenmiş), bunların köyüne doğru çığ gibi yuvarlanıyor, bahar seli gibi boz bulanık, gümbürtüyle yaklaşıyormuş.
Hoca ki ne Hoca, Dede ki ne Dede!
Boylu-Poslu, iri-yarı biriymiş ama biz adını biraz kısaltalım dilerseniz HocaDede yerine HeDe diyelim gitsin. Olur mu?
Olmayıp da ne olacak sanki? Gelip bizden hesap mı soracak it oğlu it.
Bizimkilerin köyünü onurlandıracağı kırk gün önceden belli olmuş HeDe’nin. İlk zamanlar Alevi köylerinde Dede, Sünni köylerinde Hoca diye ünlenmişken, zamanla herkese aynı uzaklıkta olduğunu vurgulamak için olmalı, Hoca Dede diye anılmayı sağlamış nasılsa.
Ardında gökkuşağıyla dolaşıyormuş HeDe. Sulu-dolu bahar aylarında ayağına çamur bulaşmadan yürümek ne demek? Önünde yere kapanıp HeDe’nin mesh lastiklerini yalayan zavallılar, dillerine bir dirhem çamur bulaşmamasından yakınıyorlarmış birbirlerine.
‘Hay mübarek, bu çamur çaylakta uçarak mı geldin, ayağına taş değmemesini anladıkta çamur nasıl bulaşamamış, bu hikmet değil de nedir arkadaş?”
“Onu dersin de gölgesi gibi ardından ayrılmayan gök kuşağını niye demezsin bileder.’
‘He ya bi de o vardı. HeDe nerde gökkuşağı orda vallahi de billahi de.’
Böyle konuşuyormuş köyün çömelip ürüyen, ileri gelenleri.
Öncüleri böyle konuşursa, uçkurluğu kendinden, açlıktan ağzı kokanlar işi nereye dek götürür, ne saçmalıklar anlatır siz hesaplayın.
Köye geldiği akşam; HeDe yorgundur / kırgındır, bizi kabul eder mi etmez mi demeden Cemal Ağanın evine boşalmış tüm köylü. HeDe’nin mucizelerini görecekler bir an önce.
Hiç konuşmamış başına toplananlarla HeDe. Bakışları şaşımsı mı körümsü mü neymiş. İnsanın gözünün içine bakar gibiymiş de uzaklara, derinlere ne bileyim ben yükseklerden de yükseklere bakar gibiymiş. Saatlerce yanında oturmuşlar ama hiçbir şey anlayamamışlar halinden.
Yalnıza bakıyormuş adam.
Tek tek, herkesi sıradan geçiriyormuş gözleriyle. Gece yarısına doğru, bakmışlar ki konuşacağı edeceği yok, dağılmışlar birer ikişer.
Evin en iyi odası buna ayrılmış. İki yatak üst üste atılmış, kıyıp da kimselere serilmeyen çeyizler açılmış, el oyalı yastık kılıfları ilk kez kullanılmış.
Damat yatağı gibi süslenmiş herifin yatağı.
Tüm köylünün tilki uykusuna yattığı o gün kimilerini hiç uyku tutmamış. Ortalıktan el ayak çekilince, şu HeDe’nin yattığı odanın önünden geçip neler oluyor bakayım diyen bir aklıevel gördükleri ile neredeyse düşüp bayılayazmış. HeDe’nin yattığı odanın küçük penceresinden gecenin içine, gökkuşağı gibi renk renk ışıklar akmıyor muymuş?
‘İşte budur’ demiş ‘evliye da enbiya da’.
Köy uyanıp yeniden ayaklanmış. Karanlıkta birbirlerini çiğneyerek, yediden yetmişe, başları gökkuşağı penceresine dönük geçit yapmış odanın önünden. Ağlayan, besmele çeken, dualarla kendinden geçen insanların evine dönmesi, çok ama çok zor olmuş o gece.
HeDe, köyün tümünü istediği kıvama getirmeyi başarmış ilk günden.
Ertesi gün Zeliha köy kadınlarının toplu saldırısıyla karşı karşıya gelmiş. Zeliha’nın öyle şeylere fazla itibar etmediğini bilen kadınlar yeri göğü bir birine katmışlar. Adamın evliyanın hası olduğu, bin dereden su getirilerek anlatılmış. Onları dinledikten sonra Zeliha garibi de inanmaya başlamış başına devlet kuşunun konduğuna.
Bir sonraki gün ana rahmine düşmüş Dedecan. Günahı boynuna, bunu ben söylemiyorum, tüm o yörenin köyleri bilir ve söylerler. İsteyen, adını verdiğim köylere gider sorar, öğrenir.
*
Gelelim Hikâyemizin pis yanına.
Yaşıtları gibi Dedecan’a da su seğirtince, o suyu harcamanın yolunu, yordamını kısa zamanda öğretmiş köyün fırlama çocukları. Aralarına Dedecan’ı da alarak, el arabasına binme, daha açığı otuz bir çekme partileri düzenlemeye başlamışlar. Ahır, dere/tepe nerede akıllarına düşerse. Öteki çocuklar atalarından kalıt el arabası zevkini sınırda tutmayı başarırken Dedecan almış başını gitmiş. Dur durak bilmiyormuş oğlan.
Cemal Ağa, oğlanın günden güne sarardığını, inceldiğini görmekte gecikmemiş.
Oğluyla rahat konuşamadığı için, Dedecan’dan birkaç yaş büyük yeğenlerinden yardım istemiş. ‘Oğlan elden gidiyor ne yapacaksanız yapın’ demiş yeğenlerine.
Yeğenler Dedecan’a, el arabası kullanmanın incelikleri yanında, sakat yanlarını da sayıp dökmüşler uzun uzun. ‘Ölürsün, bacakların tutmaz, gözünün ışığı söner kör kalırsın’ demişler.
Lâkin dinleyen kim.
Son çare olarak, her evin ahırında olduğu gibi Cemal Ağanın ahırında da var olan nallı Fatmalarla tanıştırmışlar Dedecan’ı.
Önce mırın kırın etse de uygulamayı birkaç kez görüp denedikten sonra, direnmekten vaz geçip bu canlı zevk aracının tadını çıkarmaya başlamış Dedecan.
Yağmurdan kaçarken dolunun irisine çattıklarını görmek için çok beklememişler.
Al Allah delini, zapteyle kulunu.
Ne utanma ne arlanma! Nerede yakalarsa orada.
Dedecan horoz, eşekler tavuk.
Köyün yaşlısı, genci, kadını, kızı görmeyen kalmamış Dedecan’ın eşek tayfasıyla cilveleşmelerini.
Tüm köylü, bunun böyle süremeyeceğini; herkesin malının (eşekte olsa) bir çeşit namusu sayılacağını, çevre köylerde dedikodunun ayyuka çıktığını, bu oğlan yüzünden köylünün namusunun iki paralık olduğuna söylemeye başlamış.
İşin sonunun karakolda biteceğini anlayan Cemal Ağa, Dedecan’ı yanına alarak Ankara’nın yolunu tutmuş.
On beş gün sonra köye döndüğünde, kimse bir şey söylemediği halde Dedecan’ın duruşundan anlamışlar başına geleni.
Dedecan artık erkek değilmiş.
Yaşamdan bir beklentisi kalmamış olmalı ki çokta yaşamamış zaten.
Ben deyim beş yıl siz deyin on yıl. Hastalanıp ölmüş zavallı.
İnanmayan gidip görür. Elli yıl sonra neler olur bilmem ama şimdilerde çok yaygın olmasa da gömütü ziyaret edilen, başucundaki çalıya çaput bağlanan, yardım umulan biri o. Allah rahmet eylesin.” 28 Kasım 2011
C. İlhan
YORUMLAR
Üfürükten, muskadan, çalıya çaput bağlamaktan yardım uman, şifa bekleyen toplum oldukça, daha çoook HeDe'ler türer bu ülkede. Böyle kendini evliya, ermiş saydıran kişilerin çevirdikleri dolapları, cambazlıkları anlatan çok hikaye var Anadolu'da. Hoşgörünüze sığınırak bunlardan birini özetlemeden geçemedim: Çevresinde "ulu kişi!" olarak tanınmış birinin bir yatırı varmış; sabah akşam ziyaretçilerle dolup taşan bir yatır... Bir de ona hizmet etmeyi ibadet sayan hizmetçisi varmış kapısında. Bu "ulu kişi!" hizmetçisine: "Evladım, benim yanımda kaldığın yeter artık, git! Aha sana bir de eşek vereyim, başının çaresine bak!" demiş. Oradan ayrıldıktan sonra hizmetçisinin de, ziyaretçilerle dolup taşan bir yatırı olmuş. Bunu duyan Hocası, hizmetçisini merak etmiş. Gidip bakmış ki, görkemli bir yatır! "Evladım ne ettin? Nasıl ettin? Bu da nerden çıktı!" diye sormuş, Öteki: "Bana verdiğiniz eşeğin ölüsünü buraya gömdüm, yatır yaptım" deyince, Hocası: "Aman evladım kimse duymasın, benim yatırda yatan da bunun anası!" demiş.
"BÖYLE PİS HİKAYELERİ VE PİS KAHRAMANLARINI ANLATMANIN KİME, NE YARARI OLUR?" diye düşündüm. Celal İlhan kardeşimi selamlıyorum...
celalilhan
Dahası, 'pis hiâyeler' 'temiz' olanlardan daha da ayıktırcı olabilirler.
Ayrıca söylediğin gibi bu konular tabu olmaktan çıkmış, çok yazılmış çizilmiştir.
Benim yaptığım, okura kendi biçemimle sunmaktan başka şey değildir.
İlgine ve katkına teşekkür ederim sevgili Doğan Soydan.
İyi Geceler Celal Bey,
Her yönüyle gerçekçi. Özellikle şeyh, şıh, ermiş hoca gibi kişilere hâlâ yakınlaşma yaşanıyor. Bunun en son örneği Bursa'dan çıktı. Yirmi yıl önce anlatına benzer bir olaya ben de tanık oldum. Adıyaman'dan gelen menzil şeyhinin Balıkesir'in bir köyünde nasıl karşılandığını, onun için önceden yapılmış bir binaya nasıl yerleştirildiğini gördüm. Anlatılanları duymak mide bulandırıcı.
Sizi kutluyorum Celal bey. Belki biliyorsunuzdur ben; yazım kuralları konusunda yorum yapan birisiyim. Güzel öykünüz, yazım hatalarını bana öteletti.
Başarılarınızın devamın ı diliyorum. Saygılar.
celalilhan
Yazım hatalarını göstermenizi çok isterim.
Özgeçmişime bakarsanız, işçilkten gelme bir yazar olduğumu göreceksiniz.
Yardımınızı esirgemeyin lütfen.
Buraya da [email protected] a da yazabilirsiniz.
Her halde mutlu olurum.
Öykü çok yenidir. Ancak şu günlerde çıkacak kitabıma koymaya karar verdim.
Kitap basılmak üzere yayınevinde. İş işten geçmeden lütfedin.
celalilhan
Sağolun.